Kategori arşivi Genel

ileavukatadmin

Şüphe Feshi

İşçi ve işveren arasındaki iş ilişkisi güven temeline dayanan, kişisel ve sürekli bir ilişkidir. İş sözleşmesinin temelini oluşturan güvenin zedelenmesi iş ilişkisinin sağlıklı şekilde devam etmesine engel olabilecek bir durumdur. Şüphe feshi teorik olarak hem işçi, hem işveren tarafından kullanılabilecek bir fesih yolu olmakla beraber, uygulamada işveren tarafından kullanılan bir fesih türüdür.

Şüphe feshi kanunda düzenlenen bir fesih türü değildir. Alman hukukunda yer alan bir kavram olan şüphe feshi, içtihatlarla şekillenmiş ve temellendirilmiştir. Türk hukukunda ‘şüphe feshi’ ilk kez Yargıtay 9. Hukuk  Dairesinin 2007/16878 E. 2007/30923 K. Sayılı 22/10/2007 tarihli kararında kullanılarak girmiştir.

Şüphe feshi, işçinin esaslı bir şekilde iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini ihlal ettiği veya işverene ya da işyerine karşı suç niteliğinde bir eylemde bulunduğu hakkında giderilemeyen bir şüphe bulunması halinde gündeme gelen bir fesih yoludur. ‘Şüphe’ Yargıtay içtihatlarına göre objektif ve güçlü olmalı, iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli olmalıdır. Yani, işverence çeşitli delillerle işçinin şüphelenilen eylemi büyük ihtimalle gerçekleştirdiği ortaya konulmalı, inandırıcı şekilde temellendirilmelidir. İşçinin bu şüpheye konu eylemi gerçekleştirdiğinin kesin delillerle ortaya konulması halinde zaten işverenin haklı sebeple derhal fesih hakkı gündeme gelecektir. 

Geçerli bir şüphe feshinden söz edilebilmesi için, işçinin gerçekleştirdiğinden şüphelenilen eyleminin, gerçekleştirdiğinin kesin olarak tespit edilmesi halinde işverene haklı sebeple fesih imkanı verecek türden bir eylem olması gerekmektedir. Yoksa; şüphenin haklı sebeple fesih imkanı vermeyecek herhangi bir eyleme dair ‘şüphe’ olması halinde, geçerli bir şüphe feshinden söz edilemeyecektir. Örneğin işçinin işvereni ve işyerini etkilemeyen üçüncü bir kişiye karşı hakaret suçunu işlediği şüphesi işverene iş akdini feshetme hakkı vermemektedir.

“şüphe feshinin geçerli olabilmesi için, iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olmalıdır” Yargıtay. 9. Hukuk Dairesi 2009/4860 E., 2009/6854 K. 16.3.2009 T.

Şüphe feshinin, işçinin yetersizliğine mi yoksa davranışlarına mı dayandığı hususu doktrinde tartışılmış, Yargıtay tarafından işçinin yetersizliğine dayanan bir fesih türü olduğu kabul edilmiştir. İş sözleşmesinin işçinin davranışları nedeniyle feshedildiğinin kabulü halinde, şüphe feshinde ihtar şartının aranacaktır. Ancak; işçinin yetersizliğinden kaynaklı sebeplerle fesihte ihtarın gerekmediği, zira ihtarın işçinin yetersizliğine çözüm olmayacağı tartışılmıştır.

Şüphe feshi haklı sebeple mi, geçerli sebeple mi fesih türüdür ? Şüphe feshinin geçerli sebeple fesih olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple de; iş sözleşmesi şüphe sebebiyle feshedilen işçinin kıdem ve ihbar tazminatının işverence ödenmesi gerekmektedir.  Geçerli bir şüphe feshinden söz edebilmek için, işverenin şüpheyi ortadan kaldırabilmek için gerekli çabayı göstermiş olması aranmaktadır. Şüphenin giderilebilmesi için öncelikle işçinin beyanı dinlenmelidir. Bu sebeple; işçinin savunmasının alınması, diğer çalışanların bilgi ve görgüleri hakkında gerekli araştırma ve incelemenin yapılmış olması gerekmektedir. Aksi halde; işveren tarafından herhangi bir gerçek olmayan şüphe duyulması halinde işçinin iş akdinin feshedilmesi gündeme gelebilir. Bu durum hukuk vicdanına uygun olmayacaktır.

ileavukatadmin

Kira Bedelinin Belirlenmesi, Kira Bedelinin Tespiti Davası

Uygulamada kira tespit davası olarak bilinen ve genellikle kiralayan tarafından açılan, TBK’ya göre kiracı veya kiraya veren tarafından kira bedelinin mahkeme tarafından belirlenmesi için açılan dava türüdür.

Türk Borçlar Kanunu 344. Ve 345. Maddelerinde düzenlenen kira bedelinin belirlenmesine ilişkin davaları 2 ayrı kategoride değerlendirmek gerekir. TBK 344/2 ve TBK 344/3. Fıkraları birbirinden farklı kira bedelinin belirlenmesine ilişkin davalardır.

Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’na eklenen 18/B maddesi ile 01/09/2023 tarihinden itibaren kira bedelinin belirlenmesi davası da dava şartı arabuluculuk kapsamına girmiştir. Yani kira bedelinin belirlenmesi davası açmadan önce arabuluculuk yoluna başvuru artık zorunlu hale gelmiştir.

TBK 344/2’ye Göre Açılacak Kira Bedelinin Belirlenmesi Davası :

Kira sözleşmesinde kira bedelinin artış oranı belirlenmiş olsa da; TBK 344/1 kira artış oranına bir sınır getirmektedir. “- Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır.” Kanunun bu emredici düzenlemesi gereği sözleşmede belirlenen oran Tüfe oranından düşük olarak belirlenmiş ise belirlenmiş olan oranda kira artışı yapılır. Ancak; belirlenen oran Tüfe ortalamasından düşük kalıyor ise, 344/1 gereği Tüfe oranında sınırlamaya tabi olacaktır.

Tarafların yeni kira döneminde kira artış oranı hakkında anlaşmaları veya sözleşmede sözleşmenin yenilenmesi halinde uygulanacak kira artış oranı belirlenmiş ise, belirlenen artış oranı 344/1’de belirlenen tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Kiralayan ve kiracının (henüz 5 yılı doldurmamış olan) yeni kira döneminde yapılacak artış oranı hakkında anlaşma sağlayamamış ise TBK 344/2 uyarınca açılacak davada hakimden kira bedelini belirlemesi talep edilir.

TBK 344/2 uyarınca yapılacak kira tespitinde hakim tarafından kiralananın durumunu da dikkate alarak hakkaniyete uygun şekilde yine 344/1 sınırlamasına uygun şekilde kira bedeli belirlenir. Uygulamada 5 yılı doldurmamış kira sözleşmesine istinaden, yeni kira döneminde yapılacak artışın belirlenmesi için açılan davalarda kira artışı Tüfe ortalamasına eşit veya yakın bir miktar olarak belirlenmektedir.

TBK 344/3’e Göre Açılacak Kira Bedelinin Belirlenmesi Davası :

Kira sözleşmesinde belirlenen kira artış oranı enflasyon karşısında düşük kalabilmekte veya kiralanan taşınmaz emsallerinin değeri artmış olabilmekte. Bu durumda kiralananın 5 yıldan sonraki dönem için kira bedelinin tespiti için mahkemeye başvurma hakkı doğmaktadır.  5 yıldan uzun süreli veya 5 yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde, 5 yıldan sonraki yeni kira dönemi için TBK 344/3. Fıkrasına göre dava açılarak mahkemeden rayiç bedelin belirlenmesi talep edilebilir. Son zamanlarda uygulamada en sık açılan kira bedelinin tespiti davası emsal kira bedellerinin artması sebebiyle TBK 344/3. Fıkrasına istinaden 5 yıldan sonraki tespit davasıdır.

TBK344/3’ göre açılan kira bedelinin tespiti davasında TBK 344/2’den farklı olarak hakim kira bedelini belirlerken Tüfe sınırlamasına tabi değildir. Hakim tarafından tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önünde tutularak hakkaniyete uygun biçimde belirlenir.

Kira bedelinin 5 yıldan sonraki dönem için 344/3 uyarınca tespit edildikten sonraki yeni kira dönemlerinde yine 344/1 fıkrasındaki Tüfe sınırlamasına bağlı kalınarak kira artışı yapılabilir. Kira bedelinin tespitinden sonraki her 5 yıldan tekrar TBK 344/3 uyarınca kira bedelinin yeniden tespit edilmesi talep edilebilir.

Kira Bedelinin Tespiti Davası Açma Şartları :

Kira sözleşmesi 5 yıldan uzun süreli veya 5 yıldan sonra yenilenmiş olmalı.

Kira sözleşmesi 5 yıldan uzun süreli yapılmış ise, bu 5 yıl içerisinde her yıl kira artışı yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın 5. Yıldan sonraki kira yılı için kira bedelinin TBK 344/3 uyarınca belirlenmesi için dava açılabilir.

Belirsiz süreli bir kira sözleşmesinin 5. Yıldan sonra yenilenmesi halinde, yeni kira dönemi için de kira bedelinin belirlenmesi için 344/3 uyarınca kira bedelinin tespiti davası açılabilir. Bu şekilde belirlenmiş olan yeni kira bedeli üzerinden 5 yıllık kira dönemi geçtikten sonra, tekrar kira bedelinin tespiti davası açılabilir.

Kira bedelinin tespit edildiği kira döneminden sonraki yıllarda yine TBK 344/1 hükmüyle sınırlı olarak kira bedelinin artış oranları belirlenebilir. Devam eden 5. Yılın sonunda taraflar kira bedelinin belirlenmesi için tekrar 344/3’e göre mahkemeye başvurabilir.

5. yılın geçmesinden sonra açılmayan kira bedelinin tespiti davası daha sonraki dönemler için de açılabilir. Bu durumda takip eden 5. Yıldan sonra yine kira bedelinin belirlenmesi için TBK 344/3 hükmüne göre mahkemeye başvurulabilir.

Tarafların 5 yıllık süre dolmadan yeni bir sözleşme yapmış olmaları halinde, kira bedelinin tespiti davası açılması için yeni sözleşmenin yapıldığı tarihten itibaren 5 yıl geçmesi gerekir. Tarafların yalnızca TBK 344/1 sınırına uyarak yapmış olduğu kira artışı dışında sözleşme unsurlarında değişiklik yoksa, yeni yapılan sözleşmenin eski sözleşmenin devamı niteliğinde olduğu kabul edilir ve 5 yıllık süre ilk sözleşme tarihinden itibaren hesaplanır.

Kira bedelinin tespiti davasının yeni kira döneminden en az 30 gün önce açılması halinde veya kira bedelinin artırılacağına ilişkin yazılı bildirimde bulunmuş olmak kaydıyla yeni kira döneminin sonuna kadar açılacak olan kira bedelinin tespiti davasıyla belirlenecek olan yeni kira bedeli, yeni kira döneminin başından itibaren geçerli olur. Bu sebeple; mahkemenin tespit edeceği yeni kira bedelinin yeni kira döneminin başından itibaren uygulanması için kira tespiti davası ya yeni kira döneminden 30 gün önce açılmalı, ya da kira artışı yapılacağına ilişkin yazılı ihtarda bulunulmalıdır. Ancak; sözleşmede zaten yeni kira döneminde artış yapılacağına ilişkin bir düzenleme mevcut ise, bu şartlar da aranmamaktadır.

ileavukatadmin

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi İçtihat Farklılıklarının Görüşülmesi

Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin kapatılması sonrasında Başkan ve Üyelerinin Yargıtay 9.Hukuk Dairesinde görevlendirilmesi üzerine her iki Daire kararlarında uyuşmazlık konusu hususlar görüşülmüş ve uygulamanın aşağıdaki gibi birleştirilmesine karar verilmiştir:

1.Hafta tatili günü olarak kararlaştırılan Cumartesi gününün yıllık izin hesabında değerlendirilmesi:

4857 sayılı İş Kanunu’nun 46 ve 63. maddelerine göre hafta tatili haftalık 45
saatlik çalışmadan sonraki 24 saatlik bir gündür. Bu nedenle kural olarak Cumartesi işgünüdür. Akdi tatil günü olarak Cumartesi günleri yıllık izin süresine eklenmez. Başka bir anlatımla, Cumartesi günleri akdi tatil günü olarak işçi çalışmadığı takdirde yıllık ücretli izin süresine ilişkin hesapta hafta tatili olarak değerlendirilemez.
Cumartesi günü hafta tatili olarak da kararlaştırılabilir. Bireysel veya toplu iş sözleşmeleriyle Cumartesi ve Pazar günleri hafta tatili günü olarak belirlenmişse, İş Kanunu’nun 56/5. maddesi gereği her iki gün yıllık izin sürelerinden sayılmaz. Başka bir anlatımla yıllık izin kullanma dönemi içindeki Cumartesi ve Pazar günleri kullanılan izin süresinden düşülür. Ancak bireysel veya toplu iş sözleşmesinde hafta tatiline eklenen bu Cumartesi gününün yıllık izin hesabında iş günü olarak sayılacağı
veya izin süresinden düşülmeyeceği şeklinde açık bir kural mevcutsa, bu hüküm geçerli sayılmalı ve İş Kanunu’nun 56/5. maddesi gereği sadece yıllık izne rastlayan Pazar günleri izin süresinden düşülmelidir

2.İmzasız ve fazla çalışma tahakkukunu içeren bordronun aksinin her türlü delille ispatı:

Fazla çalışma ücreti ile hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti
tahakkuklarını içeren ve işçinin imzasını taşımayan bordronun aksi işçi tarafından tanık beyanı dahil her türlü delille ispat edilebilir. Bu durumda yapılan ödemeler hesaplamadan mahsup edilir.

3.Deniz İş Kanunu’nda fazla çalışma hesabı:

20.04.1967 tarih ve 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 28.maddesine göre bu
kanuna göre tespit edilmiş bulunan iş sürelerinin aşılması suretiyle yapılan çalışmalar, fazla saatlerde çalışma sayılır. Aynı maddenin 2.fıkrasında yapılacak fazla çalışmanın her saatine ödenecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarı % 25 oranında artırılmak suretiyle bulunacak miktardan az olamayacağı düzenlenmiştir. 01.07.2012 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 402.maddesinde fazla mesai
alacağının %50 zamlı hesaplanacağı düzenlenmişse de, Deniz İş Kanunu kapsamında deniz taşıma işlerinde çalışan işçilere Deniz İş Kanunu hükümlerinin genel kanun niteliğindeki Türk Borçlar Kanunu karşısında uygulanma önceliği vardır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 180 sayılı sözleşmesine ek olarak çıkarılmış olan 187 sayılı tavsiye kararının “Gemi Adamlarının Ücretleri” başlıklı II. Bölümünün 3. maddesinin c bendinde fazla çalışmanın saat başına ödenecek temel ücretin 1,25’inden az olmamak üzere yasal düzenlemeler veya toplu sözleşmelerle belirleneceği belirtilmiştir. Deniz İş Kanunu’nun yukarıda belirtilen hükmü uluslararası
düzenlemelere de uygun düşmektedir. Buna göre hesaplama % 25 zamlı ücretle yapılmalıdır.

4.Fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil alacaklarının ispatında husumetli tanık beyanlarının değerlendirilmesi:

Çalışma sürelerinin ispatı noktasında işverene karşı dava açan tanıkların
beyanlarına ihtiyatla yaklaşılması gerekir. Fazla çalışma, hafta ve genel tatili alacaklarının ispatında salt husumetli tanık beyanlarıyla sonuca gidilemez. Bununla birlikte yan delil ya da olgularla desteklenen husumetli tanık beyanlarına itibar edilmelidir. Bu çerçevede; işin ve işyerinin özellikleri, davalı tanıklarının anlatımları, iş müfettişinin düzenlediği tutanak veya raporlar ve aynı çalışma dönemi ile ilgili olarak söz konusu alacakların varlığına ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararları gibi hususlar yan delil ya da olgular olarak değerlendirilebilir.

5.Hafta tatilinin toplu kullandırılmasında hafta tatili alacağının hesaplanması:

Uygulamada genellikle işçinin yerleşim yerinin uzağında bir işyerinde
çalışması halinde hafta tatilinin ay içinde toplu olarak kullandırıldığı bilinmektedir. Bu tür bir uygulama için işçinin rızası alınmış olsa bile hafta tatilinin usulüne uygun kullandırıldığından söz edilemez. Başka bir anlatımla hafta tatilinin toplu olarak kullandırılması haftalık dinlenme hakkının özüne aykırı olup, işçinin rızası sonucu değiştirmez.

Hafta tatilinin ay içinde toplu olarak kullandırılması halinde sadece bir hafta tatilinin usulüne uygun kullandırıldığı kabul edilebilir. Örneğin, yerleşim yeri uzağında olan bir şantiyede çalışan işçiye hafta tatili ayda dört gün toplu olarak kullandırıldığında ilk izin günü, çalışılan son haftanın dinlenme hakkı yerine geçecek, diğer üç gün hafta tatili kullanma anlamında değerlendirilmeyecektir. Usulüne uygun kullandırılmadığı kabul edilen hafta tatillerinde yapılan çalışma karşılığı ücretin %50
zamlı olarak hesaplanması gerekir. Bununla birlikte, işyerinin konumu ve işçinin isteğiyle gerçekleşen böyle bir uygulamada, hafta tatili olarak değerlendirilmeyen süreler için ödenen ücretin mahsup edilmesi hakkaniyete uygun düşer.

6.Uzun süre yıllık ücretli izin kullandırılmadığı iddialarında hâkimin aydınlatma ödevi kapsamında davacı asilin dinlenmesinin gerekip gerekmediği:

İşçinin uzun süre yıllık izin kullandırılmadığı iddiaları karşısında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31.maddesinde öngörülen davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde hâkimin davacı işçiyi bizzat dinleyerek çalışma ve dinlenme süreleri konusunu açıklığa kavuşturması gerekir. Dairemizce uzun süre kavramı beş yıl ve daha fazla süre olarak değerlendirilmiş olup, kullandırılmadığı iddia edilen izin süresinin toplamda beş yıllık veya daha fazla olması halinde anılan hüküm
çerçevesinde uygulama yapılmalıdır.

7.Yıllık ücretli izin alacağı yönünden 6098 tarihli Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihi ile zamanaşımı süresini 5 yıla indiren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 25.10.2017
tarihi arasındaki dönem için zamanaşımı sorunu:

4857 sayılı İş Kanunu’nun “Sözleşmenin sona ermesinde izin ücreti” başlığını taşıyan 59. maddesine göre, “iş sözleşmesinin, herhangi bir nedenle sona ermesi halinde işçinin hak kazanıp da kullanmadığı yıllık izin sürelerine ait ücreti, sözleşmenin sona erdiği tarihteki ücreti üzerinden kendisine veya hak sahiplerine ödenir. Bu ücrete ilişkin zamanaşımı iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren başlar”. Belirtilen düzenlemede iş sözleşmesinin sona ermesi halinde kullandırılmamış olan yıllık izin sürelerine ait ücretin “ücret” niteliği özellikle vurgulanmıştır.

İş Kanunu’nun 32. maddesinin 6. fıkrasına göre iş sözleşmelerinin sona
ermesinde, işçinin ücreti ile sözleşme ve Kanundan doğan para ile ölçülmesi mümkün menfaatlerinin tam olarak ödenmesi zorunludur. Aynı maddenin 8. fıkrasına göre ise, ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır.

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126.maddesinin 3.bendine göre,
başkalarının maiyetinde çalışan veya müstahdemi olan kimselerin, hizmetçilerin, yevmiyecilerin ve işçilerin ücretleri hakkındaki davaların beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu belirtilmişti. Yargıtay da anılan düzenleme uyarınca yıllık izin ücretinin beş yıllık zamanaşımına tabi olduğunu kabul etmekteydi. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra anılan Kanunda 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126/3 hükmüne yer verilmediği gerekçesiyle yıllık izin ücretinin Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesinde düzenlenen on yıllık genel zamanaşımına tabi olacağı ileri sürülmüştür.

Ancak Türk Borçlar Kanunu’nun 147. maddesinin gerekçesinde hizmet sözleşmesi hükümlerine göre çalışanların “dönemsel edimler” niteliğindeki ücret alacaklarının aynı maddenin 1. bendi kapsamına girmesi nedeniyle 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126. maddesinin 3. bendindeki hükmün ayrıca düzenlenmesine gerek görülmediği belirtilmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 147.maddesinin 1.bendine göre, “Kira bedelleri, anapara faizleri ve ücret gibi diğer dönemsel edimler” beş yıllık zamanaşımına tabidir. Yıllık ücretli izin dönemsel edim niteliğinde olup, buna ait ücret hakkında da anılan hüküm uygulanmalıdır.

Nitekim 12.10.2017 tarih ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 15. maddesi ile İş Kanunu’na eklenen ek 3. maddede de yıllık izin ücretinin beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu açıkça düzenlenmiştir. Buna göre Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarih ile İş Mahkemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarih arasındaki dönemde de yıllık izin ücretinin tabi olduğu zamanaşımı süresi beş yıldır.

8.Yurt dışında çalışan işçiler bakımından işverenin işçinin çalıştırıldığı ülke mevzuatına göre resmi tatil olan günde işçiyi çalıştırmaması halinde, bu günlere ait çalışılmadan hak kazanılan ücret miktarının, ülkemiz ulusal bayram ve genel tatillerinde çalışılarak hak kazanılan genel tatil ücreti alacağından mahsubunun gerekip gerekmediği:

Yurt dışında Türk firmasına ait işyerinde çalışan Türk işçisi ile işvereni
arasındaki uyuşmazlıklarda 5718 sayılı Milletlerarası Özel Usul Hukuk ve Usul Hakkında Kanunu’nun 27.maddesi uyarınca milli hukukun uygulanması söz konusu olduğunda yabancı ülke mevzuatına göre milli ve dini tatil günleri için çalışma karşılığı olmaksızın ücret ödenen işçiye ayrıca Türk mevzuatı uyarınca milli ve dini bayram ücretinin ödenmesi mükerrer yararlanmaya yol açar. Bu nedenle, yabancı ülke mevzuatı uyarınca ödenmiş olan tatil ücretleri, Türk mevzuatının öngördüğü ulusal bayram ve genel tatil günlerindeki çalışma karşılığı olarak hesaplanan ücretten mahsup edilmelidir.

ileavukatadmin

Muris Muvazaası Kapsamında Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi

Görünüşteki İşlem Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi, Gizli İşlem Bağışlama

Mirasçılarından mal kaçırmak isteyen murisin bağışlama amacıyla ancak mirasçıların saklı paylarının önüne geçmek için görünüşte ölünceye kadar bakma sözleşmesi olarak yaptığı tasarruflar muris muvazaası kapsamında iptal edilebilmektedir. Öncelikle, muvazaa nedir, muris muvazaası nedir, ölünceye kadar bakma sözleşmesi nedir, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin özellikleri ve hükümleri nelerdir sorularını açıklayalım. Akabinde muris muvazaası olarak yapılan gizli bağışlama işleminin görünüşte ölünceye kadar bakma sözleşmesi olarak yapılmasına bağlanan hukuki sonuçları ele alalım.

Muvazaa Nedir ?

Muvazaa tarafların gerçek iradelerini gizleyerek gerçekte olan durumu veya işlemi farklı şekilde göstermesi, irade ile beyanın birbiri ile farklılık göstermesidir. Muvazaalı olarak yapılan bir işlemde gerçek amaç gizlenmiş, üçüncü kişileri yanıltmak veya kandırmak maksadıyla görünüşte başka bir işlem gibi gösterilmiştir. Kural olarak hukukta sözleşmeler irade ve beyanın birbiri ile uyumlu olması ile sonuç doğurur. Bu sebeple; irade ve beyanın birbiriyle uyumlu olmadığı muvazaalı işlemlerin (görünüşteki işlemin) geçersiz olduğu kabul edilmektedir.

Muris Muvazaası Nedir ?

Mirasbırakanın mirasçılarının miras payını azaltmak veya tamamen ortadan kaldırmak için gerçekte bağışlamak istediği miras mal varlığını, genellikle görünüşte satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile devir olarak göstermesi, muris muvazaası olarak tanımlanabilir. Murisin gerçek ve gizli amacı miras mal varlığını bağışlamaktır, görünüşteki işlemi ise mirasçılarının miras payını engellemek için gerçek iradesinden farklı bir işlem olarak göstermektedir. Burada murisin mirasçılarını aldatma, mirasçılarından mal kaçırma kastı bulunmaktadır.

Muris muvazaası muvazaa hükümleri dışında ayrıca kanunda düzenlenmemiş olup, hukuki dayanağını 01.04.1974 tarihli 1974/1-2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı oluşturmaktadır. Bu karar yalnızca tapuya kayıtlı taşınmaz mallar açısından uygulama alanı bulmaktadır. Saklı pay sahibi olsa da, olmada da muris muvazaası ile tapuya kayıtlı taşınmaz mallar üzerindeki miras hakkı ihlal edilen tüm mirasçılar, muris muvazaası sebebiyle tapu iptal ve tescil davası açabilirler. Bu konuda miras hukuku avukatı, tapu davaları avukatından hukuki detsek alınmalıdır.

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi Nedir ?

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşmedir. Ölünceye kadar bakma sözleşmeleri ivazlı sözleşmelerdir, her iki tarafa borç ve alacak doğurmaktadır.

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi resmi şekil şartına bağlı olup, resmi şekilde yapılmadığı takdirde geçerli olmaz. Ancak şekil şartına uyulmamış olmasına rağmen, sözleşmeden doğan edimler tam olarak ifa edildikten sonra veya tama yakın olacak şekilde uzun süredir sözleşme gerekleri yerine getirildikten sonra, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin geçersiz olduğunun ileri sürülmesi TMK 2 dürüstlük kuralına uygun bulunmamaktadır.

“Resmi şekilde düzenlenmeyen ölünceye kadar bakım sözleşmelerine değer verilerek tapu iptali ve tescil hükmü kurulması mümkün değildir.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2008/14-70 E. 2008/104 K. 06.02.2008) (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2011/3435 E. 2011/4733 K. 11.04.2011 )

“Ölünceye kadar bakma sözleşmelerinin Borçlar Kanunu Yasasının 512. Maddesi hükmünce geçerli ve var sayılabilmesi için 28.03.1962 tarihli İçtihadı Birleştirme metninde açıklandığı üzere Madeni Kanun’un 480, 481, 482. Maddelerine uygun biçimde yapılması gerekir. Bu biçime uygun olmaya sözleşmeler hukukça geçerli değildir ve var sayılmazlar. O halde uyuşmazlık konusu 30.05.1967 günlü sözleşmenin bu biçimde düzenlenip düzenlenmediğinin araştırılması gerekir.” Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 1975/7535 E. 1976/4243 K. 22.04.1976)

Bakım alacaklısı, ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle bakım borçlusunu mirasçı olarak atayabilir. Bu durumda ölünceye kadar bakma sözleşmesine miras sözleşmesine ilişkin hükümler uygulanır.

Bakım alacaklısı ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile bakım borçlusuna bakım ve gözetim yükümlülüğünün karşılığında taşınır veya taşınmaz mallarını devretme borcu altına girmişse, bakım alacaklısına bu devri sağlaması gerekmektedir. Sözleşme ile bakım alacaklısının borçlandığı devir işlemi sağlanmazsa, bakım borçlusu mahkemeye başvurarak bu malların devrini isteyebilir.

“Dava ölünceye kadar bakma sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Ölünceye kadar bakım sözleşmeleri taraflara hak ve borçlar yükleyen sözleşmelerden olup, bakım borcuna karşılık bir taşınmazın devri kararlaştırıldığında, bakım alacaklısının ölümünden sonra onun mirasçıları mülkiyeti geçirme borcu ile yükümlüdürler. Bu yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde, sözleşmeye dayanılarak tapu iptali ve tescil istemi ile dava açılabilir.” (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2015/17357 E. 2016/5115 K. 26.04.2016). Ölünceye kadar bakma sözleşmesi muris muvazaasına ilişkin emsal kararlar.

Borçlar Hukuku Nitelikli Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Sona Erme Sebepleri ?

Bakım alacaklısının ölümü : Bakım alacaklısının ölmesiyle birlikte ölünceye kadar bakma sözleşmesi kendiliğinden sona eder.

Bakım borçlusunun ölümü : Bakım borçlusunun ölmesi, bakım alacaklısının ölmesinden farklı olarak sözleşmeyi kendiliğinden sona erdirmez. Bakım borçlusunun ölmesi, bakım alacaklısına 1 yıl içinde sözleşmeyi sona erdirme hakkı verir. Bakım borlusunun kişiliği ve özellikleri ölünceye kadar bakma sözleşmesinin yapılmasında bakım alacaklısı için oldukça önemlidir. Bu sebeple; bakım alacaklısının, bakım borçlusunun mirasçılarıyla bakım sözleşmesini sürdürüp sürdürmeyeceği hakkında 1 yıl içinde karara varması gerekmektedir.

Bakım alacaklısı 1 yıllık süre içinde fesih hakkını kullanırsa bunu mirasçıların her birine bildirmesi gerekmektedir. Bakım alacaklısının fesih hakkını kullanmasıyla birlikte, ölünceye kadar bakma sözleşmesi ileri etkili olarak sona erer. Bu durumda bakım alacaklısı, TBK 619. Hükümlerine göre belirlenen miktar parayı bakım borçlusunun mirasçılarından isteyebilir.

Bakım alacaklısı sözleşmeyi feshetmezse mirasçılar ölünceye kadar bakma sözleşmesinin tarafı haline gelirler. Mirasçılar TMK 641/1 uyarınca bakım ve gözetim yükümlülüğünden müteselsilen sorumlu olurlar. Bu sorumluluk TMK 681/2 uyarınca mirasın paylaşılmasından itibaren 5 yıl geçmekle sona erer.

“Davacı dava konusu taşınmazı ölünceye kadar bakma sözleşmesi uyarınca oğlu O.’ya temlik ettiğini, ancak bakma borçlusunun ölümü üzerine mirasçıları olan davalıların kendisine bakmadıklarını ileri sürerek akdin feshini ve tapu kaydının iptalini ile adına tescilini istemiştir. Alacaklının ölümü, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin sona ermesini gerektirdiği halde, borçlunun ölümü ile bu sözleşme sona ermez. Borçlar yasasının 518. Maddesinde böyle bir durumda alacaklıya 1 yıl içerisinde akdi feshetmek hakkı tanınmışsa da borçlunun mirasçıları için böyle bir hak tanınmamıştır. Alacaklı, anılan yasa maddesinde öngörülen fesih hakkını kullanmadığı takdirde, borçlunun mirasçıları miras bırakanlarının akitten doğan bakma borcunu yerine getirmekle yükümlüdürler. Hal böyle olunca iddia ve savunma incelenerek davalıların ölünceye kadar bakma akdinden doğan vecibelerini yerine getirip getirmediklerinin araştırılması ve hasıl olacak sonuç çerçevesinde hüküm kurulması gerekirken..” (Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 1986/4003 E. 1986/4398 K.14.04.1986)

“Bakım alacaklısının ölüm nedeniyle sözleşmeyi bozması halinde bakım borçlusuna verdiği malı aynen mirasçılarından geri istemesine yasal olanak yoktur. Bu durumda Borçlar Kanunu 518. Maddesinde açıkça belirtildiği üzere sadece borçlunun iflası halinde, iflas masasından isteyebileceği miktara eşit bir para talep edebilir.” (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 1999/13192 E. 1999/13400 K. 15.12.1999). Tapu iptal ve tescil davalarında ölünceye kadar bakma sözleşmesinin muris muvazaası hukuki temeline dayanması içtihat örnekleri.

Edimler arasındaki aşırı oransızlık sebebiyle önel verilerek fesih : Sözleşmenin kurulması anında edimler arasında yani, bakım borcu ile bakım alacaklısının yüklendiği karşı edim arasında önemli ve aşırı ölçüde oransızlık olması ve sözleşmenin kurulması esnasında edimi daha ağır olan tarafın bu durumu bilmiyor olması halinde TBK 516 uyarınca edimi daha ağır ola tarafın önel vererek sözleşmeyi feshetme hakkı bulunmaktadır. Sözleşmeyi fesheden tarafın bu durumu karşı tarafa bildirmesi gerekmektedir, bildirimin ulaşmasından 6 ay sonra sözleşme geçmişe etkili olarak kendiliğinden sona erer.

Sözleşmesinin önel verilmek suretiyle sona ermesi halinde sözleşme geçmişe etkili olarak sona ereceğinden, sözleşmenin sona ermesine kadar yapılmış olan edimlerin yapılacak denkleştirme sonucunda TBK 616. Maddesine göre iade edilmesi gerekir.

Sözleşmeye aykırılık veya önemli nedenlerle önel verilmeksizin fesih : Taraflardan birinin ölünceye kadar bakma sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesi sebebiyle, diğer tarafın önel vermeksizin sözleşmeyi TBK 617 uyarınca feshetme hakkı bulunmaktadır.

Sözleşme yükümlülüklerine aykırılığın haricinde sözleşmenin devamını imkansız hale getiren veya aşırı ölçüde güçleştiren önemli bir sebebin varlığı halinde taraflardan her biri sözleşmeyi önel vermeksizin feshedebilir. Örneğin bakım alacaklısının evlenmesi, bakım borçlusunun ölmesi vs. Durumlar önemli bir sebep olarak kabul edilebilir. Ölünceye kadar bakma sözleşmesinin iptali avukat

Sözleşmeye aykırılık veya önemli sebebin varlığı halinde sözleşmenin önel verilmeksizin TBK 617 uyarınca feshi için, gerekçesiyle beraber feshin karşı yana bildirilmesi gerekir. Bildirimin ulaştığı tarih itibarıyla ölünceye kadar bakma sözleşmesi geçmişe etkili olarak sona erer. Bu sebeple; o ana kadar ifa edilmiş edimlerin geri verilmesi gerekmektedir.

Sözleşmenin TBK 617 uyarınca önel verilmeksizin feshi için kusur şart değildir. Ancak taraflardan birinin kusurunun varlığı halinde kusurlu taraf tazminat ödemekle yükümlü olabilir. Tazminat davalarında miras hukuku avukatı ile çalışılmasını tavsiye ederiz.

“Somut olayda davacının ev ve zeytinlik niteliğini taşıyan üç parça taşınmazını 04.12.1991 tarihinde davalıya ölünceye kadar bakma akdiyle devir ve temlik ettiği, davalının davacıya bir süre baktıktan sonra yükümlülüğünü yerine getirmede akde aykrıı davranış içine girdiği, bunun üzerine davacının huzurevinde bakıma alındığı, dosya içeriğinden ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken…” (Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2000/8865 E. 2000/9517 K. 06.07.2000)

TBK 617/2 : “Hâkim, sözleşmenin önel verilmeksizin feshini yerinde bulabileceği gibi, taraflardan birinin istemiyle veya kendiliğinden, aile topluluğu içinde yaşamalarına son vererek, bakım alacaklısına ömür boyu gelir bağlayabilir.”

Hakim tarafından 617/2 uyarınca bir karar verilmesi halinde sözleşme ilişkisi sona ermez. Bakım yükümlülüğü irad ödeme şeklinde devam ettirilir.

Miras Hukuku Nitelikli Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Sona Erme Sebepleri ?

Tarafların anlaşmasıyla sona erme : TMK 546/1 uyarınca miras sözleşmesi tarafların yazılı sözleşmesiyle her zaman ortadan kaldırılabilir. Bu madde yalnızca ölüme bağlı tasarruf yapan için düzenlenmiş olup, miras bırakanın mirasçıları açısından geçerli değildir.

Bakım alacaklısının ölümü sözleşmeyi sona erdirmez, bakım alacaklısının malvarlığı kendiliğinden bakım borçlusu malvarlığına geçer. Bu sebeple; bakım alacaklısının ölümü üzerine, mirasçıları ile bakım borçlusu arasında yapılan anlaşma ile sona erdirilemez.

Bakım borçlusunun ölümü : Bakım borçlusunun ölümü halinde ölünceye kadar bakma sözleşmesi TMK 548 uyarınca kendiğinden son bulur. Borçlar hukuku nitelikli sözleşmeden farklı olarak bakım borçlusunun hakları mirasçılarına geçmez. Mirasçılar aksi kararlaştırılmış olmadıkça en çok TMK 548/2 uyarınca bakım alacaklısından ölünceye kadar bakma sözleşmesi uyarınca yerine getirilen edimler sebebiyle bakım alacaklısının malvarlığında oluşan zenginleşmeyi isteyebilirler.

Tek taraflı sona erdirme : TMK 546/2 fıkrası mirasçı atanan veya lehine öbt yapılan kişinin mirasbırakana karşı miras sözleşmesinin yapılmasından sonra mirasçılıktan çıkarma (ıskat) sebebi oluşturan davranışta bulunması halinde mirasbırakanın tek taraflı olarak sözleşmeyi sona erdirebileceğini düzenlemiştir. Iskat sebepleri TMK 510’da düzenlenmiş, bu sebeplerin mirasbırakana ve mirasbırakanın yakınlarına karşı işlenmesi durumunda sona erdirme hakkı tanımıştır. Ancak TMK 546/2’ye göre miras sözleşmesi bakımından ıskat sebeplerinin yalnızca mirasbırakana karşı gerçekleşmesi halinde tek taraflı sona erdirme hakkı olup, yakınlarına karşı gerçekleşmesi halinde tek taraflı sona erdirme hakkı bulunmamaktadır.

Sözleşmeye aykırılık nedeniyle sona erdirilmesi : Bakım borçlusunun bakım borcunu yerine getirmemesi durumunda bakım alacaklısı TMK 547 uyarınca sözleşmeden dönme yoluyla sona erdirebilir. Bakım alacaklısının sözleşme ile devretme borcunu üstlenmiş olmasına rağmen tapu devretmemesi veya güvenceye bağlamaması halinde bakım borçlusu da sözleşmeye aykırılık sebebiyle dönme hakkını kullanarak sözleşmeyi sona erdirebilir.

Bakım borçlusunun iflası : Bakım borçlusunun iflası ile ölünceye kadar bakma sözleşmesi ileriye etkili olarak sona erer. Bu sebeple; yerine getirilmiş olan edimler geri istenemez. Ancak bakım alacaklısının bakım alacağının yerini para alacağı alır, iflas masasına alacak olarak kaydedilir. Sözleşmenin sona erme tarihi iflas tarihidir.

Ölünceye kadar bakma sözleşmesinin sona ermesi, iptali, muris muvazaası sebebiyle tapu iptali vs. Hukuki sorunlar için miras hukuku avukatı iletişim https://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

MURİS MUVAZAASI SEBEBİYLE TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI

Muris muvazaası kanunda muvazaa hükümlerinden ayrı olarak düzenlenmiş değildir. Muris muvazaası TBK 19. Maddesinde düzenlenen muvazaa nisbi muvazaa (nitelikli muvazaa) niteliğinde olmakla beraber hukuki dayanağını 01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

Muris muvazaasında asıl ve gizli amaç bağış olmasına rağmen, görünüşte ölünceye kadar bakma sözleşmesi (veya satış) olarak tasarruf yapılmıştır. Yani bağış işlemi ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlenmiştir. Amaç mirasçıları aldatmak ve mirasçılardan mal kaçırmaktır.

Muris muvazaasından söz edebilmek için muvazaa anlaşması ve mirasçılardan mal kaçırma kastı, gizli sözleşme, görünüşteki sözleşme unsurlarının varlığı şarttır. Örneğin muris mal kaçırma kastı ile değil de hacizden mal kaçırma katı ile devri durumunda; mirasçı muris muvazaasından farklı olarak miras bırakanın külli halefi olduğundan sözleşmenin tarafı gibi ispat kurallarına tabi olacaktır.

Muris tarafından yapılan ve muvazaalı olan görünüşteki işlem muvazaa sebebiyle geçersizdir. Ancak; gizli işlem olan bağış işlemi herhangi bir şekle bağlı olmadığından geçerlidir.

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi ivazlı sözleşmelerdendir. Yani muris bu sözleşmeyi ölünceye kadar bakılıp gözetilme karşılığında malvarlığını kısmen veya tamamen devretme borcu altına girmekle beraber, kendisi de bakım alacaklısıdır. Bu sebeple; ölünceye kadar bakma sözleşmesinin yapılmasında murisin gerçek amacının ne olduğunu tespiti önemlidir. Ölünceye kadar bakma sözleşmende karşılıklı olarak edimler bulunmalı ve belirlenmiş olan edimler orantılı ve makul olmalıdır. Aksi halde ölünceye kadar bakma sözleşmesinde bakılıp gözetilme amacının değil, bağışta bulunma amacının üstün olduğu yorumu ile 01/04/1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uygulama alanı bulur. Bu noktada temlikte bakıp gözetme koşulunun değil bağış amacının üstün tutulup tutulmadığının saptanması önem taşımaktadır.

“Ölünceye kadar bakma akdi iki taraflı ivazlı bir akit olduğundan bakım borcunun temini için bununla orantılı ve makul düzeyde bir temlik yapılmış olması gerekir.” (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2012/15655 E. 2013/1645 K. 11/02/2013 )

Gizli bağış işlemi resmi şekil şartına tabi olmadığından muris muvazaası ile yapılan işlem geçerli olur. 01/04/1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ise yalnızca tapulu taşınmazlar yönünden uygulama alanı bulur.

“Murisin özellikle bir parça taşınmazını devretmek suretiyle bakımını sağlayabileceği yerde, ilk temlikten 10 gün sonra başka bir taşınmazdaki payını da temlik ettiği ve bunların sahip olduğu en değerli taşınmazları olduğu gözetildiğinde temlikteki asıl irade ve amacının bakım sağlamak değil, mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, böyle olunca da yapılan temlikin muvazaa ile illetli olup iptali gerektiği sonucuna varılmıştır.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2021/1-1277 E. 2019/549 K. 09/05/2019 )

Muris muvazaası sebebiyle açılacak tapu iptali ve tescil davalarında temlik edilen malın tüm mamelekine oranı ve bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olgular göz önünde bulundurulur. Bu davalarda mirasçılar muris muvazaası iddiasını tanık dahil her türlü delil ile ispat edebilir. Ölünceye kadar bakma sözleşmeleri ivazlı akitlerden olduğundan muvazaa iddiası kural olarak her zaman ileri sürülebilir.

Bir kimsenin geliri ile kendisine baktırması mümkünken ölünceye kadar bakma adı altında taşınmazlarını temlik etmesi dahi yorum yoluyla muris muvazaası olduğu yönünde değerlendirilmektedir.

Ölünceye kadar bakma sözleşmesinin muris muvazaası sebebiyle geçersiz olduğu iddiasıyla tapu iptal ve tescil tavasına konu edilse de, ivazlı akitlerden oldukları için tenkis davasına konu edilemezler.

Bu tür akitlerde bakım alacaklısının mutlaka akit tarihinde bakıma muhtaç olması şart değildir. Yine içtihatlara göre mirasbırakan yaşadığı sürece bakılmadığı iddiası ile dava açmadığına göre davalının bakım borcunu yerine getirdiğinin kabulü gerekmektedir.

Muris muvazaası sebebiyle açılan iptal davalarında miras bırakanın gerçek amacının saptanması önemlidir. Bu noktada miras bırakanın geliri, yaşı, sağlık durumu, ivaz olarak belirlenen malvarlığının tüm malvarlığına oranı vs. Gibi tüm oldular değerlendirilmektedir.

“Somut olayda, dosya içeriği ve toplanan deliller yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde; murisin tek taşınmazı olan bağımsız bölümünü davalı oğlu …’ye ölünceye kadar bakım aktiyle devrederken aynı zamanda kendisini güvenceye almak için intifa hakkını uhdesinde tuttuğu, pay temliki yapabilecekken taşınmazın tamamını devrettiği, ekonomik durumunun kendisini baktırmaya yetecek seviyede olduğu, nitekim evinde kaldığı sürede bakımının ağırlıklı olarak bakıcısı tarafından yapıldığı, gerek bakıcı masrafının gerekse bakımevine yattığında da bakımevi masrafının kendi maaşından karşılandığı; sonuç itibariyle ölünceye kadar bakım akti yapmasındaki gerçek iradesinin bakılıp gözetilme koşulundan değil, özellikle davacı oğlunun eşi ile yaşadığı anlaşmazlıktan ötürü taşınmazdan davacı oğlunun pay almaması düşüncesinden kaynaklandığı ve muvazaa ile illetli bulunduğu kanaatine varılmaktadır.” (Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2014/18932 E. 2017/1680 K. 04/04/2017 )

Miras hukuku avukatı, tapu iptal ve tescil, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin iptali avukat

ileavukatadmin

Kaza Tespit Tutanağına İtiraz

Taraflardan birinin yokluğunda polis tarafından tutulan trafik kazası tespit tutanağı kimi zaman tek tarafın yanlış açıklamalarına istinaden hatalı olarak tutulabilmekte. Kaza tespit tutanağına itiraz edilmesi gerekmektedir. Kaza tespit tutanağı tarafların kusurları oranında zararlarını sigortadan karşılayabilme imkanı vermesi sebebiyle önemlidir.

Polisin taraflardan birinin yaralanması, hastaneye kaldırılması gibi durumlarda yokluğunda tuttuğu kaza tespit tutanağı kusur tespitinde hatalı tespitte bulunmuş olabilir. Bu durumda polis tarafından kaza tespit tutanağına itiraz etmek için dava açılması gerekmektedir.

Kaza tespit tutanağına nasıl itiraz edilir ?

Kaza tespit tutanağına itiraz ve kaza tespit tutanağının iptali için Sulh Ceza Mahkemelerine başvurularak dava açılması gerekmektedir. Kaza tespit tutanağının hatalı olarak tutulduğu, hatalı kusur tespiti yapıldığı kaza anını gösterir kamera kayıtları, kaza sonrasında çekilen olay yeri fotoğrafları, tanık beyanları ve bilirkişi incelemesi bu davada delil olarak değerlendirilir.

Mahkeme tarafından kaza tespit tutanağına itiraza ilişkin tüm deliller değerlendirilir, varsa tanıklar dinlenir ve dosyada bilirkişi raporu aldırarak yargılama yapar. Bilirkişi raporu tek başına kesin bir delil oluşturmaz, mahkeme yargıtay kararları uyarınca tüm delilleri ve bilirkişi raporunu değerlendirir, birbiriyle uyuşması halinde rapor doğrultusunda karar verir. Aksi halde mahkemenin yeniden dosyayı bilirkişiye göndermesi gerekir.

Kaza tespit tutanağına itirazın sonuçları

Hatalı olarak kaza tespit tutanağında kusurlu olarak tespit edilmiş olan taraf maddi zararlarını karşı tarafın zorunlu mali mesuliyet sigortası aracılığıyla karşılayabilecekken, kusur yüklenmiş olması sebebiyle hiç veya tamamen karşılayamayabilir. Bu durumda , dava sonucunda kaza tespit tutanağının iptali ile yeniden kusur değerlendirmesi yapılması halinde karşı tarafın kusur oranında zararını zmm sigortasından talep edebilir.

Trafik kazası avukatı ile dava açılmasını tavsiye ederiz

Trafik kazası tespit tutanağının polis tarafından hatalı olarak tutulması geri dönüşü olmayan bir yol değildir. Hatanın düzeltilmesi için hukuki yollara başvurarak iptal edilmesi mümkündür. Ancak hukuki prosedürlerin doğru şekilde yerine getirilmesi için kaza tespit tutanağına itiraz davasının avukat ile açılmasını, uzman avukattan hukuki danışmanlık alınmasını tavsiye etmekteyiz.

Trafik kazası sebebiyle ortaya çıkacak zararlar hakkında hukuki bilgi ve danışmanlık almak için bizimle iletişime geçerek randevu alabilirsiniz. http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

Trafik kazası sebebiyle sigorta şirketi tarafından karşılanması gereken zararların sigorta tarafından ödenmemesi halinde zorunlu mali mesuliyet kapsamında talep edilen zararlar için sigorta tahkim komisyonuna başvurarak sonuç alınabilir. http://www.sigortatahkim.org/

Eğer zararların kasko şirketinden talep edilmesi halinde ise, sigorta şirketinin tahkim komisyonuna başvuruda bulunmadan önce sigorta tahkim komisyonuna üye olup olmadığına dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu işlemleriniz için trafik kazası avukat ile iletişime geçmenizi tavsiye ederiz.

Değer kaybı hakkındaki yazımız için : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/07/29/arac-deger-kaybi-hasar-tazminati-sigorta-avukati/

ileavukatadmin

Arabulucuya Başvuru

Arabuluculuk nedir ?

Arabuluculuk, özünde uzlaşma kültürünü barındıran ve tarihsel geçmişimizde de uygulanan, bir alternatif uyuşmazlık çözüm yoludur. Arabulucuya başvuru bu çözüm yolu sürecini başlatmak için atılan ilk adımdır.

Üçüncü kişi olan arabulucunun, tarafları bir araya getirerek uzlaşmazlık konusunu müzakere edebilmelerini sağladığı ve aralarındaki iletişimi kolaylaştırdığı, çözüme ilişkin karar verme yetkisinin yine taraflarda kaldığı, sürece ilişkin tavsiye veya karar verme yetkisinin ise üçüncü kişide olduğu bir yapılandırılmış uyuşmazlık çözüm sürecidir. Tarafsız bir kişi olan arabulucu yargılama yapmaz, kimin haklı olduğuna karar vermez. Arabulucuya başvuru tarafsız olarak yapılacak bir arabuluculuk sürecinin başlamasını sağlar.

Kazan-kazan prensibi uyarınca tarafların ihtiyaçları doğrultusunda uyuşmazlığı her iki tarafı da tatmin edecek ölçüde sonuçlandırmak için tarafları teşvik eder, önerilerde bulunur ve anlaşma noktasında ilam hükmünde olacak anlaşma belgesini düzenler.

Arabulucuya başvuru nasıl yapılır ?

Arabulucuya başvuru nasıl yapılır ? Arabuluculuk yolu bazı uyuşmazlık türleri bakımından dava şartı olduğundan, dava açmadan önce arabulucuya başvuru zorunludur. Arabulucuya adliyelerden başvuru yapılabileceği gibi, arabuluculuk hizmeti veren bürolara başvurarak da arabuluculuk sürecinin başlatılması mümkündür. İhtiyari olarak arabulucuya başvuru halinde tarafların seçilen arabulucu üzerinde anlaşmaları, bu arabulucu ile arabuluculuk müzakerelerine başlamaları ve anlaşarak süreci sona erdirmeleri mümkündür.

Arabulucunun tarafsızlığı konusunda her iki tarafın da güven duyması arabuluculuk yapan avukatın süreci yürütmesi hakkında anlaşmış olmaları ile beraber, arabulucu belirleme tutanağı düzenlenerek arabulucu taraflarca belirlenmiş olur.

Arabulucuya başvuru ücretli midir?

Arabulucuya başvuru ücretli değildir. Arabuluculuk sürecinin taraflarca arabulucu üzerinde anlaşarak belirleme tutanağı tutması halinde arabulucu ücreti hakkında da anlaşma yapmaları gerekir. Dava şartı kapsamında yer alan uyuşmazlık türlerinde arabuluculuk süreci sonunda anlaşma olmaması halinde arabulucunun ücreti devlet tarafından ödenmektedir.

Tarafların arabulucuya başvuru yaptıktan sonra, arabulucu sürecinde anlaşma sağlamaları halinde arabulucunun ücreti taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça eşit olarak ödenir. Arabulucunun ücreti arabuluculuk asgari ücret tarifesinde belirlenen tutarlardan az olamamak zorundadır.

Arabulucu Avukat

Arabuluculuk ağırlıklı olarak hukuk fakültesi mezunları tarafından yapılmaktadır. Bu sebeple çoğunlukla arabulucu avukatlar arabuluculuk süreçlerini yürütmektedir. Hukuki bilgi ve deneyime sahip olan arabulucu avukatlar yine bir hukuki süreç olan alternatif uyuşmazlık çözüm yolunu arabuluculuk yaparak bağımsız ve tarafsız bir şekilde yürütebilmektedir.

Arabuluculukta anlaşmanın avantajları

Arabuluculuğun temel özelliklerinden birisi, uyuşmazlığın menfaat temelli çözülmesidir. Yani, uyuşmazlığın çözümünde taraf menfaatleri ön plana çıkmaktadır. Arabulucu gerekli görürse sürecin sonunda çözüm önerisinde de bulunmak suretiyle uyuşmazlığın çözümüne yardımcı olmaktadır.

Üstelik taraflar, mevcut düzenleme ve usullere bağlı kalmaksızın sadece kendilerine özel bir çözüm yolu geliştirebilmekte ve herkes için oluşturulmuş kalıplar içinde kalmak zorunda olmamaktadırlar. Taraflar mahkemenin vereceği kalıplaşmış kararlar dışında farklı seçeneklerle anlaşma yapabilecek ve bu anlaşmayı ilam hükmüne
getirebileceklerdir.

Arabuluculukta gizlilik

Arabuluculuğu cazibeli hale getiren en önemli özelliklerdendir. Tarafların gizli kalmasını istediği konular, prestijin ve markanın korunmasının önemli olduğu pek çok uyuşmazlık türünde gizlilik çok önemli bir hale gelmektedir.

Yargılama sürecinde alenilik söz konusu olduğu için tarafların gizli kalmasını istediği bir çok konu ve belgeler de alenileşir. Ancak
arabuluculukta yapılan her anlaşma, sürece dahil olan tüm delil ve belgeler gizli kalabilmektedir. Ticari sırların korunmasını sağlamaktadır.

Arabuluculukta gizlilik hakimdir. Taraflar birbirlerinin rızasını almaksızın
arabuluculukta anlaştıkları uyuşmazlık konusunu başka kimselere açıklayamaz. Aksi halde kanunda düzenlenmiş olan cezai yaptırım uygulanmaktadır. Bu durum arabulucuya başvuruyu, arabuluculukta anlaşmayı ve karşılıklı olarak gizliliği temin etmeyi sağladığı için arabuluculuğu elverişli ve cazibeli kılmaktadır.

Hangi alanlarda arabulucuya başvuru yapılabilir ?

Pek çok hukuki ihtilafı çözümü arabuluculuk yolu ile mümkündür. Kamusal ve devletin karar verme yetkisinin bulunmadığı hukuki uyuşmazlıklar arabuluculuğa elverişlidir ve anlaşma yapılması mümkündür.

Ticaret Hukukunda Arabuluculuk : Ticaret kanununda yapılan 5A ek maddesi ile bir miktar paranın ödenmesi talebini içeren uyuşmazlıklar ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvuru zorunlu tutulmuştur. Zorunlu yani dava şartı kapsamında olmayan ticari uyuşmazlıklarda da ihtiyari olarak elverişli olduğu müddetçe arabulucuda anlaşma yapılması mümkündür.

İş Hukukunda arabuluculuk : İş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade davaları açılmadan önce de arabulucuya başvuru zorunludur. Bu tür uyuşmazlıklarda arabulucuya başvurunun zorunlu tutulmasının sebebi, dava açılmadan önce tarafların anlaşmaları mümkün olursa bu anlaşmayı değerlendirmek, taraflar arasındaki ihtilafı çözmek, toplumsal barışa katkıda bulunmak ve yargı yükünü hafifletmektir

Sigorta Hukukunda Arabuluculuk : Sigorta hukukunda arabuluculuk, kimi uyuşmazlık türü bakımından tüketici, kimi uyuşmazlıklarda ticari dava şartı kapsamına girmektedir. Sigorta hukuku alanında uzman arabulucular tarafından sigorta hukukunda arabuluculuk yapılmaktadır. Tarafımızca da sigorta hukukunda uzman arabuluculuk yapılmaktadır.

Spor Hukukunda Arabuluculuk : Spor hukukunda cezai ve idari anlamda bir uyuşmazlık olmadığı müddetçe sportif uyuşmazlıkların da arabuluculukta çözülmesi mümkündür. Sporcu alacakları bu kapsamda sıklıkla karşılaşılan hukuki ihtilaflardandır.

Tüketici Hukukunda Arabuluculuk : Tüketicinin korunması hakkında kanuna eklenen 73/A maddesi ile tüketici mahkemelerinde görülen ve parasal sınır olarak 10.390 TL ve üzerindeki uyuşmazlıklar veya konusu para ile belirlenemeyen uyuşmazlıklar dava şartı kapsamında arabulucuya başvuru zorunluluğu getirilmiştir.

Online olarak arabulucuya başvuru yapılabilir mi?

Arabulucuya başvuru uyap üzerinden vekiller vasıtası ile yapılabileceği gibi, dışarıdan arabuluculuk merkezleri ile iletişime geçilerek de yapılabilir. Online olarak veya internet üzerinden arabulucuya başvuru yapılması mümkündür. Arabuluculuk toplantılarının online olarak uzaktan telekonferans olarak yapılması halinde tarafların e-imza ile veya kargo ile gönderilen evrakları ıslak olarak imzalamaları mümkün olabilmekte.

Online olarak uzaktan telekonferans ile arabuluculuk talepleriniz için bizimle iletişime geçebilirsiniz : http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

Arabulucu Avukat Fatma Tuğçe Bilgin

2014 yılında Türkiye’nin en saygın devlet üniversitelerinden biri olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. 2016 yılı Ocak ayında avukatlık ruhsatını alarak mesleğe başlamış, çeşitli hukuk bürosu ve şirketlerde avukatlık yapmıştır. 2020 yılı Şubat ayından itibaren Adalet Bakanlığı Arabuluculuk siciline kayıtlı olarak arabuluculuk yapmaktadır. Ticaret Hukukunda ve Sigorta Hukukunda Uzman Arabuluculuk Eğitimi almış olup, dava şartı kapsamında ve ihtiyari olarak ticari davalarda arabuluculuk yapmaya devam etmektedir.

Arabulculuk Daire Başkanlığı Sicile kayıtlı arabulucular : https://adb.adalet.gov.tr/Home/ArabulucuListesi

ileavukatadmin

Görevsiz Mahkemece Verilen Tedbir Kararı

Yetkisiz veya görevsiz mahkemenin verdiği tedbir kararının akıbeti ne olur?

Dava dilekçesi ile beraber asıl taleplerin yanında dava konusu şey üzerinde ihtiyati tedbir kararı verilmesi talep edilmiş olabilir. Davanın görüldüğü mahkeme esas hakkında inceleme yapmadan önce dosyada tedbir kararı vermiş, sonrasında ise dosyada görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermişse tedbir kararının durumu ne olacaktır? Tedbir kararı kendiliğinden kalkar mı?

HMK 397. maddesinin 2. fıkrası “İhtiyati tedbir kararının etkisi, aksi belirtilmediği takdirde, nihai kararın kesinleşmesine kadar devam eder.” şeklindeki düzenlemesi ile nihai kararın kesinleşmesine kadar devam edeceğini belirtmiştir. Bu durumda görevsizlik ve yetkisizlik kararı da bir nihai karar olduğundan bu karar kesinleşene değin tedbir kararı uygulanması devam etmektedir.

Görevsizlik veya yetkisizlik kararı veren mahkeme bu kararı ile dosyadan el çekmiş olduğundan artık bu aşamadan sonra tedbir talebi hakkında değerlendirme yapması ihtiyati tedbir kararı vermesi mümkün olmayacaktır. Esas mahkeme dosyadan görevsizlik ve yetkisizlik kararı vermiş olmakla dosyadan el çekmiş olduğundan, istinaf kanun yolu açıksa esas hakkında görevli ve yetkili mahkeme istinaf mahkemesi olacaktır. Bu sebeple ihtiyati tedbir kararı verilmesinde de esas mahkeme olarak istinaf mahkemesi yetkili olacaktır.

Tedbir kararına itiraz

İhtiyati tedbir kararı verilebilmesi için gerekli şartlar HMK 389’da düzenlenmiştir. Esas hakkında davaya bakan veya esas hakkında davaya bakmakla görevli ve yetkili mahkeme tarafından HMK 389 şartlarının varlığı halinde ihtiyati tedbir kararı verilebilir.

HMK 389’a göre mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir. Yargılama süresince dava konusu mal veya şey değişme yaşanması, üzerinde bir hak tesis edilmesi, elden çıkarılması gibi sebeplerle hakkın elde edilmesinin zorlaşacağı yahut imkansızlaşacağı yönünde hakimin takdiri söz konusudur.

İhtiyati tedbir kararına karşı, dinlenmeksizin aleyhine tedbir kararı verilmiş olan taraf tedbir kararına karşı itiraz edebilir. Tebir kararına itiraz üzerine mahkeme, dinlemek üzere tarafları davet eder; gelmedikleri takdirde dosya üzerinden inceleme yaparak kararını verir. İtiraz üzerine mahkeme, tedbir kararını değiştirebilir veya kaldırabilir. Mahkemenin itiraz üzerine verdiği karara karşı kanun yollarına başvurulabilir.

HMK 394/5 ‘e göre İhtiyati tedbir kararının uygulanması sebebiyle menfaati açıkça ihlal edilen üçüncü kişiler de ihtiyati tedbiri öğrenmelerinden itibaren bir hafta içinde ihtiyati tedbirin şartlarına ve teminata itiraz edebilirler.

ileavukatadmin

Miras bırakanın ölüme bağlı tasarrufu

Miras bırakan saklı payların dışında kalan miktarlar için ölüme bağlı tasarruflar yapabilir. Yaptığı tasarruflar saklı payları ihlal ederse, tenkise tabi kazandırmalar olarak kabul edilir.

Kimler saklı paylı mirasçılardır? Hangi mirasçıların saklı pay oranları ne kadardır? Saklı pay oranını nasıl hesaplarım? Tasarruf nisabı nedir? Tasarruf nisabı nasıl hesaplanır? Tenkise tabi kazandırmalar nelerdir? Tereke aktifi nedir? Net tereke nedir, nasıl hesaplanır?

Miras bırakanın yaptığı ölüme bağlı tasarruflar tasarruf nisabını aşıyorsa saklı payları tasarruf edilmiş olan mirasçılar tenkis talep edebilir?

Tasarruf nisabı nasıl hesaplanır?

Tasarruf nisabına rakamsal değer biçilmesi gerekmektedir. Öcelikle terekenin değeri tespit edilir. Terekenin tespiti için ölüm anındaki mevcudiyet yeterli değildir. Bu sebepler öncelikle nelerin tenkise tabi olduğu belirlenmeli ve tereke hesabında dikkate alınmalıdır. Sadece ölüme bağlı tasarruflar değil, bazı sağlararası kazandrmalar da tenkise tabi olabilmektedir. Tenkis edilecek olan işlemler hükümsüzleşmektedir. Burada her iki kazandırmanın da ortak özelliği karşılıksız yapılmış olmalarıdır. İvazlı olarak yapılan kazandırmalar terekede eksilmeye sebep olmayacağı için tenkise tabi olmazlar.

Tereke Aktifinin Hesaplanması

Terekedeki mal varlığına mirasın açıldığı an itibariyle değer biçilir. Ölüme bağlı tasarruflar henüz terekeden çıkmamış olduğu için tereke aktifinin içinde yer almaktadır. Tenkise tabi olan yani ivazsız yapılmış olan sağlararası kazandırmalar ise terekeden çıkmış olduğu için yapılan bu tasarruf değerinin terekeye eklenerek tereke aktifinin bulunması gerekir.

Örneğin; miras bırakan A vefat ettiği tarihte bankada 50.000 TL parası, 150.000 TL değerinde de arabası mevcut. Miras bırakan A vefat etmeden önce çok sevdiği bir dostuna, vefat etmeden 1 yıl önce karşılıksız olarak 100.000 TL değerinde bir tablo hediye etmiş olsun. Miras bırakanın vasiyetname ile de 150.000 TL değerinde arabasını bir süredir beraber yaşamakta olduğu hayat arkadaşına bırakmış olduğunu kabul edelim. Miras bırakan A’nın mirasçılarının saklı paylarının ihlal edilip edilmediğinin tespiti için öncelikle tereke aktifinin hesaplanması gerekecektir. Hali hazırda terkede 50.000 TL para ve 150.000 TL değerinde araba mevcuttur. Ölüme bağlı tasarrufa konu olan araba henüz terekeden çıkmamıştır. Ancak mirasın açılmasından 1 yıl evvel bağışlanmış olan 100.000 TL değerindeki tablo sağlararası kazandırmaya konu olmuştur ve terekeden çıkmıştır. Bu sebeple terekede bulunan 200.000 TL’ye 100.000 TL (tablonun değeri) de eklenerek tasarruf nisabı hesaplanmalıdır.

Öncelikle, sağ kalan eşin mal rejimi tasfiye edilir, sağ kalan eşe borcu varsa tasfiye edilir. Sağ kalan eşin ölen eşe borcu varsa katılma alacağı olarak terekeye eklenir. Ardından TMK 507/2 uyarınca terekeden indirilmesi gerekenler indirilir ve net tereke bulunur. TMK 507/2 çıkarılması egerken kalemleri saymıştır. Miras bırakanın tüm borçları, Cenaze giderleri, Terekenin mühürlenmesi ve yazımı için gereken tüm masraflar, Miras bırakan ile birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kişinin 3 aylık bakım gideri tereke aktifinden tereke borcu olarak indirilir.

Denkleştirmeye tabi kazandırmalar terekeye eklenir

Denkleştirmeye tabi kazandırmalar TMK 669 da sayılmıştır. Denkleştirmeye tabi kazandırmalar sağlararası işlemin tasarruf nisabını aşıp aşmadığını anlamak için farazi olarak terekeye eklenir. Saklı payların ihlal edilmiş olduğu belirlenirse bu pay miras payından mahsup edilir. Çeyiz ve iş kurma sermayesi olarak mirasçıya yapılan kazandırmalar kural olarak miras bırakan aksi iradeyi ortaya koymadıkça denkleştirmeye tabi olduğu kabul edilir. Yani o kazandırma mirasçının miras payına ek olarak yapılmamıştır, mahsuben yapılmıştır.

Yasal mirasçılık hakkında yazımız : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2020/07/23/yasal-mirascilik/

BİLGİN HUKUK BÜROSU

ARABULUCU AVUKAT FATMA TUĞÇE BİLGİN

terekenin hesaplanması, miras hukuku, miras avukatı, miras avukatı istanbul

ileavukatadmin

Yasal Mirasçılık

Yasal mirasçılar 4 başlık altında ele alınabilir. Kan hısımları, Sağ kalan eş, Evlatlık ve Devlet. Miras hukuku.

Yasal mirasçı : Kan hısımları

Kan hısmı olarak yasal mirasçı denildiğinde akla ilk olarak altsoy gelir. Mirasbırakanın birinci derece mirasçıları onun altsoyudur. Mirasçının çocukları eşit olarak yasal mirasçıdır. Çocuklardan biri mirasbırakandan önce ölmüş ise varsa ölen çocuğun altsoyu onun yerine mirasçı olmaya devam eder.

Mirasbırakanın öldüğü tarihte altsoyu bulunmuyorsa bu durumda yasal mirasçıları eşit paylarla anne ve babasıdır. Eğer anne ve babadan biri ölmüşse onun payı ölen mirasçının altsoyuna paylaştırılır. Asıl mirasçının altsoyu bulunmuyor, anne ve babası da ölmüş ve onların da altsoyu bulunmuyor ise, bu durumda büyük anne ve büyük baba eşit olarak yasal mirasçı olacaktır. Yine büyük anne ve büyük babasının asıl mirasçıdan önce ölmüş olması halinde miras büyük anne ve büyük babanın miras hisseleri oranında altsoylarına paylaştırılacaktır.

Türk Medeni Kanun m 498 evlilik dışında doğan ve soybağının tanıma veya hakim hükmüyle kurulmuş olması halini, aynen evlilik içinde doğmuş çocuk gibi mirasçı olacağını ifade etmiştir. Altsoy mirasçıyı düzenleyen 495. maddede elilik içinde doğmuş olma koşuluyla altsoy olma gibi bir ayrım yapılmamış olmasına rağmen, bu şekilde koruyucu bir düzenleme getirilmiştir. Çocuğun evlilik içinde veya evlilik dışında doğması miras hakkını etkileyen bir husus değildir.

Yasal mirasçı : Evlatlık

Evlatlığın miras hakkı : Evlatlık edinilen çocuk da mirasbırakanın aynı kendi altsoyu gibi mirasçı olur. Evlatlığın mirasbırakandan önce ölmesi halinde tıpkı altsoy mirasçıdaki gibi, evlatlığın altsoyu mirasçı olmaya devam eder. Evlat edinen ise evlatlığa mirasçı olamaz. Evlatlık aynı zamanda öz ailesine de mirasçı olmaya devam eder.

Yasal Mirasçı : Sağ kalan eş

Sağ kalan eşin miras hakkı birlikte bulunduğu zümreye göre farklılık göstermektedir. Sağ kalan eş mirasbırakanın altsoyu ile beraber mirasçı olursa yasal miras hakkı mirasın dörtte biri oranındadır. Mirasbırakanın altsoyu bulunmuyorsa bu durumda bir üst zümre anne-baba ile beraber mirasçı olacağı için sağ kalan eş mirasın yarısı oranında yasal miras hakkına sahip olacaktır. Eğer mirasbırakanın anne ve babası ile onların da altsoyu bulunmuyorsa, sağ kalan eş büyük anne-büyükbaba ve torunları ile birlikte mirasçı olacağından dörtte üç oranında miras hakkına sahip olur. Eğer miras bırakanın büyük anne, büyükbaba ve torunları da bulunmuyorsa mirasın tamamı sağ kalan eşe kalır.

Yasal Mirasçı : Devlet

Türk Medeni Kanununun 501. maddesi hiç bir mirasçı bırakmaksızın ölen kişinin mirasının devlete geçeceğini düzenlemiştir.

tenkis davaları hakkında ilgili yazımızı okuyabilirsiniz: http://fatmatugcebilgin.av.tr/2020/07/16/olume-bagli-tasarruflarin-iptali-ve-tenkisi/

Miras hukuku avukat için tarafımızla iletişime geçmek için : http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

BİLGİN HUKUK BÜROSU

ARABULUCU AVUKAT FATMA TUĞÇE BİLGİN

Miras avukatı İstanbul, miras davası avukatı, Miras hukuku avukatı, Üsküdarda avukat

ileavukatadmin

Ölüme Bağlı Tasarrufların İptali ve Tenkis Davası

Ölüme bağlı tasarruf miras bırakanın mal varlığı hakkında ölümünden sonra geçerli olmak üzere yapmış olduğu hukuki işlemdir. Miras bırakan yapacağı bir vasiyetname ile mal varlıklarının bir kısmı veya tamamı hakkında tasarrufta bulunabilir. Miras bırakanın vesiyetname ile yaptığı tasarruf yasal mirasçıların haklarını zarara uğratıyorsa bu durumda bir takım miras hukuku davaları ortaya çıkabilecektir.

Vasiyetnamenin İptali Davası

Türk Medeni Kanunu 557. maddesi vasiyetnamenin iptalinin talep edilebileceği durumları belirlemiştir.

1-Miras bırakanın vasiyetname düzenlenirken tasarruf ehliyeti bulunmaması,

2-Miras bırakanın vasiyetnameyi yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapmış olması,

3. Vasiyetname içeriğinin, bağlandığı koşulların hukuka veya ahlaka aykırı olması,

4. Kanunda öngörülen şekillere uyulmadan yapılmış olması.

Vasiyetnamenin iptali davasının mirasçı tarafından vasiyetnamenin, iptal sebebinin ve dava hakkının öğrenilmesinden itibaren 1 yıl içinde açılması gerekmektedir. Her halde vasiyetnamenin iptali davasının vasiyetnamenin açılma tarihinden itibaren 10 yıllık süre içinde davanın açılması gerekmektedir. Bu sürenin vasiyetnamenin usulünce açılıp ilgililere tebliğ edilmesi ile başlayacağı kabul edilmektedir.

Tenkis Davası

Saklı payları vasiyetname ile ihlal edilmiş olan mirasçılar ihlal edilen payları hesabında tenkis talep edebilirler. Saklı payı ihlal edilen mirasçılar sadece ölüme bağlı tasarruflar açısından değil, sağlararası kazandırmalarda da tenkis talep edebilmektedir. Çünkü sağlararası kazandırmalar da saklı payın ve tasarruf edilebilir payın hesaplanması için terekeye dahil edilmektedir.

Tenkiste sıra : İhlal edilen saklı paylar tamamlanıncaya kadar öncelikle ölüme bağlı tasarruflar tenkis edilir, ardından en son tarihli olandan en eskisine doğru tenkis yapılır.

Vasiyetnamenin iptali mirasçının yalnızca saklı payının değil, miras payının tamamını korumaktadır. Zira; iptal edilen vasiyetnameye konu miras mal varlığı tümü ile terekeye dönmektedir. Vasiyetnamenin iptali sebebinin ispatlanamaması ihtimalinde ise, vasiyetname ile ihlal edilmiş olan saklı payların tenkisinin talep edilmesi davanın terditli olarak açılması halinde mümkün olabilmektedir.

Vasiyetnamenin iptali ve yasal mirasçıların başvurabileceği yollar

BİLGİN HUKUK BÜROSU

ARABULUCU AVUKAT FATMA TUĞÇE BİLGİN

Tenkis davası ve vasiyetnamenin iptali davası miras avukatı tarafından takip edilmelidir. Vasiyetnamenin hazırlanması için vasiyet hukuku, vasiyetname avukatı ile beraber çalışılmalı, geçersiz vasiyetname iptal davası için vasiyetname hazırlanması için miras avukatından destek alınmalıdır. Miras hukuku davaları avukat İstanbul Vasiyetnamenin iptali davası avukat tenkis davaları hakkında hukuki destek için iletişime geçebilirsiniz.

Miras davası avukat, Vasiyetnamenin iptali davası, geçersiz vasiyetname, tenkis davası, saklı pay, miras davası

ileavukatadmin

Çocukla Kişisel İlişki Tesisi

Boşanma davalarında müşterek çocuğun velayeti hakkında da karar verilmektedir. Mahkemenin boşanma kararı ile beraber verdiği nafaka ve velayete ilişkin kararlara karşı istinaf/temyiz yolu açıktır. Taraflar boşanma kararına itiraz etmese de sadece nafakaya ilişkin karara veya velayete ilişkin karara da itiraz edebilirler. Bu durumda dava dosyası istinaf edilmiş olmasına rağmen boşanma kararı kesinleşmiş olur.

Müşterek çocuğun velayeti anne ya da babaya verilmekle, diğer taraf için de kişisel ilişki tesisine dair karar verilir. Hak kişisel ilişkinin çocuk için sakıncalı olacağına dair deliller varsa kişisel ilişkinin kaldırılmasına da karar verebilir. Aile mahkemeleri velayetin verildiği taraf lehine diğer tarafça iştirak nafakası ödenmesine de karar verir. İştirak nafakası yükümlüsünün işsiz olması gelirinin az olması bu yükümlülüğü ortadan kaldırmaz.

Velayetin verilmediği tarafın müşterek çocukla şahsi münasebet kurabilmesi için, mahkeme boşanma ilamında belirli günlerde kişisel ilişki tesisine karar verir. Tarafların farklı şehirler veya farklı ülkelerde yaşıyor olması halinde kişisel ilişki tesisi de buna göre yatılı olarak ve daha uzun sürelerle ayarlanmaktadır.

Çocukla kişisel ilişkinin engellenmesi

Aile mahkemesinin boşanma ilamı ile beraber belirlemiş olduğu günlerde velayetin verilmediği taraf ile çocuğun kişisel ilişki tesisi kurması gerekmektedir. Bu karar yalnızca tarafları değil, müşterek çocuğun ruhsal ve sosyal anlamda sağlıklı büyümesini sağlamaya ve çocuğu korumaya yöneliktir. Müşterek çocuğun anne ya da babası ile kişisel ilişkisinin engellenmesi halinde çocuk icrası yapılabilmektedir. İcra müdürlüğü vasıtası ve uzman pedagog eşliğinde çocuğun bulunduğu adresten çocuğun kişisel ilişki saatlerinde teslimi sağlanır. Bu uygulama çocuğun psikolojisini olumsuz etkilemesi sebebiyle haklı olarak çok eleştirilmektedir. Gündemde bu konuda yapılacak yasa değişikliği bulunmaktadır.

Çocuğun kişisel ilişki günlerinde teslim edilmemesi şahsi münasebetin engellenmesi İcra iflas Kanunu hükümlerine göre suç teşkil etmektedir. Kişisel ilişkinin engellenmesi halinde, usuli şartlar da mevcutsa icra mahkemesine yapılan şikâyet sonucunda tazyik hapsi uygulanmaktadır.

ileavukatadmin

Dolandırıcılık suçunun maddi ve manevi unsurları

Ağır ceza avukatı

Dolandırıcılık suçu TCK’nın 157. maddesinde düzenlenmiş ve suçun unsurları da madde metninde belirtilmiştir. Dolandırıcılık suçunun nitelikleri halleri ise daha ağır cezayı gerektiren hallerdir ve bu husus da TCK’nın 158. maddesinde düzenlenmiştir. Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için madde metninde tanımlanan maddi ve manevi suç unsurlarının gerçekleşmesi gerekmektedir. Dolandırıcılık suçu kasten işleneblen bir suçtur, takdirle işlenmesi mümkün değildir. Bu husus suçun manevi unsurunu belirtmektedir.

Dolandırıcılık suçu hileli davranışlarla işlenmesi gereken bir suçtur. Hileli davranışın neler olduğu Yargıtay içtihatları ve yorumları ile tamamlanan bir husustur. Hileli davranışların aldatıcı nitelikte olması gerekmektedir. Aldatıcı nitelikte olmayan bir hileli davranışın yani alelade ve hiç bir inandırıcılığı olmayan, karşısındaki insanı kandırma inandırma kabiliyeti olmayan bir davranış dolandırıcılık suçu kapsamında değerlendirilemez. Aldatıcı niteliğin nasıl belirleneceği tartışmasında ise objektif değil, subjektif olarak değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Zira her kişinin akıl, zeka, eğitim durumu farklılık gösterebileceğinden hileli davranışlar karşısında inanma ihtimali de farklılık göstermektedir. Bu sebeple dolandırıcılık suçu kapsamında hileli davranışların inandırıcılığı mağdur kişinin yani hileli davranışların yöneldiği kişinin özellikleri dikkate alınarak subjektif esaslara göre belirlenecektir.

Dolandırıcılık suçunun bir diğer unsuru ise zarardır. Hileli davranışların yöneldiği veya bir başka kişinin zarar uğramış olması gerekmektedir. Fail hileli davranışlar ile kendisine veya bir başkasına menfaat sağlamış olmalıdır. Bu suç unsurlarından birinin gerçekleşmemesi halinde dolandırıcılık suçunun maddi unsurları mevcut olmadığından sanığın bu suçtan mahkum edilmesi mümkün olamayacaktır.

Dolandırıcılık suçu Ağır Ceza Mahkemelerinin görev alanına girmektedir. Ağır ceza avukatı ceza hukuku alanında bu kapsamda ceza davalarında müdafii olarak savunma yahut da davaya katılan müşteki vekili olarak şikayet işlemlerinin yapılmasında görev alır. Ağır ceza davalarında ceza avukatının işlevi savunmada önem taşımaktadır.

Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için sanığın ‘hileli davranışlar ile bir kimseyi aldatması’ gerekmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu- 29.11.2016 2014/597 E. 2016/452 K.Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır…
……
Malvarlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,
2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,
3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Fail kendisine veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile fiil arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçütler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik zarar olmalıdır.”

Dolandırıcılık suçunun nitelikleri hallerinden birinin gerçekleşmesi halinde üç yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ayrıca nitelikli hallerden ; Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak, Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle, Banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla, Sigorta bedelini almak maksadıyla, Kişinin, kendisini kamu görevlisi veya banka, sigorta ya da kredi kurumlarının çalışanı olarak tanıtması veya bu kurum ve kuruluşlarla ilişkili olduğunu söylemesi suretiyle işlenmesi hallerinde verilen hapis cezası alt sınırı dört yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamamaktadır.

Ceza avukatı İstanbul da ve bir çok ilde bulunan ceza mahkemelerinde savunma avukatı olarak yer almaktadır. Savunma hakkının korunması ve adil yargılanmanın temini olarak ağır ceza avukatı ceza yargılamasında önem taşımaktadır.

ileavukatadmin

Aktüeryal Tazminat Hesaplamaları

Aktüeryal hesaplamalar tazminat hukukunun önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Aktüeryal hesaplamalar insanların doğum, ölüm, sakatlık, hastalık emeklilik gibi durumlarının yaşam tabloları çerçevesinde finansal etkilerini ifade etmektedir. Kaza, haksız fiil, yangın, sel, mücbir sebep vb. sonucuna kişilerin uğramış oldukları bir takım alacak kalemleri mahkemeler tarafından aktüeryal bilirkişilere hesaplatılmaktadır.

Aktüeryal hesaplama yapan bilirkişiler, kişilerin tüm özellikleri, kusurları, olayların riskleri vs. tüm hususları göz önünde bulundurarak teknik hesaplamalar yaparken, Yargıtay uygulamalarıyla belirlenen ilkelere de uymak zorundadır.

Aktüeryal hesaplamalar yapılırken yaşam tabloları üzerinden kişilerin ortalama bakiye ömürleri dikkate alınmaktadır. PMF 1931, TRH 2010 ve CSO 1980 olmak üzere uygulanan 3 farklı yaşam tablosu bulunmaktadır. Sigorta şirketlerinin tazminat hesaplamalarında farklı tabloları kullanmaları söz konusu olabilmektedir. Ancak Yargıtay’ın uygulamalarında PMF 1931 yaşam tablosu kabul edilmektedir. Bu sebeple yargılama aşamasında yapılan aktüeryal hesaplamalarda bilirkişiler de bu yaşam tablosunu baz alarak teknik hesaplamalar yapmalıdırlar. İşçi ya da trafik kazasının mağduru hak sahiplerinin haksız fiil sorumlularına karşı açtıkları tazminat davalarında istisnasız PMF 1931 yaşam tablosu esas alınmakta, davacının tazminat talepleri bu yaşam tablosu baz alınarak hesaplanmaktadır. Aksi halde; bu ilkeye uyulmadan düzenlenen rapora dayanılarak yerel mahkeme tarafından karar verilse dahi, Yargıtay tarafından karar bozulacak ve yargılama uzayacaktır.

Yargıtay iş kazaları rücu davasında TRH 2010 yaşam tablosunun uygulanacağını kabul ederek, PMF 1931 uygulamasına tek bir istisna getirmiştir.

Trafik kazası sebebiyle uyğranılan zararların tazmini talebi ile açılan davalarda bedensel zarralar, Tedavi giderleri (sosyal güvenlik kurumundan alınamayan zararlar), Kazanç kaybı, Çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar, manevi zararların tazmini talep edilebilir. Bu alacak kalemlerinin hesaplanması aktüeryal bilirkişiler tarafından tarafların kusurları da göz önünde bulundurularak hesaplanmaktadır.

Bilgin Hukuk Bürosu

Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN

PMF 1931 YAŞAM TABLOSU

P.M.F. (Yaşam Tablosu – 1931)

YaşBakiyeOrtalama ÖmürYaşBakiyeOrtalama ÖmürYaşBakiyeOrtalama Ömür
056.643037.506014.89
160.603136.706114.23
260.583235.906213.59
359.973335.106312.97
459.223434.296412.35
558.413533.496511.75
657.573632.696611.17
756.713731.906710.51
855.833831.106810.05
954.933930.31699.50
1054.034029.73708.98
1153.114128.73718.47
1252.194227.95727.98
1351.284327.18737.54
1450.374426.40747.08
1549.494525.64756.88
1648.624624.78766.25
1747.784724.12775.86
1846.964823.36785.50
1946.154922.62795.15
2045.905021.88804.85
2144.595121.15814.52
2243.835220.42824.22
2343.035319.70833.95
2442.275418.98843.71
2541.495518.28902.71
2640.705617.82952.40
2739.905716.901002.00
2839.105816.101051.00
2938.325915.55  

Tazminat avukatı istanbul

Trafik kazası tazminat davası avukat, tazminat davası avukatı istanbul

Trafik kazası davası avukat istanbul

Trafik kazası avukatı

ileavukatadmin

Hizmet Tespit Davaları

Hizmet tespit davası bir diğer adıyla sigortalılığın tespiti davası, sigortaya bildirilmeksizin veya eksik bildirilerek çalışan işçi tarafından açılan bir tespit davasıdır. Bu dava ile işçi işverende çalışmış olduğu sürelerin tam maaşı ile sigortalılığının tespitini talep eder. İşveren ve sosyal güvenlik kurumuna karşı beraber açılması gereken bu davada sosyal güvenlik kurumu da davalı konumundadır.

Hizmet tespiti davası sonucunda işçi lehine karar verilmesi halinde, belirli bir tarih aralığı ve maaş tespiti ile beraber sigortalılık da tespit edilir. İşçi tarafından açılan sigortalılığın tespiti davasının kabulü ve iş mahkemesinin kararının kesinleşmesiyle beraber, işveren tespit edilen süreler ve maaş üzerinden işçinin sigorta primlerini borçlanmış olmaktadır. Bu prim borçlarıyla beraber işverenin sosyal güvenlik kurumuna para cezası ödemesi de söz konusu olmaktadır.

İşçi tarafından açılmak istenen hizmet tespit davasının çalışılan son yıldan itibaren 5 yıllık süre içerisinde açılması gerekmektedir. Bu süre hak düşürücü süredir.

İş hukuku avukatı, İş hukuku davası avukat, Üsküdarda avukat üsküdarda işçi avukatı işçi avukatı

ileavukatadmin

İhtarnameye Cevap

Noterden gönderilen ihtarnameye cevap vermek zorunlu mu?

Noterden gönderilen ihbarnamelerin gönderildiği duruma içerdiği konuya göre amacı farklılık gösterebilir. Genel olarak iş akdinin feshi, kira sözleşmesinin feshi gibi durumlarda noterden ihtarname gönderilmektedir. Sayısız pek çok durum için olaya özgü içerikle noterden ihtarname gönderilebilmektedir.

Noterden gönderilen ihtarname eline ulaşan kişi, ihtarnamede ileri sürülen doğru olmadığını düşündüğü şeylere karşı cevabi bir ihtarname ile itiraz edebilir. İhtarnameye itiraz etmezsem ne olur? İhtarnameye itiraz etmek zorunda mıyım? İhtarnameye cevap vermezsem kabul etmiş sayılır mıyım? gibi sorular sıkça sorulmaktadır. Genel hukuk kuralları gereği susmak ikrar anlamına gelmemektedir. Örneğin bir dava dilekçesine süresinde veya hiç cevap vermeyen davalı davadaki aleyhine iddiaları kabul etmiş sayılmamaktadır. Aynı durum noterden gönderilen ihtarnameler için de geçerlidir. Noterden ihtarname gönderilen kişi bu ihtarnamedeki iddialara cevap verebileceği gibi, sessiz de kalabilir ve bu durum aleyhine olan iddiaları kabul ettiği anlamına gelmez.

Noterden gönderilen ihtarnameye cevap vermezsem ne olur?

Noterden gönderilen ihtarnameye cevap vermek, itiraz etmek isteyen kişi noterden cevabi ihtarname gönderebilir. Bu durum ileride açılması muhtemel olan davada dayanmak istediği iddialar yönünden elinin güçlenmesini sağlayabilmektedir. Ancak; gönderilmemesi halinde de kendisine itham edilen haksız iddiaları kabul ettiği anlamına gelmemektedir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi  2014/34616 E. 2016/10483 K. sayılı 26.4.2016 tarihli kararında da ihtarnameye cevap vermeyen davacı işçinin, iş akdinin işveren tarafından haklı olarak feshedildiğinin kabulü anlamına gelmeyeceği belirtilmiştir.ÖZET : Dava, işçilik alacakları istemine ilişkindir. İş sözleşmesinin tazminat gerektirmeyecek şekilde sona erdiğini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Her ne kadar mahkemece davacının ihtarnameye cevap vermemesi haklı fesih olgusuna gerekçe olarak gösterilmiş ise de, söz konusu ihtarname eldeki davanın açılmasından sonra tebliğ edilmiş olup, davacının ihtarnameye cevap vermemesi haklı feshe gerekçe oluşturmamaktadır. “

İş hukuku avukatı, işçi avukatı, işçi hakları, ihtarname, ihtarnameye cevap, ihtarnameye itiraz, noterden gönderilen ihtarname.

ileavukatadmin

Ecrimisil davası

Ecrimisil nedir?

Ecrimisil bir malı haksız olarak kullanan kişinin hak sahibine ödemesi gereken haksız işgal tazminatı olarak tanımlanabilir. Ecrimisil alacağı nasıl hesaplanır? Söz konusu malın kullanımından gelen gelir, yahut da söz konusu malın emsal kira bedellerine göre mahkeme tarafından görevlendirilen teknik bilirkişilerce hesaplanmaktadır. Ecrimisil davasında ecrimisil alacağının hesaplandığı bilirkişi raporuna itiraz ederek ek rapor almak mümkündür. Ecrimisil alacağına haksız işgal tazminatı, ecrimisil tazminatı da denilmektedir.

Ecrimisil davası kim tarafından kime karşı açılabilir?

Ecrimisil davası mal üzerinde hak sahibi olan kişi tarafından, malı malikinin rızası olmaksızın ve herhangi bir hukuki hakka dayanmaksızın kullanan, işgal eden kötüniyetli kişiye karşı açılır. Bu kişiye haksız işgalci veya fuzuli şagil de denilmektedir. Haksız işgalci olan kişinin dışarıdan bir 3. kişi olması şart değildir. Örneğin üzerinde kendisinin de miras hakkı olduğu halde, mirasçılardan biri malı haksız olarak işgal etmekteyse bu kişi de haksız işgalci olacaktır ve kendisine karşı ecrimisil davası açılabilecektir. Bu durum mirasçılar arasında ecrimisil davası açılabileceğine örnektir.

Haksız işgal pek çok farklı durumda söz konusu olabilmektedir. Haksız yapı, taşkın yapı, kira ilişkisi sona ermesine rağmen malın teslim edilmemesi durumlarında da ecrimisil davası açılabilmektedir. Söz konusu örnekler çoğaltılabilmektedir ancak, benzer olaylarda ecrimisil davası avukatı danışmanlığı ile açılmalıdır.

Ecrimisil davasında zamanaşımı : Ecrimisil alacağı dava tarihinden itibaren geriye dönük 5 yıl olarak talep edilebilir. 5 yıldan önceki sürelere ait ecrimisil alacağı zamanaşımına uğramaktadır.

Ecrimisil davası açmadan evvel intifadan men koşulu gerçekleşmiş olmalıdır. Dava açılamadan evvel, hak sahibi tarafından haksız işgalciye bir ihtarname çekilerek haksız işgale son vermesi ihtar edilmelidir. Bu şart gerçekleşmeksizin açılan ecrimisil davası usulden reddedilmektedir.

Ecrimisil davası avukatı

Ecrimisil davasında davanın açılacağı görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesi, uygulanacak hukuk kurallarının ileri sürülmesi, delillerin tespiti ve mahkemede kullanılması gibi pek çok usul kuralları ecrimisil davası avukatı tarafından incelenmeli, usule uygun olarak yapılmalıdır. Ecrimisil tazminatı avukat desteği olmaksızın açılan davalarda hak kaybı ile sonuçlanabilmektedir. Bu sebeple bir ecrimisil avukatından mutlaka profesyonel destek alınmalı, dava avukat vasıtası ile dava takip edilmelidir. Hukuk büromuzda ecrimisil davaları hakkında avukatlık hizmetleri verilmektedir. https://fatmatugcebilgin.av.tr/

Ecrimisil alacağı müdahalenin men’i veya tapu iptal davası ile beraber talep edilebilmekle beraber, ayrı ayrı ya da bu davaların sonuçlanması akabinde ayrı dava olarak da açılabilmektedir.

Emsal kararlarla ecrimisil davası

“Asıl ve birleşen davanın ecrimisil miktarının hesaplanmasında, kira geliri üzerinden ecrimisil belirlendiği, taşınmazın dava konusu ilk dönemde mevcut haliyle serbest şartlarda getirebileceği kira parası, emsal kira sözleşmeleri ile karşılaştırılarak, taşınmazın büyüklüğü, niteliği ve çevre özellikleri de nazara alınarak yöredeki rayiçe göre belirleneceği, sonraki dönemler için ecrimisil değeri ise ilk dönem için belirlenen miktara ÜFE artış oranının tamamının yansıtılması suretiyle bulunacak miktardan az olmamak üzere takdir edileceği ilkesine aykırı yöntem kullanılması ve  her döneme karşılık gelen ecrimisil miktarı ile, her dönem sonu faiz başlangıç tarihi ayrı ayrı gösterilmek suretiyle hüküm kurulması gerektiğinden /ozma kararı verilmiştir. “ ( Yargıtay 8. HD. 2018/2889 E. 2019/335 K. 14/01/2019)

Gerek öğretide ve gerekse yargısal uygulamalarda ifade edildiği üzere ecrimisil, diğer bir deyişle haksız işgal tazminatı, zilyet olmayan malikin, malik olmayan kötüniyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 08.03.1950 tarih ve 22/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; fuzuli işgalin tarafların karşılıklı birbirine uygun iradeleri ile kurduğu kira sözleşmesine benzetilemeyeceği, niteliği itibarı ile haksız bir eylem sayılması gerektiği, haksız işgal nedeniyle oluşan zararın tazmin edilmesi gerekeceği vurgulanmıştır.

Ecrimisil, haksız işgal nedeniyle tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olması nedeniyle, en azı kira geliri karşılığı zarardır. Bu nedenle, haksız işgalden doğan normal kullanma sonucu eskime şeklinde oluşan olumlu zarar ve kullanmadan kaynaklanan olumlu zarar ile malik ya da zilyedin yoksun kaldığı fayda (olumsuz zarar) ecrimisilin kapsamını belirler. Haksız işgal, haksız eylem niteliğindedir (YHGK’nin 25.02.2004 gün ve 2004/1-120-96 sayılı kararı).

Öte yandan; ecrimisile hükmedilebilmesi için,t aşınmazdan davacı tarafın ne şekilde ekonomik gelir elde ettiği hususunun ispatı zorunlu olmadığı gibi haksız olarak kullanılan taşınmazın ekonomik tahsis amacı itibariyle gelir getirmeye özgülenmemiş olması dahi sonuca etkili değildir. Somut olaya gelince, dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu ada parsel sayılı taşınmazın kayden davacıya ait olduğu, … 4. Aile Mahkemesinin 07.04.2009 tarih ve 2008/625 Esas-2009/319 Karar sayılı ilamı ile boşandıkları, boşanma ilamının 19.06.2009 tarihinde kesinleştiği, davacının 06/07/2009 tarihinde ihtarname keşide ederek davalının haksız müdahalesinin tebliğden itibaren üç gün içinde giderilmesini ihtar ettiği, ihtarnamenin 10/07/2009 tarihinde muhataba tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

İhtarnamenin tebliğinden itibaren davalının iyiniyetli olduğu kabul edilemeyeceğinden 13/07/2009 tarihinden itibaren ecrimisile hükmedilmesi doğru ise de, verilecek ecrimisil bedeli dava tarihini geçemez. Yargılama Hukukumuza göre, yargılama yapılarak hüküm altına alınabilecek talep, dava tarihinde gerçekleşen hakları kapsamaktadır. Hakkın doğması koşulu ile konusu sürekli edime ilişkin; nafaka, kira, dava tarihinden sonra gerçekleşen faize, TBK.122/2 hükmüne göre munzam zarara ilişkin haklar dışında dava tarihinden sonra gerçekleşen hakkın hüküm altına alınması olanağı kural olarak yoktur. 

Nitekim, ecrimisil davalarında; alacağa dava tarihine kadar geçen süre için hükmedilebilir. Dava tarihinden sonraki dönem için, yeni bir dava açılmadıkça; ıslah yolu ile de olsa talepte bulunulamaz. Zira, ıslah taraflardan birinin yapmış olduğu hukuki işlemin düzeltilmesidir. müddeabihin artırılması da dava dilekçesindeki talep miktarının ıslahıdır. Dolayısıyla, ıslah edilen dava açılan davanın devamıdır.

O nedenle mahkemece, 13/07/2009 tarihinden dava tarihine kadar olan dönem için ecrimisile karar verilmesi gerekirken, dava tarihinden,13/08/2013 tarihine kadar geçen süre için ecrimisil hesabı yapılıp hüküm altına alınmış olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.” (Yargıtay 8. HD. 2018/2813 E. 2019/416 K. 16/01/2019)

Özet: Mahkemece; kademeli faize hükmedilmişse de her döneme karşılık gelen ecrimisil miktarı ile kademeli her dönemin faizinin başlangıç tarihi gösterilmemiş olup, bu haliyle hükmün infaza elverişli olmaması ve mahkemece eksik yargılama giderlerine hükmedilmesi bozmayı gerektirmiştir. “ (Yargıtay 8. HD. 2018/2825 E. 2019/301 K. 14/01/2019)

ECRİMİSİL İSTEMİ – SONRAKİ DÖNEMLER İÇİN ECRİMİSİL DEĞERİ – BAZ İSTASYONU – KİRA GELİRİ “

Özet: Dava, ecrimisil istemine ilişkindir. İlke olarak, kira geliri üzerinden ecrimisil belirlenmesinde, taşınmazın davaya konu ilk dönemde mevcut haliyle serbest şartlarda getirebileceği kira parası, emsal kira sözleşmeleri ile karşılaştırılarak, taşınmazın büyüklüğü, niteliği ve çevre özellikleri de nazara alınarak yöredeki rayiçe göre belirlenir.

Sonraki dönemler için ecrimisil değeri ise ilk dönem için belirlenen miktara ÜFE artış oranının tamamının yansıtılması suretiyle bulunacak miktardan az olmamak üzere takdir edilir.

Çekişmeli 6 Sayılı parselin tapu kaydının tüm tedavülleri ile birlikte getirtilmesi davalı K… Gıda Turizm Danışmanlık ve Tic. Ltd. Şti ile davalı Avea İletişim Hizmetleri A.Ş. davaya konu parsele yönelik yapılan bir sözleşmenin bulunmadığı gözetilerek davalı K… Gıda Turizm Danışmanlık ve Tic. Ltd. Şti bakımından davanın reddine karar verilmesi, davalı Avea İletişim Hizmetleri A.Ş.’nin baz istasyonunu hangi tarihte çekişme konusu taşınmaza kurduğunun açıklığa kavuşturulması ve bu tarihten itibaren, davacıların istek tarihi de dikkate alınarak. Yukarıdaki ilkler uyarınca ecrimisilin belirlenmesi ve belirlenecek ecrimisilin de davalı Avea İletişim Hizmetleri A.Ş.’den tahsiline karar verilmesi gerekir.” (Yargıtay 8. HD. 2015/15496 E. 2016/5188 K. 27/04/2016)

Randevu almak için sitemizde yer alan iletişim bilgilerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. https://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

https://www.istanbulbarosu.org.tr/BaroLevhasi.aspx

Ecrimisil davası avukatlık hizmetleri

Tapu iptal davası ecrimisil, Ecrimisil avukatı, Ecrimisil davası avukatı Ecrimisil alacağı avukat istanbul İstanbul’da Ecrimisil avukatı. Gayrimenkul hukuku üzerine başkaca yazılarımızı okumak için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz : https://fatmatugcebilgin.av.tr/category/gayrimenkul-hukuku/

İstanbul’da ecrimisil davası kamulaştırma işlemleri ve kamulaştırma avukatı hakkında tarafımızla iletişime geçebilirsiniz.

Tapu iptal davası avukat

ileavukatadmin

Limited ortaklıktan çıkma veya çıkarılma halinde ödenen pey akçesi

Pey akçesi diğer bir adıyla ayrılma akçesi

Limited Ortaklıklarda ortaklıktan çıkma ve çıkarılma mümkündür. Bu konuda daha önce yazmış olduğumuz yazımız için : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/12/26/limited-sirketlerde-cikma-ve-cikarilma/

Ortaklıktan çıkma veya çıkarılma halinde ortaklık dışında kalan ortağa esas sermaye payının karşılığı olan bir değer ödenmesi gerekir. TTK m. 641 bu hususu düzenlemiştir. “Ortak şirketten ayrıldığı takdirde, esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini istem hakkını haizdir.” Bu hükümden anlaşılacağı üzere ayrılma akçesinin diğer bir adıyla pey akçesinin ortağın esas sermaye payının gerçek değerine eşit bir miktar olması gerekir. Ayrılma akçesinin miktarı tam olarak nasıl belirlenecektir?

TTK. 642. maddesinin 3. fıkrasında “Ayrılan ortağın ayrılma akçesinin ödenmeyen kısmı, şirkete karşı, bütün alacaklılardan sonra gelen bir alacak oluşturur.” denmiştir. Bu hüküm ile limited ortaklığın ortaklık alacaklıları korunmak istenmiştir. Zira ortaklık alacaklıları alacaklarını yalnızca ortaklıktan tahsil edebilir, ortakların malvarlığına başvurma imkanı yoktur. Bu sebeple ortaklık borçluları güvence altına alınmıştır, aksi halde ticari hayat güvenilmez bir hal alacaktır.

Ayrılma akçesinin serbestçe tasarruf edilebilecek yedeklerden ödenmesi gerekir. Esas sermayenin çıkan/çıkarılan ortağa aynen iade edilmesi olarak düşünülmemelidir.

Ayrılma akçesi ne zaman muaccel hale gelir? Kanun, yıllık raporda kullanılabilir özkaynak tutarının tespiti ile muaccel hâle geleceğini belirtmiştir.

Ayrılma akçesine ilişkin TTK. 641. hükmü emredici niteliktedir, şirket esas sözleşmesi ile aksi kararlaştırılamaz. Ortaklıktan çıkan veya çıkarılan ortak esas sermaye payını ve bu payın getirdiği karı, çıkma (veya çıkarılma) ile birlikte kaybetmektedir. Bu sebeple; çıkan veya çıkarılan ortak için esas sermayesine karşılık bir bedel ödenmesi gerekmektedir. Ortaklıktan çıkan veya çıkarılan ortağın ortaklıktan ayrılma akçesi, diğer bir adıyla pey akçesi talep edebilmesi için mahkeme kararına lüzum yoktur. Zira; kanunun emredici hükmü gereği ayrılma akçesi talep etme hakkına sahiptir. Çıkma veya çıkarılmanın mahkeme kararı ile gerçekleştiği hallerde mahkemeden aynı zamanda ayrılma akçesi miktarının da tespit edilmesi talep edilebilir. Ayrılma akçesi kanunun emredici hükmü ile belirlenmiş olduğu için ortaklık sözleşmesi ile ortadan kaldırılması veya ayrılma akçesi istenemeyeceği yönünde hüküm konulması bu hakkı ortadan kaldırmaz.

Yargıtay bir kararında; çıkma davasında davacı ortağın esas sermaye payının devrini isteme yetkisinin bulunmadığına ancak, ayrılma akçesinin tespit edilmesini talep edebileceğine karar vermiştir (Yargıtay 11. HD, 07.12.2015, E. 2015/5541, K. 2015/13068)

Ortaklardan birinin çıkma veya çıkarılma sebebiyle ortak vasfının sona ermesi halinde, diğer ortaklarla anlaştığı bir miktar üzerinden ayrılma akçesini alabilir. Ancak; taraflar (yani çıkan veya çıkarılan ortak ile ortaklık) esas sermayenin gerçek değerin belirlenmesinde, dolayısıyla ayrılma akçesinin miktarının belirlenmesinde anlaşmazlığa düşerlerse esas sermayenin gerçek değerinin tespitini mahkemeden talep edebilirler. Çünkü pey akçesi yani ayrılma akçesi esas sermaye payının gerçek değeri üzerinden belirlenmektedir. TTK. m.497 “Kanunda veya şirket sözleşmesinde esas sermaye payının bedeli olarak gerçek değerin öngörüldüğü durumlarda, taraflar anlaşamamışlarsa bu değer, taraflardan birinin istemi üzerine, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesince belirlenir. Mahkeme, yargılama ve değer belirleme giderlerini kendi takdirine göre paylaştırır. Mahkemenin kararı kesindir.” hükmü ile esas sermayenin gerçek değerinin tespitinin mahkeme kararı ile yapılabileceğini düzenlemiştir. Mahkeme ticaret hukuku uzmanı bilirkişilere teknik hesaplama yaptırarak bu değeri tespit edecektir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 07.12.2015 tarihli bir kararında; ‘Davacının çıkma davasında esas sermaye payının devrini isteme yetkisinin bulunmadığına; ancak, ayrılma akçesinin tespit edilmesini talep edebileceğine‘ karar vermiştir (T. 07.12.2015, E. 2015/5541, K. 2015/13068) Çıkma davasında ayrıca talep edilmediği halde ayrılma akçesinin de tespit edildiği karar örnekleri bulunmaktadır. ( Y. 11. HD, 17.09.2015, E. 2015/2122, K. 2015/9396; Y. 11. HD, 07.12.2015, E. 2015/5541, K. 2015/13068)

Ayrılma akçesinin borçlusu ortaklar değil, limited ortaklıktır. Dolayısıyla tarafların aralarında anlaşarak kararlaştırdığı veya mahkeme kararı ile tespit edilen tutarın, ortakların mal varlığından tahsil edilmesi mümkün değildir.

Ayrılma akçesi nasıl ödenir?

Ayrılma akçesi nakit olarak ödenebilir, ancak nakit olarak ödenmesi şart değildir. Ayrılma akçesine karşılık olarak başka bir şirketin pay senedi veya başka bir menkul değeri olarak da verilmesi mümkündür.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

Şirket avukatı, Ticaret Hukuku avukatı, Ayrılma akçesi, Pey akçesi, Limited Ortaklık,

ileavukatadmin

Nafaka hakkında hükümler

Yoksulluk nafakası Madde 175- Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.

Maddî tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir.

İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.

Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir. Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.

Hâkim istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.

ileavukatadmin

İş hukuku ve iş davaları kapsamında arabuluculuk

Bu yazımızda örnek Yargıtay kararlarına yer vereceğiz. Yargıtay kararları ilk derece mahkemesi olan iş mahkemelerinde görülen davalarda emsal teşkil etmekte, kanunun açıkça ifade etmediği veya boş bıraktığı noktalarda uygulama alanı bulmaktadır.

İş hukuku uygulamaları emsal Yargıtay kararları ile şekillenmektedir.

( Yargıtay 22. Hukuk Dairesi         2019/7908 E.  ,  2019/22799 K.)

İş kanunu 25.maddesinin 2.Bendinin (d) fıkrasına göre, işçinin işverene veya ailesine karşı şeref ve namusuna dokunacak sözler söylemesi veya davranışlarda bulunması ya da işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnatlarda bulunması veya işçinin işverene veya aile üyelerinden birine sataşması haklı fesih nedeni olarak sayılmıştır.
Çağdaş iş hukuku bir taraftan uluslararası sözleşmeler, diğer taraftan Avrupa Normları, işçinin huzur içinde işini görmesi, emeğinin karşılığını alması, çalışma ilişkisinin karşılıklı güvene dayanan tam bir uyum içerisinde olmasını amaçlamıştır. …

(Yargıtay 9. Hukuk Dairesi   2016/9243 E.  ,  2019/20743 K.)

5362 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinde belirtilen esnaf ve sanatkâr faaliyeti kapsamında kalan işyerinde üç kişinin çalışması halinde. 4857 sayılı Yasanın 4 üncü maddesinin (ı) bendi uyarınca, bu işyeri İş Kanununun kapsamının dışında kalmaktadır. Maddede üç işçi yerine “üç kişi”den söz edilmiştir. Bu ifade, işyerinde bedeni gücünü ortaya koyan meslek ve sanat erbabını da kapsamaktadır. İşinde bedeni gücü ile çalışmakta olan esnaf dahil olmak üzere toplam çalışan sayısının üçü aşması durumunda işyeri 4857 sayılı Yasaya tabi olacaktır.

Somut uyuşmazlıkta; Mahkemece talep edilen alacaklar yönünden işin esasına girilerek kabul kararı verilmişse de öncelikle yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler ve ilkeler çerçevesinde fesih tarihi itibariyle davalı işveren nezdinde çalışan isçi sayısı, işverenin işyerinde kendi bedeni gücü ile bizzat çalışıp çalışmadığı, işyerinin niteliği ve buna bağlı olarak görev yönünden araştırma yapılması gerekmektedir.

Zira dosya içerisinde fesih tarihine en yakın aralık 2013 yılına ait ücret bordrosunda davalı işyerinde 2 kişinin çalıştığı anlaşılmaktadır. İşveren gerçek kişi olup çalışan sayısı ve işyerinin niteliği mahkemece saptanmamış, işverenin esnaf olup olmadığı ve buna bağlı olarak görevli olup olmadığı belirlenmeden karar verilmiştir.

Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki esaslar uyarınca davalı işverenin esnaf statüsünde olup olmadığını ve buna bağlı olarak mahkemenin görevli olup olmadığını saptamaktır. Görev hususu değerlendirilmeden karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir..”

“..Uyuşmazlık, taraflar arasındaki ilişkinin 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.4857 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca, elli’den az işçi çalıştırılan (elli dahil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı iş yerlerinde veya işletmelerinde bu Kanun hükümleri uygulanmaz.

Ancak, tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerinde elli dahil daha az işçi bulunmasına rağmen, işyerinde sendika örgütlenmesi sonucu toplu iş sözleşmesi bağıtlanmış ise, üye sendika üyesi işçi ile işveren arasındaki uyuşmazlığın 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 79. maddesi uyarınca iş mahkemesinde görülmesi gerekir. Bunun dışında 4857 sayılı Kanun’un 4. maddesinde tarım ve orman işlerinin yapıldığı iş yerlerinde çalışanların kanun kapsamına girmeyeceği açıklandıktan sonra aynı madde de ayrık durumlara yer verilmiştir.

Buna göre;

1-Tarım sanatları ile tarım aletleri, makine ve parçalarının yapıldığı atölye ve fabrikalarda görülen işlerde,
2-Tarım işlerinde yapılan yapı işlerinde,
3-Halkın faydalanmasına açık park ve bahçelerde
4-Bir iş yerinin eklentisi durumundaki bahçe işlerinde, çalışanların, İş Kanunu kapsamında olacakları belirtilmiştir.Sonuç olarak tarım ve orman işletmelerindeki bitki ve hayvan üretimi, bakım ve yetiştirmesi dışında kalan işler İş Kanunu’na tabidir.

Yargıtay İçtihatların Birleştirilmesi Genel Kurulunun 23.05.1960 tarihli ve 11-10 ile 10.05.1974 tarihli ve 3-44 sayılı kararları uyarınca, özellikle iş hukukunda istisnaî hükmün genişletilerek değil, dar yorumlanması gerekir. İşçiler yararına getirilen düzenlemelerin yine işçiler yararına yorumlanması asıldır.25.10.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında “ Mülga 5521 sayılı Kanun gereğince kurulan iş mahkemeleri, bu Kanun uyarınca kurulmuş iş mahkemeleri olarak kabul edilir.

Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalar, açıldıkları mahkemelerde görülmeye devam olunur. ” hükmü yer almaktadır. 7036 sayılı Kanun’un 5. maddesinin 1/a bendi gereğince 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına iş mahkemelerinde bakılır. Görev hususu kamu düzeni ile ilgili olup taraflarca ileri sürülmese dahi mahkemece re’sen gözetilmesi gerekmektedir.

7036 sayılı Kanun ile, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu yürürlükten kaldırılarak aynı Kanun’un görev başlığını taşıyan 5. maddesinin (a) bendinde “5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemiadamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıkları yönünden iş mahkemelerinin görevli olduğu” düzenlenmiştir. Ancak bu durum, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. maddesinde öngörülen istisna kapsamındaki işlerde çalışanlara İş Kanunu’nun uygulanacağı anlamına gelmez.

Başka bir anlatımla, İş mahkemesi görevli olmakla birlikte uyuşmazlık işçinin tabi olduğu kanuna göre çözülmelidir. Bu itibarla yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda davacının yaptığı işin tarım işi olup olmadığı ile davalı işyerinde yapılan işin 4857 sayılı Kanun’un 4. maddesinde düzenlenen istisna niteliğinde olup olmadığı, çalışan sayısının elli veya daha az olup olmadığı yönlerinden gerekli araştırma yapılarak sonucuna göre, dava konusu uyuşmazlığın İş Kanunu hükümlerine göre mi yoksa 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre mi çözülmesi gerektiği belirlenmelidir. Mahkemece bu yönde bir değerlendirme yapılmadan doğrudan davanın esası hakkında hüküm tesisi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

( Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2017/25097 E.,  2019/20377 K.)

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 13.11.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi..”

İş hukukunda uzman avukat işçi avukatı işveren avukatı hakkında yazımız için http://fatmatugcebilgin.av.tr/2020/01/10/is-hukuku-isci-avukati-ve-isveren-avukati/ yazımızı okuyabilirsiniz.

İş davalarında arabuluculuk

İş mahkemeleri kanunu iş kazası ve meslek hastalığı sebebiyle açılacak maddi ve manevi tazminat davalarında, rücu davası ve tespit davasını arabuluculuk dava şartı dışında tutulmuştur. Bu davalar açılmadan çönce yine arabulucuya başvurulması ve arabuluculukta anlaşılması mümkündür ancak zorunlu değildir. Diğer alacak ve tazminat talepli davalarda ise dava şartı olarak arabuluculuk getirilmiştir. Arabulucuya başvurulup son tutanak düzenlenmeden evvel açılan davalar dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmektedir.

ileavukatadmin

İş hukukunda işverenin yükümlülükleri

İş hukukunda avukatlık ve hukuki danışmanlık

İş akdinin işçi tarafından haklı sebeple feshi İş Kanunu’nun 25. maddesinde düzenlenmiştir. İşçi 24. maddelerdeki sebeplerden birinin gerçekleşmesi halinde, öğrendiği tarihten itibaren 6 iş günü içerisinde iş akdini feshetmelidir. Nedir bu sebepler? Haklı fesih sebepleri Sağlık sebepleri, Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve Zorlayıcı sebepler olarak 3 başlık altında sayılmıştır. İş hukukunda işçi ve işveren tarafından yapılabilecek haklı sebeple fesih gerekçeleri vardır. İşveren iş hukukunda uzman avukat desteği ile iş hukuku kapsamında yerine getirilmesi gereken yükümlülükler hakkında hukuki destek almalıdır.

Sözleşmenin işçi tarafından haklı sebeple feshi

Sağlık sebepleri olarak; İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olması ve İşçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan buluşup görüştüğü işveren yahut başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin işi ile bağdaşmayan bir hastalığa tutulması olarak sayılmıştır.

Ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırılık sebebiyle haklı fesih ise; İşveren iş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri hakkında yanlış vasıflar veya şartlar göstermek yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler vermek veya sözler söylemek suretiyle işçiyi yanıltmış olması, İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söylemesi, ve davranışlarda bulunması veya işçiye cinsel tacizde bulunması, İşveren işçiye veya ailesi üyelerinden birine karşı sataşmada bulunması veya gözdağı vermesi, yahut işçiyi veya ailesi üyelerinden birini kanuna karşı davranışa özendirmesi, kışkırtması, sürüklemesi, yahut işçiye ve ailesi üyelerinden birine karşı hapsi gerektiren bir suç işlemesi yahut işçi hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ağır isnad veya ithamlarda bulunması,

İşçinin diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından işyerinde cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesine rağmen gerekli önlemler alınmaması, İşveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya sözleşme şartlarına uygun olarak hesap edilmemesi veya ödenmemesi, Ücretin parça başına veya iş tutarı üzerinden ödenmesi kararlaştırılıp da işveren tarafından işçiye yapabileceği sayı ve tutardan az iş verildiği hallerde, aradaki ücret farkı zaman esasına göre ödenerek işçinin eksik aldığı ücret karşılanmaması, yahut çalışma şartları uygulanmaması.

İş hukukuna göre işçi işten kendisi ayrılırsa kıdem tazminatı alabilir mi?

İş akdinin işçi tarafından haklı sebeple feshi halinde işçinin kıdem tazminatına hak kazanması mümkündür. Eğer ki; haklı sebep işçinin maddi veya manevi zararına yol açmış ise, maddi ve manevi tazminat talep etmek de mümkündür. Bu sebeple İşçi avukatı, iş hukuku hükümlerinin ve içtihatların bilinmesi önem arz etmektedir.

İş hukuku avukatı aynı zamanda işçi avukatı ve işveren vekili olarak da çalışabilmektedir. Önemli olan müvekkil menfaatlerinin birbiri ile çatışmamasıdır. İşçi avukatı iş mahkemelerinde işçi lehine olan kanun hükümlerini ileri sürerek işçi haklarını korumayı ve gözetmeyi amaçlar. İşveren avukatı olarak ise, işçinin işe alınıp, özlük dosyalarının tutulması, gerekli hallerde savunmalarının alınması ve ihtarnamelerin gönderilmesi ve de işten çıkarılması ile beraber iş mahkemesinde işveren lehine savunmaya kadar pek çok aşamada görev almaktadır. Yalnızca yargılama aşamasında değil, danışmanlık olarak, arabuluculuk safhasında ve yargılama aşamasında şirketlere işveren avukatı olarak hukuk hizmeti verebilir.

İşçi vekilliği ve işveren vekilliği olarak farklı bakış açılarından avukatlık

İşçi hukukundaki problemlere işçi vekilliği de işveren vekilliği yönünden de bakılmalıdır. İş hukuku kapsamında her iki tarafın da vekilliği yapılabilmekte, karşılıklı haklar korunabilmektedir.

İşverenin işçiye karşı hak ve sorumlulukları nelerdir ?

İş hukukunda işveren hangi sebeplerle haklı fesih yapabilir?

İşveren tarafından hangi durumlarda haklı sebeple fesih yapılabileceği İş Kanunu’nun 25. maddesinde sayılmıştır.

I-Sağlık sebepleri:

a) İşçinin kendi kastından veya derli toplu olmayan yaşayışından yahut içkiye düşkünlüğünden doğacak bir hastalığa yakalanması veya engelli hâle gelmesi durumunda, bu sebeple doğacak devamsızlığın ardı ardına üç iş günü veya bir ayda beş iş gününden fazla sürmesi.

b) İşçinin tutulduğu hastalığın tedavi edilemeyecek nitelikte olduğu ve işyerinde çalışmasında sakınca bulunduğunun Sağlık Kurulunca saptanması durumunda.

(a) alt bendinde sayılan sebepler dışında işçinin hastalık, kaza, doğum ve gebelik gibi hallerde işveren için iş sözleşmesini bildirimsiz fesih hakkı; belirtilen hallerin işçinin işyerindeki çalışma süresine göre 17 nci maddedeki bildirim sürelerini altı hafta aşmasından sonra doğar. Doğum ve gebelik hallerinde bu süre 74 üncü maddedeki sürenin bitiminde başlar. Ancak işçinin iş sözleşmesinin askıda kalması nedeniyle işine gidemediği süreler için ücret işlemez.

II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:

a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması. b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması.

c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması. d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması, işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması. (1) e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması. f) İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve cezası ertelenmeyen bir suç işlemesi.

g) İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi. h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi. ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması.

III- Zorlayıcı sebepler:

İşçiyi işyerinde bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan zorlayıcı bir sebebin ortaya çıkması. IV- İşçinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde devamsızlığın 17 nci maddedeki bildirim süresini aşması.

İşveren tarafından fesih sebepleri de yine Sağlık sebepleri, Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve Zorlayıcı sebepler olarak 3 başlık altında düzenlenmiştir. İş akdinin işveren tarafından feshinde de 6 günlük süre gözden kaçırılmamalıdır. İşveren haklarının fesih yönünden kullanılmasında 6 günlük süre önemlidir.

Belirtmiş olduğumuz üzere iş akdinin feshinde iş hukuku uzmanı avukat ile beraber çalışılmalı işverenler tarafından iş akdinin yapılmasından sona erdirilmesine kadar da hukuk hizmeti olarak danışmanlık alınmalıdır.

İş hukukunda iş mahkemelerinin yargılama usul ve esasları hakkında mevzuat : https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.7036.pdf

İşçi ve işverenler yönünden haklı sebeple fesih gerekçeleri, geçeli fesih, kıdem ve ihbar tazminatına esas alınan sürelere ilişkin düzenlemeler 4857 sayılı kanunda yer almaktadır : https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.4857.pdf

Hukuk büromuzdan işçi avukatı veya işveren avukatı olarak hukuki destek almak için: http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

ileavukatadmin

İcra avukatı

Çek senet avukatı ve icra hukuku

Çek avukatı

Ticarette nakit sıkıntısı yaşanan durumlarda ticari hayattın devamı için çek senet yoğun olarak kullanılmaktadır. Çek senet vadesi geldiğinde ödenmez veya karşılıksız çıkarsa ne yapılmalıdır. Çek senet nasıl tahsil edilir? Süresi içinde ibraz edilen ve karşılıksız çıkan çek avukatın vasıtası ile icra takibine konu yapılabilir. Çek avukatı karşılıksız çıkan çek için ihtiyati haciz kararı alarak derhal haciz işlemi uygulayabilir, mal kaçırılmasına engel olabilir. Bu noktada icra avukatı zaman kaybetmeksizin mal kaçırma riskine karşı derhal haciz işlemini uygulamalıdır. 

Karşılıksız Çek elinde bulunan avukat ilk olarak teminatı yatırarak Asliye Ticaret mahkemesinden ihtiyati haciz kararı alarak haciz işlemi uygulamaktır. Ticarette nakit sıkıntısı yaşanan durumlarda ticari hayattın devamı için çek senet yoğun olarak kullanılmaktadır. Çek senet vadesi geldiğinde ödenmez veya karşılıksız çıkarsa ne yapılmalıdır. Çek senet nasıl tahsil edilir? Süresi içinde ibraz edilen ve karşılıksız çıkan çek avukatın vasıtası ile icra takibine konu yapılabilir. Çek avukatı karşılıksız çıkan çek için ihtiyati haciz kararı alarak derhal haciz işlemi uygulayabilir, mal kaçırılmasına engel olabilir. Bu noktada çek senet avukatı zaman kaybetmeksizin mal kaçırma riskine karşı derhal haciz işlemini uygulamalıdır. Karşılıksız Çek avukatı ilk olarak teminatı yatırarak Asliye Ticaret mahkemesinden ihtiyati haciz kararı alarak haciz işlemi uygulamaktır.

Çek senet avukatı

Çek bono gibi kıymetli evraklar kambiyo senedi oldukları için, kambiyo senetlerine özgü icra takibi ile icra işlemleri yapılabilir. Çek senet avukatı İstanbul için, ticari hayatın yoğunluğundan dolayı oldukça sık aranan çalışma alanıdır. Çek senet avukatı olarak veya icra avukatı İstanbul için yapılan aramalarda ofisimizden icra takibi hizmetleri verilmektedir. Karşılıksız çek icra takibi avukat desteği için ofisimizden randevu alabilirsiniz.

İcra avukatı çek senedi en hızlı nasil işleme koyar

Ticarette nakit sıkıntısı yaşanan durumlarda ticari hayattın devamı için çek senet yoğun olarak kullanılmaktadır. Çek senet vadesi geldiğinde ödenmez veya karşılıksız çıkarsa ne yapılmalıdır. Çek senet nasıl tahsil edilir? Süresi içinde ibraz edilen ve karşılıksız çıkan çek avukatın vasıtası ile icra takibine konu yapılabilir. Çek avukatı karşılıksız çıkan çek için ihtiyati haciz kararı alarak derhal haciz işlemi uygulayabilir, mal kaçırılmasına engel olabilir. Bu noktada çek senet avukatı zaman kaybetmeksizin mal kaçırma riskine karşı derhal haciz işlemini uygulamalıdır. Karşılıksız Çek avukatı ilk olarak teminatı yatırarak Asliye Ticaret mahkemesinden ihtiyati haciz kararı alarak haciz işlemi uygulamaktır.

İcra avukatı icra takibi

Çek bono gibi kıymetli evraklar kambiyo senedi oldukları için, kambiyo senetlerine özgü icra takibi ile icra işlemleri yapılabilir. Çek senet avukatı İstanbul için, ticari hayatın yoğunluğundan dolayı oldukça sık aranan çalışma alanıdır. Çek senet avukatı olarak veya icra avukatı İstanbul için yapılan aramalarda ofisimizden icra takibi hizmetleri verilmektedir. Karşılıksız çek icra takibi avukat desteği için ofisimizden randevu alabilirsiniz.

Borçlunun mal kaçırması ve tasarrufun iptali davası

Tasarrufun iptali davası İcra İflas Kanunu’nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş özel bir dava türüdür. Bu dava türü alacaklılarından mal kaçırmak kastıyla menkul ve gayrimenkullerini elden çıkaran borçluya karşı bazı şartların varlığı halinde alacaklıyı koruyan bir dava türüdür.

Öncelikle bu davanın açılması için alacaklının hali hazırda başlatmış olduğu bir icra takibi olmalı ve bu icra dosyası borçlunun hiç veya borcu karşılayacak yeterli mal varlığının bulunmamalıdır. 

Tasarrufun iptali icra hukuku davası hakkında yazımızı okumak için: https://fatmatugcebilgin.av.tr/2020/01/19/icra-hukukunda-tasarrufun-iptali-davasi/

İcra taahhüdü kısaca icra borcunun taksitlendirilmesine ilişkin bir anlaşma olarak tanımlanabilir. İcra taahhüdünün hacizden sonra ve hacizden önce yapılmasına göre geçerlilik şartları farklılık göstermektedir.

Hacizden önce yapılmak istenen icra taahhüdünün de farklı yöntem ve zamanlarda yapılması mümkündür.

Çek senet avukatı

Çek bono gibi kıymetli evraklar kambiyo senedi oldukları için, kambiyo senetlerine özgü icra takibi ile icra işlemleri yapılabilir. Çek senet avukatı İstanbul için, ticari hayatın yoğunluğundan dolayı oldukça sık aranan çalışma alanıdır. Çek senet avukatı olarak veya icra avukatı İstanbul için yapılan aramalarda ofisimizden icra takibi hizmetleri verilmektedir. Karşılıksız çek icra takibi avukat desteği için ofisimizden randevu alabilirsiniz.

Karşılıksız çekler hakkında yazımızı okuyabilirsiniz : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/07/06/karsiliksiz-cek-duzenleme-sucu/

İcra avukatı iletişim : http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

ileavukatadmin

Gayrimenkul hukuku tapu

Gayrimenkul avukatı istanbul

Gayrimenkul hukuku davası, gayrimenkul hukuku avukat, gayrimenkul uzman avukat

Gayrimenkul davası ve gayrimenkul hukuku İstanbul avukat

Uzman gayrimenkul hukuku ve gayrimenkul davası avukatı

Tapu ve arsa davası avukat İstanbulda bulunan davalarda yoğun olarak çalışılmaktadır. Tapu davaları avukatı mahkemelerde tapu avukatı ile gayrimenkul hukuku üzerine çalışılmaktadır.

Tapu avukatı

Tapu davaları için tapu avukatı ve tapu davası avukatı ile iletişime geçebilirsiniz.

ileavukatadmin

Kamulaştırma davası

Kamulaştırma hukuku ve kamulaştırma avukatı

İdare ihtiyaç duyduğu bir taşınmazın tamamını veya ihtiyaç duyduğu bir kısmını kamulaştırma kanunu hükümleri uyarınca kamulaştırabilir. Kamulaştırma hukuku hükümleri uygulanır. Bu hususta Kamulaştırma kanunu düzenleme gerekli düzenlemeleri barındırmaktadır.

Kamulaştırma işleminde idare ile gayrimenkulün maliki arasında yapılan uzlaştırma görüşmelerinden sonuç alınamaması halinde, bedel tespiti ve gayrimenkulün idare adına tescili talebiyle Asliye Hukuk Mahkemelerinde dava açılması gerekmektedir.

Kamulaştırma avukatı

Kamulaştırma davasının yürütülmesinde uzman bir kamulaştırma avukatı ile beraber çalışılmasıi davanın kamulaştırma avukatı ile takip edilmesi önemlidir. Aksi takdirde tarafların kamulaştırma avukatından hukuki destek almaksızın yaptığı işlemlerde hak kaybı yaşanabilecek mağduriyetler ortaya çıkabilecektir.

Kamulaştırma işlemlerinde bedelde anlaşılmaması Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada mahkeme tarafından Bilirkişi Heyeti ile bedel tespiti yaptırılmaktadır.

Kamulaştırma davalarında uzman avukat gerekebilir.

Kamulaştırma davalarında uzman avukat desteği alınmalı hukuki süreci takip etmesi sağlanmalıdır. Kamulaştırma avukatı ile iletişime geçmek için sitemizde yer alan iletişim bilgilerinden randevu alabilirsiniz.

Kamulaştırma davası avukat İstanbul için önem taşımaktadır, zira kamulaştırma işlemlerine her geçen gün büyüyen yeni yol ve ulaşım tesisleri yapılan İstanbul’da yoğun olarak rastlanmaktadır.

Kamulaştırma hukuku avukatı ve kamulaştırma avukatı İstanbul

ileavukatadmin

Sporcu Alacakları ve spor avukatı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı uyarınca; Belediye spor kulüpleri ile belediye arasında doğrudan organik bağ bulunduğu kabul edilmektedir. Aralarında organik bağ olan tüzel kişiler birbirlerinin borçlarından bizzat sorumludur. Yani bir tüzel kişiden tahsil edilemeyen alacak, aralarında organik bağ olduğu ispat edilen diğer tüzel kişiden de talep edilebilmektedir. Bu hususta sporcu alacakları hakkında çözüme ulaşabilmek için spor avukatı ile çalışılmalıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27.06.2018 tarihli kararı ile, belediye spor kulüpleri ile belediye arasında organik bağ bulunduğunu, dolayısıyla spor kulübünün ödemediği sporcu alacaklarından belediyenin de sorumlu olduğunu belirtmiştir.

Spor hukuku avukat

İlgili davada ilk derece mahkemesi ‘belediye başkanlığının sorumlu olmayacağı ve davanın reddi’ yönünde karar vermesi üzerine, karar temyiz edilmiştir. Yargıtay ilgili dairesi spor hukuku ve sporcu alacakları bakımından örnek teşkil edecek biçimde belediye spor kulüpleri ile belediye başkanlığının arasında organik bağ bulunduğuna, dolayısıyla belediyenin de ödenmeyen sporcu alacağından sorumlu olacağına kara vererek yerel mahkeme kararını bozmuştur. Spor hukuku nda spor avukatı desteği almak için sitemizden iletişim kurarak randevu alabilirsiniz.

Sporcu avukatı ve spor avukatı ile sporcu alacaklarının çözüme ulaştırılması mümkündür. Sporcu alacaklarının spor hukukunda uzaman arabulucu ile de arabuluculuk sürecinde sona erdirilebilir.

İlgili yazının tamamı için linki ziyaret edebilirsiniz : https://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/09/21/belediye-spor-kuluplerinin-borclarindan-aralarinda-organik-bag-bulunmasi-sebebiyle-belediye-de-bizzat-sorumludur/

İletişim :

BELEDİYE SPOR KULÜPLERİNİN BORÇLARINDAN, ARALARINDA ORGANİK BAĞ BULUNMASI SEBEBİYLE BELEDİYELER DE BİZZAT SORUMLUDUR

ileavukatadmin

Trafik kazası avukatı ve tazminat davası

Trafik kazası avukatı

Trafik kazası sebebiyle açılacak tazminat davasında kim tarafından hangi tazminatların (maddi ve manevi tazminatbedeni hasarlar vs.) talep edilebileceği, trafik kazasının ölümlü trafik kazası veya yaralanmalı trafik kazası olmasına göre farklılık göstermektedir. Bu bakımdan trafik kazası tazminat davasının ikiye ayrılarak incelenmesi gerekmektedir. İstanbul’da yoğun olarak meydana gelen trafik kazaları sebebiyle yaşanan maddi manevi ve bedensel zararlar sebebiyle trafik kazası avukatı olarak zararlarının tazmini için avukatlık hizmeti vermekteyiz.

Yaralanmalı trafik kazası tazminat davası;

Yaralanmalı trafik kazasında, yaralanan kişi kendisi davacı olabilmektedir. Bu dava ile maddi ve manevi tazminat, iş göremezlik tazminatıbedeni hasarları, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalması ve ekonomik geleceğinin sarsılmasından doğan zararları talep edilmektedir. Tedavi giderlerinden ise belgeli olmak şartı ile sgk sorumludur. Bu sebeple tedavi giderlerinin karşılanması için SGK’ya başvurulması gerekmektedir.

Yaralanmalı trafik kazası tazminat davası karşı taraf araç sürücüsü, araç sahibi, araç işletini ve sigorta şirketine karşı açılabilir. Sigorta şirketinin maddi/bedeni zararlardan sorumluluğu bulunmaktadır, manevi zararlardan da sorumlu olabilmesi için sigorta poliçesinde manevi zarar klozunun bulunması gerekmektedir. Bu sebeple sigorta şirketine karşı dava açarken sigorta poliçesinde manevi tazminat klozu olup olmadığına dikkat edilmelidir.

Yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi yaralanmalı trafik kazalarında maddi ve manevi tazminat davası avukat yaralanan kişi tarafından tazminat avukatı vasıtası ile açılmaktadır. Yaralanmalı trafik kazalarında maddi tazminatın yaralanan kişinin yakınları tarafından açılmasına imkan yoktur. Ancak; ağır bedensel yaralanma varsa (organ ve uzuv kaybı gibi) yaralanan kişinin yakınlarının da duyacağı üzüntü ve ıstırap için manevi tazminat talep etmesi mümkün olmaktadır.

Araç Değer Kaybı

Trafik kazası sebebiyle meydana gelen hasar bedeli, araç değer kaybı gibi maddi zararlar da meydana gelmektedir. Bu zararların kusurlu karşı taraf sigortası tarafından ödenmemesi halinde sigorta tahkim komisyonunu başvurularak bu bedellerin talep edilmesi mümkündür. Değer kaybı ve hasar bedeli hakkında : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/07/29/arac-deger-kaybi-hasar-tazminati-sigorta-avukati/ yazımızı inceleyebilirsiniz.

Ölümlü Trafik Kazası Tazminat Davası ; trafik kazası avukat

Ölümlü trafik kazalarında maddi (cenaze ve tedavi giderleri vs.) ve manevi zararlar, destekten yoksun kalma tazminatı ölen kişinin yakınları tarafından talep edilmektedir. Dava yine karşı taraf araç sürücüsü, maliki ve işleteni ile sigorta şirketine karşı açılmaktadır.

Tazminat miktarları mahkemler tarafından uzman bilirkişilere hesaplattırılmaktadır. Kişilerin sosyal ve ekonomik durumları, yaşı, mesleği, yaşam koşulları, trafik kazasındaki kusur oranları vs. Hususlar dikkate alınmaktadır.

Trafik kazası davası avukat ile takip edilmesi gereken önemli davalardır. Trafik kazası avukat tazminat avukatı ile çalışılmasını tavsiye ederiz. Ümraniyede avukat ile görüşmek için ofisimizi ziyaret edebilirsiniz.

Trafik kazası tazminat

Trafik kazası sebebiyle uğranılan zararların sigorta şirketinden ve sigorta şirketi tarafından karşılanmayan zararların ise karşı taraf araç sürücüsü ve malikinden talep edilmesi mümkündür. Trafik kazası sebebiyle yapılan tedavi giderleri için ise SGK’ya başvuru yapılması gerekmektedir.

Trafik kazası avukatı İstanbul

Trafik kazası avukatı tarafından açılan davalarda uğranılan zararların tahsil edilmesi mümkündür. İstanbul’da çok sık Trafik kazası yaşanmakta ve trafik kazası tazminat davası açılmasına sebep olunmaktadır. Yoğunluk yaşanan trafik kazası avukat İstanbul bölgesinde de yoğun dosyalara sebep olmakta.

Sigorta şirketine karşı sigorta tahkim komisyonuna başvurarak daha kısa sürede sonuç almak da mümkün olabilmektedir.

Trafik kazası tazminat davası için trafik kazası avukatı İstanbul trafik kazası avukatı  ve sigorta avukatı randevu için iletişime geçebilirsiniz.

ileavukatadmin

Tapu İptal Davası Avukat

Tapu İptal ve Tescil Davası nedir?

Tapu iptal ve tescil davası Türk Medeni Kanunu ve Borçlar Kanunu hükümlerine istinaden açılabilmektedir. Tapu iptal ve tescil davası avukat ile takip edilmesi gereken taşınmazın aynına ilişkin bir davadır. Bu davada ispat külfeti davacıdadır, bu sebeple tapu davası avukat ile takip edilmelidir mutlaka.

Tapu iptal davasının birden fazla hukuki sebebi vardır. Bu sebepler;

  1. Hukuki ehliyetsizlik nedeniyle tapu iptal ve tescil davası ,
  2. Muris muvazaası nedeniyle tapu iptal ve tescil davası  (mirastan mal kaçırma durumunda açılabilir),
  3. Kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik nedeniyle tapu tescil davası,
  4. Aile konutu nedeniyle tapu iptal ve tescil davası,
  5. Vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle tapu iptal ve tescil davası,
  6. İmar uygulamasından kaynaklanan tapu iptali ve tescili davası ,
  7. Ölünceye kadar bakma sözleşmesi sebebiyle tapu iptal ve tescil davası .

Tapu avukatı

Halk arasında tapu davası da denilmektedir, tapu iptal ve tescil davalarına. Bu davalarda tapu davası avukatı veya tapu avukatı ve gayrimenkul avukatı da faydalı olabilmektedir.

Tapu iptal ve tescil davalarında hukuki destek için ofisimizle iletişime geçebilirsiniz.

Tapu avukatı ve gayrimenkul avukatı için http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

ileavukatadmin

Boşanma davaları

Boşanma davası ve boşanma avukatının önemi

Boşanma davaları Türk Medeni Kanunu hükümleri uyarınca yürütülmektedir. Boşanma davalarında dayanılan hukuki sebep önem taşımaktadır. Çünkü kanunda sayılan her bir boşanma sebebi için farklı prosedürler uygulanmakta, daha doğrusu farklı koşullara tabidir.

TMK’da boşanma davaları genel boşanma sebebi ve özel boşanma sebepleri olarak ikiye ayrılmaktadır. Genel boşanma sebebi, halk arasında şiddetli geçimsizlik olarak bilinen evlilik birliğinin temelinden sarsılması halinde dayanılan gerekçedir. Özel boşanma sebepleri ise, zina, hayata kast, pek kötü muamele, onur kırıcı davranış, küçük düşürücü suç işleme, haysiyetsiz hayat sürme, terk ya da akıl hastalığı olarak sayılmıştır.

Boşanma davalarında tarafların müşterek çocukları varsa velayet, yoksulluk nafakası, iştirak nafakası, tazminat ve mal paylaşımı gündeme gelmektedir. Bu konularda boşanma avukatına danışılmalıdır.

Nafaka miktarı nasıl belirlenir?

Boşanma davasına bakan mahkeme tarafından tarafların sosyal ve ekonomik durum araştırmaları yapılarak ekonomik durumları tespit edilir. bu hususta tarafların yapacağı itirazlara göre sunulan deliller de nafakanın miktarının belirlenmesinde mahkeme tarafından dikkate alınmaktadır. Nafakaya itiraz : Mahkemenin tedbir olarak verdiği nafaka ara kararına karşı itiraz edilebilmektedir. Mahkemeler kimi zaman taraflardan biri olan koca aleyhine ödeme gücünü aşan miktarlarda nafakalara hükmedebilmektedir. İtiraz süresi bu noktada önem taşımaktadır, çünkü sürelerin geçmesi hak kaybına sebep olabilmektedir.

Boşanma davası avukat

Boşanma davası avukat desteği ile açılmalıdır. İstanbulda avukat olarak oldukça fazla boşanma avukat desteği duyulmaktadır. Boşanma avukatı olarak aranan avukat sayısı oldukça fazladır, ekonomik anlamda boşanma avukat masraflarının karşılanamayacak durumda olduğu durumlarda Adli Yardım için başvurulmasını tavsiye ederiz.

İstanbulda avukat veya boşanma avukatı olarak boşanma davası için pek çok boşanma avukatı ihtiyacı duyulmaktadır. Boşanma avukatı arayanlar için sitemizden iletişim bilgileri ile randevu alabilirler.

Üsküdarda boşanma avukatı arayanlar sitemizde yer alan iletişim bilgilerinden randevu almaları gerekmektedir.

Üsküdarda avukat boşanma avukatı iletişim http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

ileavukatadmin

İpoteğin kaldırılması

İpoteğin kaldırılması davası ve avukat

İpoteğin kaldırılması için ne yapmalıyım?

Borcum bittiği halde banka (veya alacaklı) taşınmazım üzerindeki ipoteği kaldırmıyor? Ne yapmalıyım?

Vatandaşlar tarafından sıkça sorulan sorularda karşılaşılan problemlerden biridir ipoteğin kaldırılması sorunu.

ipoetek ayni bir teminattır. Bir veren tarafından alacağını teminat altına almak amacıyla borçluya ait veya borçlunun borcuna kefil olmak isteyen başka bir kişiye ait taşınmaz üzerinde ipotek tesis edilebilir.

Borç bittikten sonra alacaklının taşınmaz üzerindeki ipoteği kaldırması gerekir. Alacaklının alacağının tamamı ödenmesine rağmen ipoteği kaldırmaması halinde Gayrimenkul maliki tarafından ipoteği kaldırmak için ipoteğin kaldırılması davası açılması gerekir.

İpoteğin kaldırılması davası avukata verilecek vekâlet name ile avukat vasıtası ile açılmalıdır. İpoteğin kaldırılması avukatı ipotek avukatı desteği alınmalı.

Aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılması hakkında : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2020/05/02/ipotegin-kaldirilmasi-aile-konutu/

Mahkeme tarafından ipoteğin kaldırılması davasında borcun sona erdiği ispat edilirse, ipoteğin kaldırılmasına karar verilir. Mahkemenin kararı Tapu müdürlüğüne iletilerek, ipoteğin kaldırılması sağlanır.

İpoteğin kaldırılması davası ve ipotek avukatı

Bu davada (ipoteğin kaldırılması davası) ipotek avukatından destek alınarak ipotek davası avukatı ile beraber takip edilmelidir.

İpotek avukatı, Üsküdarda avukat, ipotek avukat, üsküdarda ipotek avukatı, ipoteğin kaldırılması avukat ve ipoteğin kaldırılması davası avukat.

ileavukatadmin

Kamulaştırma davası avukatı

Kamulaştırma davası avukatı

Kamulaştırma işlemi bir idari işlemdir ve idarelerin yapmakla yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin yürütülebilmesi için gerekli olan özel mülkiyete tabi bir taşınmazın kamulaştırılması mümkündür. Kamulaştırma işlemleriyle karşı karşıya kalan vatandaşlar hukuki destek almak için kamulaştırma davası avukatına danışmalıdır.

Kamulaştırma işleminin yapılabilmesi için öncelikle, bir kamu yararı söz konusu olmalı ve bu konuda kamu yararı kararı alınmış olmalıdır. Kamu yararı kararını verebilecek merciler Kamulaştırma Kanunu’nun 5. maddesi ile belirlenmiştir. Kamu yararı kararı verilmeksizin yapılan kamulaştırma işlemi hukuka aykırılık teşkil eder ve idari yargıda iptaline karar verilmesi mümkündür. Kamulaştırma kanunu m.5 te sayılan merciiler dışında yetkisiz bir mercii tarafından verilen kamu yararı kararı da usule aykırıdır. Bu konuda kamulaştırma avukatı ile beraber çalışılması kamulaştırma işleminin iptali davası yönünden önemlidir. Çünkü doğru bir hukuki yol izlenilmesi halinde usule aykırı olarak verilen kamulaştırma kararının iptal edilmesi mümkündür.

Kamulaştırmada satın alma usulü

Kamulaştırma işlemi yapılmadan önce satın alma usulünün uygulanması gerekmektedir. Kamu yararı kararı verilen taşınmazın maliki ile, kamulaştırma işlemi yapmak isteyen idarenin yetkilendirdiği 3 kişiden oluşan uzlaşma komisyonu uzlaşma görüşmeleri yapılır. Bedelde anlaşılamaması halinde idare mahkemeye başvurarak taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.

Mahkeme tarafından ilk duruşmada sulhe davet yapılır ve tarafların sulh olma ihtimali varsa süreverilebilir. Sulh olmama yani uzlaşma imkanı olmaması halinde mahkeme kamulaştırma işlemine konu olan taşınmazın bedelinin tespiti amacıyla bir keşif günü verir. Bilirkişi heyeti ile beraber keşif yapılır ve bilirkişi heyeti tarafından hazırlanarak mahkemeye sunulan rapor ile taşınmazın değeri tespit edilir. Taşınmazın değerinin tespit edildiği bilirkişi raporuna itiraz edilebilir, itiraz edilen hususlarda belgeler itiraz dilekçesi ile beraber mahkemeye sunulabilir. Mahkeme itirazları yerinde bulursa yeniden bir keşif günü verebilir.

Kamulaştırma işlemi iptal edilebilir mi ?

Kamulaştırma işlemlerinin yetki, şekil, sebep ve amaç unsurlarının her biri yönünden hukuka uygun olması gerekmektedir, bu unsurlardan birinde hukuka aykırılık bulunması halinde kamulaştırma işleminin iptali davası açılması ve kamulaştırmanın iptal edilmesi mümkündür. 

Kamulaştırma davası avukatı nasıl hareket eder ?

Kamulaştırma kararı bir idari işlem olduğu için, iptal davasının da idari yargıda açılması gerekmektedir. Bu bağlamda kamulaştırma davası yani kamulaştırma kararına karşı dava açılmak isteniyorsa kamulaştırma hukukunda çalışan kamulaştırma avukatının yeri önemlidir. Çünkü usuli bir hata yapılması hak kayıplarına, zararlara yol açabilmektedir. Bu sebeple bir kamulaştırma davası avukatı ile çalışılmasını tavsiye ederiz.

Ecrimisil davaları hakkında yazımıza göz atabilirsiniz : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2020/01/26/ecrimisil-davasi/

Kamulaştırma avukatı hizmeti almak için randevu alabilirsiniz. http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

ileavukatadmin

Ticari Davalar

Ticari dava avukatı

Ticaret hukuku ve ticari davalar hakkında sitemizde yer alan ticaret hukuku makalelerini inceleyebilirsiniz. http://fatmatugcebilgin.av.tr/category/ticaret-hukuku/ sitemizde yer alan iletişim bilgilerinden iletişime geçebilirsiniz.

http://fatmatugcebilgin.av.tr/category/ticaret-hukuku/

ileavukatadmin

Sigorta şirketinden trafik kazasından doğan hangi zararlar talep edilebilir?

Trafik kazasında ortaya çıkan zararlar karşı tarafın zorunlu mali mesuliyet sigortası yaptırdığı sigorta şirketinden, yine karşı tarafın kusuru oranında talep edilebilir.

Zorunlu mali mesuliyet sigortası kapsamında trafik kazasında zarara uğrayan taraf, hangi zararlarını talep edebilir? Hangi alacak kalemlerinin sigorta şirketinden talep edilebileceğini kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:

1-Maddi Zararlar : Trafik kazası sebebiyle uğranılan maddi zararlar aracın değer kaybı, onarım bedeli ve uğranılan başkaca maddi zarar varsa bu bedelleri içerir.

2-Sağlık Masrafları : Trafik kazasında sağlığı zarara uğrayan, yaralanan taraf karşı tarafın sigorta şirketinden tedavi giderlerinin ödenmesini talep edebilir.

3-İş göremezlik, Meslekte kazanma gücü kaybı : Yaralanmalı trafik kazasında yaralanan kişi belli bir süre iş göremezlik veya meslekte kazanma gücü kaybı yaşamışsa bu zararını karşı tarafın kusuru oranında sigorta şirketinden karşılanmasını talep edebilir.

4-Destekten yoksun kalma tazminatı : Ölümlü trafik kazalarında ölen kişinin desteğinden mahrum kalan yakınları tarafından talep edilebilmektedir.

5-Manevi Tazminat : Manevi tazminat zorunlu mali mesuliyet sigortasının kapsamı içinde değildir. Poliçeye ayrıca manevi klozu konulmamış ise, manevi zararın sigorta şirketi tarafından karşılanması mümkün olmaz. Ancak manevi klozu mevcut ise bu alacak kalemi de sigorta şirketinden talep edilebilmektedir.

ileavukatadmin

TRAFİK KAZASI TAZMİNAT DAVASI

Trafik kazası sebebiyle açılacak tazminat davasında kim tarafından hangi tazminatların (maddi ve manevi tazminat, bedeni hasarlar vs.) talep edilebileceği, trafik kazasının ölümlü trafik kazası veya yaralanmalı trafik kazası olmasına göre farklılık göstermektedir. Bu bakımdan trafik kazası tazminat davasının ikiye ayrılarak incelenmesi gerekmektedir.

Yaralanmalı trafik kazası tazminat davası;

Yaralanmalı trafik kazasında, yaralanan kişi kendisi davacı olabilmektedir. Bu dava ile maddi ve manevi tazminat, iş göremezlik tazminatı, bedeni hasarları, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalması ve ekonomik geleceğinin sarsılmasından doğan zararları talep edilmektedir. Tedavi giderlerinden ise belgeli olmak şartı ile sgk sorumludur. Bu sebeple tedavi giderlerinin karşılanması için SGK’ya başvurulması gerekmektedir.

Yaralanmalı trafik kazası tazminat davası karşı taraf araç sürücüsü, araç sahibi, araç işletini ve sigorta şirketine karşı açılabilir. Sigorta şirketinin maddi/bedeni zararlardan sorumluluğu bulunmaktadır, manevi zararlardan da sorumlu olabilmesi için sigorta poliçesinde manevi zarar klozunun bulunması gerekmektedir. Bu sebeple sigorta şirketine karşı dava açarken sigorta poliçesinde manevi tazminat klozu olup olmadığına dikkat edilmelidir.

Yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi yaralanmalı trafik kazalarında maddi ve manevi tazminat davası yaralanan kişi tarafından tazminat avukatı vasıtası ile açılmaktadır. Yaralanmalı trafik kazalarında maddi tazminatın yaralanan kişinin yakınları tarafından açılmasına imkan yoktur. Ancak; ağır bedensel yaralanma varsa (organ ve uzuv kaybı gibi) yaralanan kişinin yakınlarının da duyacağı üzüntü ve ıstırap için manevi tazminat talep etmesi mümkün olmaktadır.

Ölümlü Trafik Kazası Tazminat Davası ;

Ölümlü trafik kazalarında maddi (cenaze ve tedavi giderleri vs.) ve manevi zararlar, destekten yoksun kalma tazminatı ölen kişinin yakınları tarafından talep edilmektedir. Dava yine karşı taraf araç sürücüsü, maliki ve işleteni ile sigorta şirketine karşı açılmaktadır.

Tazminat miktarları mahkemler tarafından uzman bilirkişilere hesaplattırılmaktadır. Kişilerin sosyal ve ekonomik durumları, yaşı, mesleği, yaşam koşulları, trafik kazasındaki kusur oranları vs. Hususlar dikkate alınmaktadır.

Trafik kazası davası avukat ile takip edilmesi gereken önemli davalardır. Trafik kazası avukat tazminat avukatı ile çalışılmasını tavsiye ederiz. Ümraniyede avukat ile görüşmek için ofisimizi ziyaret edebilirsiniz.

#tazminat davası #trafik kazası tazminat davası #trafik kazası avukat #ümraniyede avukat

ileavukatadmin

BOŞANMADA MAL PAYLAŞIMI- MAL REJİMİNİN TASFİYESİNE İLİŞKİN DAVALAR

Türk Medeni Kanunu’muz evlilik birliğinde başka bir mal rejimi kabul edilmemiş ise, “edinilmiş mal rejimi geçerli olduğunu kabuletmektedir. TMK’nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden öncesinde ise “mal ayrılığı rejimi” geçerliydi. Bu sebeple; o tarihten evvel gerçekleşmiş bulunan evliliklerde, başka bir rejim belirlenmemiş ise, 01.01.2002 tarihinden önce edinilmiş malvarlığında “mal ayrılığı” rejimi uygulanacaktır. Devam eden tarihlerde bir malvarlığı edinilmiş ise, bu malvarlıkları için de edinilmiş mallara katılma rejimiuygulanacaktır.

Evliliğin sona ermesi, evlilik birliği içinde edinilen malların da paylaşımını gerekirmektedir. Bu paylaşıma mal rejiminin tasfiyesi adı verilir.

Mal rejimi boşanma davasının açılması ile beraber sona erer. Bu sebeple; boşanma davasının açılmasından sonra mal rejimi davalarının da açılması mümkündür. Ancak; mal rejiminin tasfiyesine ilişkin davanın sonuçlandırılması için boşanma davasının sonucu beklenmektedir. Bu sebeple boşanma davası bekletici mesele yapılmaktadır.

Boşanma ile birlikte malvarlığının paylaşımı için; Katkı payı alacağı davası, Değer artış payı davası, Artık değere katılma alacağı davasıdır. Bu davaların açılması ve takibinde mutlaka boşanma avukatından destek alınmalı, birlikte hareket edilmelidir. Türkiye’de avukatlık mesleğinin icrasında aile hukukunda çalışan avukatlık ofisleri tarafından boşanma avukatı olarak hizmet verilebilmektedir.

Katkı payı alacağı davası nedir? 01.01.2002 tarihinden önce “mal ayrılığı rejimi” geçerli olduğundan,  hukuki dayanağını yargıtay içtihatlarından alan bir dava türüdür. Bu dava türü ile 01.01.2002 tarihinden önce edinilmiş malvarlıklarında, malik olmayan eşin o malın edinilmesine, korunmasına ve değerinin artmasına ilişkin katkısı para alacağı olarak talep edilmektedir. Bu dava ile mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen mal üzerinde, malik olmayan eşin malın edinilmesi ve değerlenmesi üzerinde parasal hak talep etme imkanı olmuştur. Katkı payı malın dava tarihindeki değeri üzerinden hesaplanmaktadır.

Değer artış payı davası nedir? Bu dava türünde de yine diğer eşin edindiği malın edinilmesi, iyileştirilmesi ve korunmasına yönelik mala yaptığı katkı para olarak talep edilmektedir. Talep eden eşin bu iddiasını tanık dahil her türlü delille ispatlaması mümkündür. Bu davanın katkı payı alacağı davasından farkı, katkının malın tasfiye tarihindeki değeri yani karara en yakın tarihteki değeri üzerinden hesaplanmasıdır. Ancak; malın herhangi bir deprem, sel vb. sebeple değer kaybetmesi halinde bu hesaplama katkının başladığı tarihteki değer üzerinden yapılır.

Artık Değere Katılma Alacağı Davası Nedir? Kısaca katılma alacağı davası da dediğimiz davalıya ait artık değerin yarısı üzerinde, diğer eşin katkıda bulunduğunu ispat etmeksizin parasal hakkına ilişkin dava türüdür. Artık değer dediğimiz değer ise, eşe ait edinilmiş malların değerine denkleştirmeye tabi herhangi bir değer varsa bunun eklenmesi ve bu malvarlıklarına ait borçların çıkarılmasından sonra geriye kalan miktardır. Bu teknik hesaplamalar mahkeme tarafından uzman bilirkişilere yaptırılmaktadır.

ileavukatadmin

KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ – KENTSEL DÖNÜŞÜM – İNŞAAT HUKUKU – İNŞAAT DAVALARI

6306 sayılı kanun ile beraber kentsel dönünüşüm ülkemizde özellikle İstanbul’da inşaat hukukuna inşaat hukuku avukatına önemli derecede gereksinim artmıştır. Zira; uygulamada karşılaşılan sorunlar inşaat davalarına sebep olmaktadır.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi Nedir?

Kat karşılığı inşaat sözleşmeleri hukuki niteliği itibariyle karma sözleşmelerdir. İçerisinde eser sözleşmesini ve satış sözleşmesini barındıran genellikle çok taraflı olarak karşımıza çıkan karma yapılı sözleşmelerdir. Bu niteliğinden ötürü karşılıklı birden fazla edim de bulundurmaktadır.

İnşaat sözleşmesi yapılmadan önce, taşınmazın bulunduğu belediyeden taşınmazın imar durumu çıkarılmalı, inşaat projesi ve sözleşmenin şartları buna göre belirlenmelidir. Aksi durumda  ifa imkansızlığı ortaya çıkacak ve sözleşmenin feshi sonucu ortaya çıkabilcektir. Bu durum da tarafların zaman ve para kaybına yol açabilecektir.

İnşaat projesinin ilgili belediyeye tasdik edilmesi ve inşaat ruhsatının alınması inşaata başlama sürecinin olmazsa olmazıdır. Ruhsat işlemlerinin yüklenici mi arsa sahibi tarafından mı yapılacağı ve masraflarına kimin katlanacağı inşaat sözleşmesinde mutlaka belirtilmiş olmalıdır. Ruhsatın alınması için sözleşmede bir süre öngörülmesi bu sürecin fazla uzamaması açısından önemlidir.

İnşaat projesinin tasdikinden sonra tapu üzerinde kat irtifakı tesis edilmesi mümkündür. Kat irtifakının tesis edilmesi, kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde bir zorunluluk değildir ancak; sözleşmeden doğan olası risklerin önüne geçmek adına kat irtifakı tesisi arsa sahiplerinin daha lehine olmaktadır. İnşaatın tamamlanıp oturma izni alınmasından sonra kat irtifakından kat mülkiyetine geçilebilmektedir.

Tüm bu inşaat sürecinin (kat karşılığı inşaat sözleşmesinin imzalanmasından inşaatın tamamlanmasına kadar ki süreç) inşaat hukuku avukatından hukuki destek alınarak yürütülmesinde fayda vardır. İleride doğabilecek olası inşaat davaları halinde arsa sahipleri için geç kalınmış olabilir, büyük hak kayıplarına sebep olabilir.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

İnşaat hukuku, inşaat davaları, inşaat hukuku avukatı, kentsel dönüşüm davaları, kentsel dönüşüm hukuku, kentsel dönüşüm avukatı

ileavukatadmin

KAMULAŞTIRMA DAVASI, KISMEN KAMULAŞTIRMA

İdare ihtiyaç duyduğu bir taşınmazın tamamını veya ihtiyaç duyduğu bir kısmını kamulaştırma kanunu hükümleri uyarınca kamulaştırabilir. Kamulaştırma hukuku hükümleri uygulanır.

İdarenin kısmen kamulaştırdığı taşınmazın, kamulaştırılmayan kısmında bir değer artışı veya azalışı olmadığı takdirde kamulaştırılan kısmın değeri, tamamına takdir edilenden kamulaştırılan kısma düzen orandadır.

Kısmen kamulaştırmada kamulaştırılmayan kısmın değeri, kamulaştırma işlemi sebebiyle menfi etkilenmişse, değerinde azalma meydana gelmişse kısmi kamulaştırma değerine, kamulaştırılmayan kısmın değer kaybı da eklenir. Kamulaştırma bedelinin tespiti davasında bu hesaplamalar teknik bilirkişiler tarafından yapılır.

Bir Yargıtay kararında da bu husus;

“Bu noktada, arta kalan kısımda değer kaybı belirlenirken, değer kaybının kamulaştırmadan kaynaklanması ve taşınmaz malın kamulaştırmadan önceki ve sonraki durumlarının bilirkişilerce göz önünde tutulması ve kamulaştırmanın menfi etkisinin oranının açıklanması gerekir.”

Kısmen kamulaştırma sebebiyle kamulaştırılmayan kısmın değeri aynı şekilde artmış da olabilir. Bu duruma, kamulaştırılan kısma metro giriş çıkışı yapılması sebebiyle kamulaştırılmayan kısmın değerinin artması örnek gösterilebilir. kamulaştırma nedeniyle artış meydana geldiği takdirde de, artan değer tespit edilerek kamulaştırılan kısmın değerinden çıkarılarak kamulaştırma bedeli tespit edilir.

Kamulaştırma davasında kamulaştırma avukatı ile beraber çalışılması, teknik hesaplamalarda olası hatalara itiraz açısından da önem taşımaktadır.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

ileavukatadmin

Kamu Kurumları ve Tüzelkişileri Arasında Taşınmaz Mal Devri

Kamulaştırma işlemi kamu tarafından, özel mülkiyette olan gayrimenkuller üzerinde yapılabilir. Bir kamu kurumunun başka bir kamu kurumu mülkiyetinde bulunan taşınmaza kamulaştırma yapması mümkün değildir. Bu durumda Kamulaştırma Kanunu’nun 30. maddesi uygulanma alanı bulacaktır.

Kamu kurum ve tüzel kişileri arasında gayrimenkul ihtiyacı sebebiyle meydana gelen işlemlerde de yine kamulaştırma davasına hakim, ilgili idareyi temsil eden kamulaştırma davası avukatından destek alınmalıdır.

Kamulaştırma kanunu 30. maddesi uyarınca;

Başka bir idareye ait taşınmaz mala ihtiyaç duyan idarenin söz konusu taşınmaza bedel tespiti yaparak, malik olan idareye yazılı olarak başvuru yapması gerekmektedir. Mal sahibi olan idare bu başvuyu reddeder veya 60 gün içinde cevap vermezse, alıcı olan idarenin Danıştay’a başvurması gerekir. Danıştay bu konuyu kesin karara bağlar.

Danıştay’ın devre ilişkin kararının akabinde bedelde anlaşma sağlanamaz ise, alıcı idarenin kamulaştırma kanunu 10. maddesi uyarınca bedel tespiti için mahkemeye başvurması gerekir.

Kamulaştırma kanunu 30. maddesi uyarınca devir alınan taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkı, sahibinden kamulaştırma yolu ile alınmış sayılır ve devir amacı veya devreden idarenin izni dışında başkaca bir kamusal amaçla kullanılmasına izin verilmemektedir. Bu hükme aykırı olarak kullanılması halinde devreden idare, Kamulaştırma kanununun 23 üncü maddesine göre taşınmaz malı geri alabilir.

kamulaştırma hukuku kamulaştırma davası, kamulaştırma avukatı..

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

ileavukatadmin

MALPRAKTİS DAVALARI..

Sağlık hukukunda malpraktis davalarının anlaşılabilmesi için, endikasyon, komlikasyon, malpraktis kavramlarının da anlaşılması gerekmektedir.

MALPRAKTİS NEDİR?

Malpraktis kısaca hatalı hekim uygulaması, doktor hatası olarak tanımlanabilir. Hekimin teşhis, tedavi veya tıbbi müdahale sırasında dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışları sonucunda malpraktis ortaya çıkabilmektedir.

ENDİKASYON NEDİR?

Tibbi müdahalenin yapılabilmesi için tıbbi gereklilik şarttır. Aksi halde tıbbi müdahale hukuka aykırı olur ve hukuki sorumluluk doğurur. Endikasyon kısaca, tıbbi müdahalenin yapılabilmesi için gerekli olan gerekçedir. Endikasyon kavramının hekim veya hasta tarafından genişletildiği görülmektedir.

Endikasyonun türleri vardır. Tıbbi endikasyon, tıbben gerekliliktir. Bir tıbbi müdahalenin yapılabilmesi için tıbben bir gereklilik bulunmaktadır. Örneğin kalp yetmezliği yaşayan bir hastaya kalp pili takılması için yapılacak tıbbi müdahalede tıbbi endikasyon bulunmaktadır.

Sosyal endikasyon ise, tıbben bir gereklilik olmamasına rağmen, sosyal gerekçelerle bir tıbbi müdahalenin gerekli ve hukuka uygun görülmesi halidir.Bu duruma örnek olarak islam toplumlarında sünnet geleneği örnek gösterilebilir.

Bir de psikolojik endikasyon türü vardır ki, bu duruma da estetik operasyonları örnek gösterilebilir. LüKişinin kendisini psikolojik olarak daha iyi hissedebilmek için, sözkonsu tıbbi müdahaleye gereklilik duymasıdır. Hukukumuz estetik müdahalelere de bu gerekçe ile izin vermektedir.

Bahsetmiş olduğumuz endikasyon türlerinden birinin bulunmaması halinde, tıbbi müdahale hukuka uygun olamaz. Bu durumda da malpraktis davaları gündeme gelecektir. Malpraktis davalarında sağlık hukuku avukatı malpraktis davası avukatının desteği önem taşımaktadır.

KOMPLİKASYON NEDİR?

Komplikasyon Yargıtay kararlarındaki tanımı ile; tıbbi girişim sırasında öngörülmeyen, öngörülse bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuçtur. Komplikasyon ile malpraktis kavramlarınını birbirinden ayrılması önem taşımaktadır. Zira bu ayrıma göre kusurdan, hukuka aykırılıktan ve tazminat davasından söz edilebilecektir.

Hekimin tıbbi müdahale sırasında gerekli özen ve dikkat yükümünü yerine getirmiş olması, gerekli önlemleri almış olmasına rağmen istenmeyen sonucu önleyememiş olması halinde hekimin kusurlu olduğu söylenmez. Bu durum bir komlikasyon olarak kabul edilir ve hukuki sorumluluk doğmaz.

Malpraktis davaları ise bir kusur sorumluluğudur. Malpraktis davası ile hekimin, hastanenin veya idarenin sorumluluğuna gidilebilmesi için bir kusur sorumluluğu olmalıdır. Hekimin teşhis, tedavi ve tıbbi müdahale esnasında gerekli önlemleri almamış olması, dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmemesi maddi ve manevi tazminat olarak sorumluluğun yanında, hekimin cezai sorumluluğunu da gündeme getirecektir.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

ileavukatadmin

TRAFİK KAZALARINDA TEDAVİ GİDERLERİNDEN SGK SORUMLUDUR.

13/2/2011 tarihli 6111 sayılı kanunla Karayolları Trafik Kanunu 98.maddesinde yapılan değişiklik ile birlikte, trafik kazalarından kaynaklanan tedavi giderleri SGK’nın sorumluluğuna girmiştir.İlgili madde fıkrası şu şekildedir;
“Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır.”
SGK’nın sorumluluğunda olması için, tedavi giderlerinin belgeli olması gerekmektedir. Belgesiz olan tedavi giderlerinden sigorta şirketinin de, işleten ve sürücünün de sorumlulukları devam etmektedir. Bu sebeple; trafik kazası sebebiyle açılacak tazminat davalarında, alacak kalemlerinden SGK’nın sorumluluğunda olanları sağlıklı bir şekilde ayırt etmek önem taşımaktadır. Sigorta şirketinin, işletenin ve sürücünün belgesiz tedavi giderleri dışında, diğer maddi ve manevi zararlardan sorumluluğu devam etmektedir. Sigorta poliçesinde manevi tazminat klozu bulunmuyorsa, bu zarardan işleten ve sürücü sorumlu olacak, sigorta şirketinin sorumluluğu doğmayacaktır.
Trafik kazası sebebiyle uğranılan zararların tazmini için, tazminat hukukunda uzman bir avukat desteği alınmasında fayda vardır.

Trafik kazası sebebiyle tazminat davaları hakkında..


Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

ileavukatadmin

BELEDİYE SPOR KULÜPLERİNİN BORÇLARINDAN, ARALARINDA ORGANİK BAĞ BULUNMASI SEBEBİYLE BELEDİYELER DE BİZZAT SORUMLUDUR

Belediye spor kulüpleri ile belediye arasında doğrudan organik bağ bulunduğu kabul edilmektedir. Aralarında organik bağ olan tüzel kişiler birbirlerinin borçlarından bizzat sorumludur. Yani bir tüzel kişiden tahsil edilemeyen alacak, aralarında organik bağ olduğu ispat edilen diğer tüzel kişiden de talep edilebilmektedir. Ödenmeyen sporcu alacaklarının belediye spor kulübünün tüzel kişiliğinin sona ermesi halinde, kimden talep edilebileceği sorunu ortaya çıkmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27.06.2018 tarihli kararı ile, belediye spor kulüpleri ile belediye arasında organik bağ bulunduğunu, dolayısıyla spor kulübünün ödemediği sporcu alacağından belediyenin de sorumlu olduğunu belirtmiştir.

“Spor kulübü iktisadi işletmesi Çankaya Belediye Başkanlığına ait olup, davalı spor kulübü de diğer davalı … Başkanlığının denetiminde kurulmuştur. Spor kulübünün işletilmesi ve yönetimi belediye başkanlığının tasarrufundadır. Bu nedenle … ile … Derneği arasında organik bağ bulunduğu anlaşılmakta olup, sözleşmede kararlaştırılan ücretin ödenmesinden davalı belediyenin de sorumlu olduğunun kabulü gerekir.”

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun vermiş olduğu kararda, olay her ne kadar sporcu alacağına ilişkin olsa da, belediye spor kulüpleri ile belediye arasında organik bağ bulunduğu kabul edilmiştir. Bu tespit spor kulüplerinin tüm borçları açısından belediyelerin bizzat sorumluluğuna gidilebileceğini göstermektedir. Hukuk Genel Kurulu Kararı bu yönüyle de önem taşımaktadır.

İlgili davada ilk derece mahkemesi ‘belediye başkanlığının sorumlu olmayacağı ve davanın reddi’ yönünde karar vermesi üzerine, karar temyiz edilmiştir. Yargıtay ilgili dairesi spor hukuku ve sporcu alacakları bakımından örnek teşkil edecek biçimde belediye spor kulüpleri ile belediye başkanlığının arasında organik bağ bulunduğuna, dolayısıyla belediyenin de ödenmeyen sporcu alacağından sorumlu olacağına kara vererek yerel mahkeme kararını bozmuştur. Yerel mahkemenin direnme kararı vermesi üzerine, dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun önüne gelmiş ve kurul da Yargıtay ilgili dairesi kararı doğrultusunda ‘belediye spor kulüpleri ile belediye arasında organik bağ bulunduğu’ yönünde önemli bir karar vermiştir. Bu karar spor hukuku ve spor kulüplerinden tahsil edilemeyen sporcu alacaklarının tahsili açısından emsal teşkil edecek önemli bir karardır.

Arabulucu Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

İlgili davalarda spor avukatı spor hukuku avukatı ile birlikte çalışılmasını tavsiye deriz.

ileavukatadmin

ZAMANAŞIMININ DURMASI VE ZAMANAŞIMININ KESİLMESİ

Zamanaşımı Türk Borçlar Kanununda 141 ile 161. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Türk Borçlar Kanunu zamanaşımı süresini bazı durumlar için 5 yıl, bazı durumlar içinse 10 yıl olarak düzenlemiştir. Farklı durumlar için ayrıca zamanaşımı süreleri de belirtilmiştir. Örneğin haksız fiil sebebiyle açılacak davalarda 2 yıllık zamanaşımı süresi sözkonusudur. Sigorta şirketine karşı dava, trafik kazası ve sigorta poliçesine istinaden açılacak davalarda sigorta hukuku ve karayolları trafik kanunu hükümleri uyarınca 2 yıllık zamanaşımı süresi geçerli olmaktadır.

Bir alacağın zamanaşımına uğraması o alacağı sona erdirmez, yalnızca borçluya defi hakkı verir. Yani borçlunun ödemekten kaçınması halinde alacaklının dava hakkı olmamaktadır. Ancak; borçlu borcunun zamanaşımına uğradığını bilmeksizin eskaza borcunu ödemişse de, ödemiş olduğunu geri isteyemeyecektir.

Kanun belirli hallerde zamanaşımı süresinin duracağını, belirli hallerde zamanaşımı süresinin kesileceğini düzenlemiştir.

Zamanaşımını durduran sebepler TBK’nun 153. maddesinde düzenlenmiştir. Bu sebeplerden birinin varlığı halinde süre hiç başlamaz, başlamışsa da durur. Zamanaşımını durduran sebebin ortadan kalkması halinde ise, kaldığı yerden devam eder. Yani süre baştan işlemez, yalnızca duraklamış olur.

Zamanaşımını durduran sebepler :

  1. Velayet süresince, çocukların ana ve babalarından olan alacakları için.
  2. Vesayet süresince, vesayet altında bulunanların vasiden veya vesayet işlemleri sebebiyle Devletten olan alacakları için.
  3. Evlilik devam ettiği sürece, eşlerin diğerinden olan alacakları için.
  4. Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için.
  5. Borçlu, alacak üzerinde intifa hakkına sahip olduğu sürece.
  6. Alacağı, Türk mahkemelerinde ileri sürme imkânının bulunmadığı sürece. 7. Alacaklı ve borçlu sıfatının aynı kişide birleşmesinde, birleşmenin ileride geçmişe etkili olarak ortadan kalkması durumunda, bu durumun ortaya çıkmasına kadar geçecek sürece zamanaşımı süresi durur.

Zamanaşımını kesen sebepler :

Zamanaşımı süresini kesen haller TBK’nun 154. maddesinde düzenlenmiştir. Zamanaşımı süresinin kesilmesi halinde zamanaşımı süresi en baştan işlemeye başlayacaktır.

TBK 154 maddesi uyarınca;

  1. Borçlu borcu ikrar etmişse, özellikle faiz ödemiş veya kısmen ifada bulunmuşsa ya da rehin vermiş veya kefil göstermişse.
  2. Alacaklı, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuşsa, icra takibinde bulunmuşsa ya da iflas masasına başvurmuşsa zamanaşımı süresi kesilir.

Mal rejimi davalarında zamanaşımının durması

Mal rejimi davası 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir, 10 yıllık zamanaşımı süresi boşanma kararının kesinleştiği tarihten itibaren işlemeye başlamaktadır. Bu sebeple; boşanma kararının kesinleşmesinden 10 yıl geçtikten sonra açılan mal rejimi tasfiyesine ilişkin dava zamanaşımı itirazına uğraması halinde reddedilmektedir.

Mal rejimi davalarında zamanaşımının durması : https://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/11/28/mal-rejimi-davasinda-zamanasimi-ne-kadardir-bosanma-davasindan-ne-kadar-zaman-sonra-acilmasi-gerekir/

Avukatlık ve hukuki danışmanlık : https://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

ileavukatadmin

Kentsel Dönüşüm Hukuku ve Kentsel Dönüşümde İptal Davaları

Kentsel dönüşüm, kısaca kentsel dönüşüm kanunu olarak bilinen 6306 saylı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile düzenlenmiştir.

Bu kanun uyarınca açılacak kentsel dönüşüm davaları nelerdir? Kentsel dönüşüm hukuku kapsamında neler yapılabilir? Kentsel dönüşüm uzmanı kentsel dönüşüm avukatından destek alınmalı mıdır?

Kentsel dönüşüm işlemlerinin uygulanabilmesi için öncelikle riskli yapı veya risli alan kararı olmalıdır.

Riskli alan kararı, kanundaki tanımı ile; ‘zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığı Cumhurbaşkanı tarafından kararlaştırılan alana ilişkin karardır. Yani Cumhurbaşkanı kararıdır. Böyle bir kararın devleti temsil eden bir kişinin verilmesi her ne kadar hukuk mantığı ile örtüşmüyorsa da kanunun düzenlenmesi bu şekildedir.

Riskli yapı tespiti ise, sadece bir yapıya ilişkin karardır. Bakanlık, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebilir. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitler Bakanlıkça veya İdarece yapılır veya yaptırılır.

Risli yapı tespiti ile riskli alan tespiti kararları ve raporlarına karşı itiraz edilebilir. İtiraz hakkı yapı malikine aittir, kiracı veya ipotek hakkı sahibinin böyle bir hakkı bulunmamaktadır.

Riskli yapı tespitine karşı, tebliğden itibaren 15 gün içinde taşınmazın bulunduğu yer Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Müdürlüğü’ne itiraz edilebilir. İtiraz ile sonuç alınamaması halinde iptal davası açılabilmesi mümkündür.

Kentsel dönüşüm hukuku kapsamında kentsel dönüşüm davası açılabilir. Kanunun 6. maddesinin 9. fıkrasında ; ‘Bu Kanun uyarınca tesis edilen idari işlemlere karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca dava açılabilir.’ denilerek kanun kapsamında yapılan her türlü idari işleme karşı dava açılabileceği belirtilmiştir. Bu davaların açılmasında kentsel dönüşüm avukatı ile beraber çalışılması gerekmektedir, zira yapılacak bir usuli hata tarafların mağduriyetine yol açabilmektedir.

Riskli alan kararına karşı da iptal davası açılabilmesi mümkündür. Riskli alan kararının iptali de idari yargı alanına girmektedir.

İptal davalarının 30 gün içinde açılması gerekmektedir. Ancak, riskli alan kararına karşı Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihinden itibaren dava açılabilir.

Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN

ileavukatadmin

Kamulaştırma İşlemi ve Kamulaştırma Davası

Kamulaştırma işlemi bir idari işlemdir ve idarelerin yapmakla yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin yürütülebilmesi için gerekli olan özel mülkiyete tabi bir taşınmazın kamulaştırılması mümkündür.

Kamulaştırma işleminin yapılabilmesi için öncelikle, bir kamu yararı söz konusu olmalı ve bu konuda kamu yararı kararı alınmış olmalıdır. Kamu yararı kararını verebilecek merciler Kamulaştırma Kanunu’nun 5. maddesi ile belirlenmiştir. Kamu yararı kararı verilmeksizin yapılan kamulaştırma işlemi hukuka aykırılık teşkil eder ve idari yargıda iptaline karar verilmesi mümkündür. Kamulaştırma kanunu m.5 te sayılan merciiler dışında yetkisiz bir mercii tarafından verilen kamu yararı kararı da usule aykırıdır. Bu konuda kamulaştırma hukuku uzmanı bir kamulaştırma avukatı ile beraber çalışılması kamulaştırma işleminin iptali davası yönünden önemlidir. Çünkü doğru bir hukuki yol izlenilmesi halinde usule aykırı olarak verilen kamulaştırma kararının iptal edilmesi mümkündür.

Kamulaştırma işlemi yapılmadan önce satın alma usulünün uygulanması gerekmektedir. Kamu yararı kararı verilen taşınmazın maliki ile, kamulaştırma işlemi yapmak isteyen idarenin yetkilendirdiği 3 kişiden oluşan uzlaşma komisyonu uzlaşma görüşmeleri yapılır. Bedelde anlaşılamaması halinde idare mahkemeye başvurarak taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.

Mahkeme tarafından ilk duruşmada sulhe davet yapılır ve tarafların sulh olma ihtimali varsa süreverilebilir. Sulh olmama yani uzlaşma imkanı olmaması halinde mahkeme kamulaştırma işlemine konu olan taşınmazın bedelinin tespiti amacıyla bir keşif günü verir. Bilirkişi heyeti ile beraber keşif yapılır ve bilirkişi heyeti tarafından hazırlanarak mahkemeye sunulan rapor ile taşınmazın değeri tespit edilir. Taşınmazın değerinin tespit edildiği bilirkişi raporuna itiraz edilebilir, itiraz edilen hususlarda belgeler itiraz dilekçesi ile beraber mahkemeye sunulabilir. Mahkeme itirazları yerinde bulursa yeniden bir keşif günü verebilir.

Kamulaştırma işlemlerinin yetki, şekil, sebep ve amaç unsurlarının her biri yönünden hukuka uygun olması gerekmektedir, bu unsurlardan birinde hukuka aykırılık bulunması halinde kamulaştırma işleminin iptali davası açılması ve kamulaştırmanın iptal edilmesi mümkündür. Kamulaştırma kararı bir idari işlem olduğu için, iptal davasının da idari yargıda açılması gerekmektedir. Bu bağlamda kamulaştırma davası yani kamulaştırma kararına karşı dava açılmak isteniyorsa kamulaştırma hukuku uzmanı kamulaştırma avukatının yeri önemlidir. Çünkü usuli bir hata yapılması hak kayıplarına, zararlara yol açabilmektedir. Bu sebeple kamulaştırma hukuku uzmanı bir kamulaştırma avukatı ile çalışılmasını tavsiye ederiz.

ileavukatadmin

Hasar Tazminatı ve Araç Değer Kaybı

Sigorta Tahkim Komisyonuna Başvuru, Sigorta tazminat davaları ve Trafik kazası tazminat davaları

Trafik kazasının sonucu aracı kullanan, araç sahibi veya araçta bulunan diğer kişilerin pek çok zararı doğabilmektedir. Bu zararları araçta hasar meydana gelmesi, değer kaybının tazmini talebi ile açılan sigorta tazminat davaları uzman bir sigorta avukat desteği alınmadan açılırsa hukuki hatalar sebebiyle hak kaybı oluşabilmektedir. Bu sebeple trafik kazası sebebiyle  sigorta tazminat davası açılırken mutlaka sigorta avukat ile çalışılmalıdır.

Hangi zararlar kaskodan talep edilir ?

Trafik kazası sonucunda meydana gelen zararların kimin hangi sigortasından talep edilebileceği meselesi hatalara sebep olabilmektedir.

Trafik kazasının meydana gelmesinde kusurun kimde olduğu ve kusur oranının tespiti önemlidir. Bu husus trafik kazası tespit tutanağı ile tespit edilir ve sigorta tazminat davasında veya sigorta tahkim komisyonuna yapılan başvuruda bu tutanak esas alınır. Bu sebeple tespit tutanağı imzalanırken dikkatli olunmalıdır.

Hangi zararlar trafik sigortasından alınır?

Trafik kazası sonucunda araçta meydana gelen hasar, değer kaybı ve ödenen onarım bedelinin karşı tarafın kusurlu olması halinde, bu zararların karşı tarafın zorunlu mali sorumluluk sigortasından talep edilmesi gerekir. Eğer her iki taraf da kusurlu ise, sigorta şirketinin kusur oranına göre zarar ödemesi yapması gerekir. Eğer kusurun tamamı zarara uğramış olan tarafa aitse, bu taraf zararlarını ancak kendi kasko sigortacısından talep edebilir.

Yaralanmalı bir trafik kazası söz konusu ise, yaralanma sebebiyle uğranılan maddi zararların tazmini, yine karşı tarafın kusuru oranında, karşı tarafın zorunlu mali sorumluluk sigortasından talep edilebilir. Karşı tarafın mali sorumluluk poliçesinde manevi zarar klozu da bulunuyorsa yine manevi zararlar da bu sigorta şirketinden talep edilebilir.

Ölümlü trafik kazasında sigorta tazminat öder mi ?

Ölümlü kaza halinde ölen kişinin yakınları tazminat talebinde bulunabilir, maddi zararlarının haricinde manevi tazminat ve ayrıca destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilirler.

Sigorta ne kadar sürede hasar ödemesi yapar? Değer kaybı ödenir mi?

Zararlarının karşılanmasını talep eden kişi tarafından, tüm belgelerle beraber sigorta şirketine başvuru yapılmasına karşın ödememiş, 15 gün içinde de cevap vermemiş ise sigorta hukuku hükümlerine göre sigorta avukatı ile yasal hak arama yollarına başvurulabilir.

Sigorta tahkim komisyonuna nasıl başvururum ? Hasar tazminatı nasıl alınır ?

Sigorta şirketine kaza tespit tutanağı, ruhsat, ehliyet fotokopileri, ölümlü veya yaralamalı ise hastane raporları, onarıma ilişkin faturalar gibi kazaya ilişkin evraklarla beraber bir talep dilekçesi ile başvurulur.

Sigorta tahkim komisyonuna başvurmak için bu gibi evrakların yanı sıra, başvuru öncesinde delil tespiti yaptırılmış ise, bu tespite ilişkin eksper raporu, epikriz raporları, iş göremezlik raporları vs. kazanın sebep olduğu her bir zararı belgelendirecek nitelikteki delillerin başvuru evrakları ile beraber sunulması gerekmektedir.

Sigorta avukatı süreci nasıl etkiler ?

Sigortaya başvurmak için hangi evraklar gerekir ?

Trafik kazası sebebiyle ölümlü veya yaralanmalı trafik kazası meydana gelmişse maddi, bedeni ve manevi zararların tazmini talebiyle sigorta şirketine başvuru söz konusu olabilecektir. Araçta meydana gelen değer kaybı veya hasar tazminatı talebi ile sigorta şirketine başvurulacak ise buna ilişkin evraklar hazırlanmalıdır.

Sigorta şirketine başvururken sigorta avukatı gerekli midir?

Trafik kazasından sonra sigortaya başvuru işlemleri yapılırken de, hasarın tespiti yapılırken de, değer kaybı hesaplaması yapılırken ve sigorta tahkim komisyonuna başvuru işlemleri yapılırken de mutlaka, sigorta avukatı ile beraber çalışılmalıdır. Zira; söz konusu süreç tamamıyla hukuki ve teknik bilgiler gerektiren hukuki bir süreç olduğundan, trafik kazası avukatı ile beraber çalışmak avantaj sağlayacaktır.

Sigorta avukatı ve hasar danışmanlık hizmeti

Sigorta hukuku avukatı, hasar avukatı ile çalışılması halinde olası hatalar sebebiyle hak kayıpları engellenmiş olacaktır. Sigorta hukuku avukatı hasarınızın tespitinde de yol gösterecektir.

Sigorta avukatı ile iletişime geçmek için sayfamızı ziyaret ediniz, randevu oluşturunuz : http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

Sigorta şirketine karşı sigorta hukuku hükümlerine göre sigorta davası açılması veya sigorta tahkim komisyonuna başvuru yapılması mümkündür. Sigorta tahkim komisyonu başvuruları çok daha kısa sürede sonuçlandırmaktadır. Sigorta tahkim komisyonu önüne gelen başvuruda ön inceleme olarak, sigora tahkim komisyonuna başvuru yapılıp yapılmadığını, bu uyuşmazlık hakkında daha önce dava açılmış olup olmadığını inceler.

Sigorta tahkim komisyonu web sitesi : http://www.sigortatahkim.org.tr/

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

ileavukatadmin

TİCARET UNVANINA TECAVÜZ: Ticaret unvanının ticari dürüstlüğe aykırı biçimde bir başkası tarafından kullanılması

Ticari unvan nedir? Ticari ünvana tecavüz nedir?

Ticaret ünvanını kısaca tanımlanmak gerekirse, gerçek ve tüzel kişi tacirlerin ticari iş ve işlemlerinde kullandığı, kendisini temsil eden isimdir. Ticari ünvan tacir için hem bir zorunluluk hem de bir haktır. Çünkü; TTK hükümlerine göre tacir, ticari işletmesini açtığı tarihten itibaren 15 gün içinde ticari ünvanını tescil ve ilan etmek zorundadır. Ticaret ünvanını kullanarak ticari iş yapan tacir, bu isim ile tanınır ve itibar sağlar. Bu ticari ünvan tescil ile birlikte o tacire özgülenmiş bir hak haline gelir. Bu sebeple; bu ticari ünvanın veya çok benzerinin başkası tarafından herhangi bir şekilde kullanılması halinde ticari ünvana tecavüz söz konusu olur.

Ticari ünvana tecavüz nasıl olur?

Ticari ünvanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından yine ticari ünvan olarak veya işletme adı, marka, internet alan adı gibi başka şekilde kullanılması halinde ticari ünvanın tecavüzü gerçekleşmiş olur.

TTK 52. maddesi ticari ünvanın korunmasına ilişkin düzenlemeyi yapmış, ticari ünvanı tecavüze uğrayan, ticari ünvanı ihlal edilen kimsenin haklarını belirtmiştir.

Ticaret Ünvanına tecavüz halinde hak sahibinin hakları nelerdir?

Ticaret ünvanı üzerinde hak sahibi olan gerçek veya tüzel kişi TTK. M.52 hükümleri uyarınca;

Ticari ünvana tecavüzün tespitini, yasaklanmasını, tescil edilmiş ise kanuna uygun olarak değiştirilmesini veya silinmesini, tecavüzün sonucu olan maddi durumun ortadan kaldırılmasını, tecavüzde kullanılan araçların ve ilgili malların imhasını, tecavüz sebebiyle zararı doğmuş ise kusurun ağırlığına göre maddi ve manevi tazminat isteyebilir. Açılacak davalarda şirketler hukuku uzmanı şirket avukatı ile birlikte çalışılmalıdır.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

Ticaret ünvanına tecavüz ve ticari ünvanın ihlali halinde, ticaret hukukçusu, ticaret avukatı ve ticari dava uzmanı ndan detsek alınmalıdır. Avukat Fatma Tuğçe Bilgin den hukuki destek alabilirsiniz.

ileavukatadmin

ARABULUCULUK NEDİR?

Arabuluculuk nedir, arabulucu kimdir?

Arabuluculuk köklü bir geçmişi olan, hemen hemen her coğrafyada farklı formlarda kendini göstermiş olan bir uyuşmazlık çözüm biçimidir. Tarafsızlığına ve otoritesine güvenilen bilge özelliklerine sahip bir kişi tarafından sorunların çözüldüğü geleneksel yöntemler günümüzde de uygulanmaktadır.

Arabuluculuk, 6325 sayılı kanun ile hukuk hayatımıza girdi ve 22.06.2013 tarihi itibariyle ihtiyari olarak uygulanmaya başlandı. Bir uyuşmazlığın arabuluculuk ile çözülmesi için öncelikle tarafların üzerinde tasarruf edebileceği, arabuluculuğa elverişli bir konu olması gerekmekte.

Arabuluculuğun hukuk düzenimize getirilmekteki amacı her ne kadar yargının iş yükünü hafifletmek olarak görülse de; en nihayetinde çok önemli bir amaca daha hizmet etmektedir: Toplumsal barış, toplumsal uzlaşı kültürü oluşturmak.

Gerçekten de tarafların aralarında ortaya çıkan bir uyuşmazlığın giderilmesi için, en tabii hak arama yolu olan yargıya başvurulması halinde taraflar iyice kutuplaşmakta, gerilmekte ve kimi zaman hukuk zemininde birbirlerine karşı savaş ilan etmektedir. Bu süreçte yapılan dava ve avukat masrafları ve ayrıca hakka ulaşmak için kaybedilen zaman her iki taraf için de zararlara sebep olmakta.

Arabuluculuğun yargıya oranla avantajları ve özellikleri nedir?

Arabuluculuğun tarafları uzlaşmaya teşvik eden en önemli özelliği hak temelli değil, menfaat ve ihtiyaç temelli olmasıdır. Yani arabuluculuk müzakereleri kimin haklı olduğundan ziyade tarafların ihtiyaçlarını gidermeye yöneliktir. Bu sebeple; dilimize İngilizce’den geçen ‘win win’ karşılığı olarak kazan-kazan ilkesinin arabuluculukta hakim olduğu söylenmektedir. Kanuni haklar üzerinden değil, karşılıklı kaygı ve çıkarlar üzerinden konuşulur, her iki tarafın da kazançlı çıkacağı şekilde bir uzlaşıya varılmaya çalışılır.

Bir uyuşmazlığın arabuluculuk yolu ile çözümlenmek istenmesinin en önemli sebeplerinden biri de gizlilik ilkesinin olmasıdır. Aksi kararlaştırılmadıkça, arabuluculuk faaliyeti esnasında elde edilen bilgilerin delillerin karşı tarafla veya üçüncü kişilerle paylaşılması ve arabuluculuk sürecinde hazırlanan belgeler ve süreçte yapılan açıklamaların anlaşmaya varılamaması hâlinde yargısal yollarda delil olarak kullanılması mümkün değildir. Özellikle tanınan büyük şirketler, yargısal sürecin aleni olması sebebiyle ticari itibarlarının zedelenmesinden kaygı duyarken, arabuluculuk sürecinde böyle bir risk söz konusu olamaz. Tarafların gizlilik ilkesini ihlal etmesi halinde hapis cezası yaptırımı söz konusudur.

Önemli avantajlardan biri de, zaman. Tarafların uzlaşma ihtimali varsa, arabuluculuk müzakereleri ile uyuşmazlığın çok kısa sürede çözümlenmesi mümkün olmaktadır. Çünkü taraflar yüz yüze karşılıklı olarak oturmakta, birbirlerinin yüzüne bakarken kendi hatalarını kabullenme veya empati kurabilmelerine imkan tanınmış olmaktadır. Tabi arabuluculuk müzakereleri yalnızca vekiller vasıtası ile yürütülürse yine bu ihtimal zor olmaktadır. Bu sebeple çoğunlukla asillerin de müzakerelere katılımı sağlanmaya çalışılmaktadır.

Arabulucu hakim gibi karar verir mi? Arabulucu bir tarafı tutar mı?

Yargıdaki gibi emredici bir düzen, otorite yoktur, taraflar tamamen iradidir. Arabulucu hakim gibi karar verici değildir, sorularla tarafları çözüme ulaştırmaya çalışır veya önerilerde bulunur. Arabulucu görevini yaparken herhangi bir tarafa hukuki tavsiyede bulunamaz, tamamen tarafsız ve bağımsızdır. Bu sebeple herhagi bir baskı altında olmaksızın tarafların özgür iradeleri ile bir sonuca varmaları mümkündür.

Yine ekonomik olması da arabuluculuğun yargıya oranla avantajlarından biridir. Harçlar, giderler, bilirkişi ücretleri, keşif masrafları, avukatlık ücretleri derken senelerce süren yargılama sonucunda, bu masrafların da yine taraflardan biri veya kabul-red oranına göre her ikisi tarafından da karşılanması gerekmektedir.

Elbette her uyuşmazlığın arabuluculuk yolu ile çözümlenmesi mümkün değildir. Taraflardan birinin hiç bir suretle anlaşmaya yaklaşmaması veya her ikisinin de haklılığına sonuna kadar inandığı durumlarda yargıya başvurmaktan başka yol kalmamaktadır.

Arbulucu taraf tutar mı, arabulucu kimdir ? ümraniyede avukat arayanlar Avukat Fatma Tuğçe Bilgin ile iletişime geçebilirsiniz.

ileavukatadmin

EVLİLİK SEBEBİYLE İŞTEN AYRILIRSAM KIDEM TAZMİNATINA HAK KAZANIR MIYIM?

Evlilik sebebiyle işten ayrılırsam kıdem tazminatına hak kazanır mıyım? Şartları nelerdir? Evlilik sebebiyle ayrılırsam işsizlik maaşı alır mıyım? Sıkça sorulan ve merak edilen konulardan biri.

4857 sayılı iş kanunu kendinden önceki 1475 sayılı önceki iş kanununu 14. maddesi hariç yürürlükten kaldırmıştır. 14. maddenin yürürlüğü devam etmektedir. Evlilik sebebiyle iş akdinin feshine ilişkin düzenleme de bu madde içeriğinde yer almaktadır.

İş akdinin evlilik tarihinden itibaren 1 yıl içinde feshedilmesi halinde işten ayrılan kadın işçi kıdem tazminatına hak kazanır. Bu düzenleme sadece kadın işçiler lehine yapılmış bir düzenlemedir. Erkek çalışanların evlilik sebebiyle ayrılması halinde kıdem tazminatına hak kazanması söz konusu olamaz.

Çalışan kadın birden fazla kez evlenmiş olsa da her seferinde evlilik sebebiyle kıdem tazminatına hak kazanarak iş akdini sonlandırabilir.

Evlilik sebebiyle işten ayrılırsam ihbar  tazminatına hak kazanır mıyım? İhbar süresini beklemem gerekir mi?

Evlilik sebebiyle iş akdini sona erdirmek isteyen kadın işçinin ihbar süresini beklemesine gerek yoktur. Bu sebeple işverene ihbar tazminatı ödemesi gibi bir durum söz konusu olmaz. İşverenin de ihbar tazminatı ödemesi gerekmez. Yani evlilik sebebiyle işten ayrılan kadın kıdem tazminatına hak kazanır, ancak ; ihbar tazminatına hak kazanamaz.

Evlilik sebebiyle işten ayrılarak kıdem tazminatı almanın şartları nelerdir?

 En az 1 yıl çalışmış olmalı, 1 yıl içinde talep edilmelidir..

Evlilik sebebiyle kıdem tazminatını alarak işten ayrılmak isteyen kadın o iş yerinde en az 1 yıldır çalışıyor olmalı ve evlilik tarihinden itibaren 1 yıl içinde bu hakkını kullanmalıdır. 1 yıllık süre resmi nikah tarihinden itibaren işler.

Evlilik sebebiyle işten ayrılırsam işsizlik maaşı alabilir miyim?

Evlilik Sebebiyle işten ayrılan kadın işçi, işsizlik maaşına hak kazanmaz.

Ümraniyede avukat ve Ümraniyede işçi avukatı arayanlar Avukat Fatma Tuğçe Bilgin ile iletişime geçebilirsiniz.

ileavukatadmin

MESAFELİ SATIŞ SÖZLEŞMESİ VE CAYMA HAKKI

Mesafeli satış sözleşmesi, internet üzerinden yapılan e-ticaret sözleşmelerini de kapsamına alan, e-ticaret sözleşmelerinden daha geniş, telefon, faks, mesaj vs. uzaktan iletişim araçlarıyla da taraflar bir araya gelmeksizin kurulabilen sözleşmelerdir.

Mesafeli satış sözleşmelerinin bir tarafı tüketicidir, bu sebeple bu sözleşme türü Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında tüketicileri koruyucu hükümlerle beraber düzenlenmiştir.

Satıcı ve sağlayıcının sözleşmenin kurulmasından önce tüketiciye ön bilgilendirme yapmış olmalıdır. Ö bilgilendirme kapsamında tüketiciye yapılması gereken bilgilendirmeler: Mal ve hizmetin temel nitelikleri, satıcı ve sağlayıcının adı soyadı, firma ise ticari ünvanı, mersis numarası, iletişim bilgileri, satılan mal veya hizmetin vergilerle beraber toplam maliyeti, nakliye bedeli, cayma hakkının olduğu, cayma hakkını kullanma süresi, usulü ve iade için taşıyıcıya ait bilgiler, cayma bildiriminin yapılacağı iletişim bilgileri, cayma hakkını hangi hallerde kullanamayacağı, uyuşmazlık halinde tüketicilerin Tüketici Mahkemeleri veya Tüketici Hakem Heyetlerine başvurabileceklerine dair bilgilendirmelerdir.

Satıcı veya sağlayıcı ön bilgilendirmeyi kullanılan iletişim aracına uygun şekilde en az on iki punto büyüklüğünde, yazılı olarak veya kalıcı veri saklayıcısı ile yapması gerekmektedir. Zira ispat yükü de yine satıcı ve sağlayıca ait bir sorumluluktur.

Kalıcı veri saklayıcısı nedir? Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliği’nde “Tüketicinin gönderdiği veya kendisine gönderilen bilgiyi, bu bilginin amacına uygun olarak makul bir süre incelemesine elverecek şekilde kaydedilmesini ve değiştirilmeden kopyalanmasını sağlayan ve bu bilgiye aynen ulaşılmasına imkan veren kısa mesaj, elektronik posta, internet, disk, CD, DVD, hafıza kartı ve benzeri her türlü araç veya ortamı” olarak tanımlanmıştır.

Mesafeli satış sözleşmelerinde cayma hakkının kapsamı nedir?

Tüketici, 14 gün içinde hiçbir gerekçe göstermeksizin ve herhangi bir cezai bedel ödemeksizin sözleşmeden cayma hakkına sahiptir. Bu on dört günlük sürenin ne zaman sona erer? Satın alınan hizmet ise, 14 günlük süre sözleşmenin yapıldığı gün başlar. Satın alınan mal ise, cayma hakkına ilişkin 14 günlük süre malın tüketiciye veya tüketicinin teslim edilmesini talep ettiği 3. kişiye teslim edildiği tarihte başlar. Eğer mesafeli sözleşme ile birden fazla mal satın alınmış ise, yine cayma süresi son malın teslim edildiği gün başlar.

Aynı zamanda mal ve hizmet beraber alınmış ise, cayma süresinin başlangıcı mal teslimine ilişkin cayma hakkı hükümlere göre belirlenir.

Tüketici cayma hakkını nasıl kullanacak?

Tüketici, cayma hakkını kullandığına dair bildirimi süresi içinde, yazılı olarak veya kalıcı veri saklayıcısı ile satıcı veya sağlayıcıya iletmelidir.

İnternet üzerinden satış yapan bazı firmalar sitelerinde cayma hakkının kullanımına ilişkin bir cayma formu da bulundurmakta veya satılan ürünün paketinin içinde tüketiciye ulaştırmaktadır.

Cayma hakkının kullanılması üzerine, satıcı/sağlayıcı cayma beyanının kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç 14 gün içinde malın bedelini nakliye masrafları ile beraber herhangi bir kesinti uygulamaksızın tek seferde tüketiciye iade etmelidir.

Cayma hakkının uygulanmadığı durumlar da Mesafeli Sözleşmeler Yönertmeliği’nin 15. maddesinde düzenlenmiştir.

Cayma hakkının istisnaları

MADDE 15 – (1) Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça, tüketici aşağıdaki sözleşmelerde cayma hakkını kullanamaz:

a) Fiyatı finansal piyasalardaki dalgalanmalara bağlı olarak değişen ve satıcı veya sağlayıcının kontrolünde olmayan mal veya hizmetlere ilişkin sözleşmeler.

b) Tüketicinin istekleri veya kişisel ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanan mallara ilişkin sözleşmeler.

c) Çabuk bozulabilen veya son kullanma tarihi geçebilecek malların teslimine ilişkin sözleşmeler.

ç) Tesliminden sonra ambalaj, bant, mühür, paket gibi koruyucu unsurları açılmış olan mallardan; iadesi sağlık ve hijyen açısından uygun olmayanların teslimine ilişkin sözleşmeler.

d) Tesliminden sonra başka ürünlerle karışan ve doğası gereği ayrıştırılması mümkün olmayan mallara ilişkin sözleşmeler.

e) Malın tesliminden sonra ambalaj, bant, mühür, paket gibi koruyucu unsurları açılmış olması halinde maddi ortamda sunulan kitap, dijital içerik ve bilgisayar sarf malzemelerine ilişkin sözleşmeler.

f) Abonelik sözleşmesi kapsamında sağlananlar dışında, gazete ve dergi gibi süreli yayınların teslimine ilişkin sözleşmeler.

g) Belirli bir tarihte veya dönemde yapılması gereken, konaklama, eşya taşıma, araba kiralama, yiyecek-içecek tedariki ve eğlence veya dinlenme amacıyla yapılan boş zamanın değerlendirilmesine ilişkin sözleşmeler.

ğ) Elektronik ortamda anında ifa edilen hizmetler veya tüketiciye anında teslim edilen gayrimaddi mallara ilişkin sözleşmeler.

h) Cayma hakkı süresi sona ermeden önce, tüketicinin onayı ile ifasına başlanan hizmetlere ilişkin sözleşmeler.

ileavukatadmin

GÜVEN DAMGASI NEDİR?

Gümrük Ve Ticaret Bakanlığı tarafından çıkarılan ve 06.06.2017 tarihinde resmi gazetede yayınlanan 30088 sayılı tebliğ ile Güven Damgası ticaret hayatına girmiştir.

Güven Damgası ilgili tebliğde; ‘Bu tebliğde öngörülen asgari güvenlik ve hizmet kalitesi standartlarına uyan hizmet sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcıya verilen elektronik işareti’ olarak tanımlanmıştır.

Güven damgası, Güven Damgası Sağlayıcısı tarafından tebliğde belirlenen standartlara uyan e-ticaret yapan internet sitelerine verilmektedir. Ticaret Bakanlığı, Türkiye’deki güven damgası sağlayıcısı olarak yalnızca Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ni yetkilendirmiştir.  https://www.guvendamgasi.org.tr/

Güven damgası alma şartları Tebliğ’in 5. maddesinde düzenlenmiştir.

Güven damgası alma şartları:

MADDE 5 – (1) Güven damgası almak isteyen hizmet sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcı asgari olarak aşağıdaki standartlara uyar:

a) Kişisel veri ve ödeme bilgisi içeren her türlü işlemin internet sitesi ve mobil sitede EV SSL, uygulamada SSL ile gerçekleştirilmesini sağlar.

b) Güven damgası başvurusunda bulunmadan en fazla üç ay önce ve her takvim yılı içinde en az bir defa, Türk Standardları Enstitüsü tarafından onaylı A veya B sınıfı sızma testi firmalarına sızma testi yaptırarak gerekli önlemleri alır ve bu önlemleri aldığına ilişkin doğrulama testi yaptırır.

c) 23/2/2006 tarihli ve 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanununa, 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanuna, 20/6/2013 tarihli ve 6493 sayılı Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanuna, 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna, 23/10/2014 tarihli ve 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna, 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununa ve bu kanunların ikincil düzenlemeleri ile elektronik ticaret ortamında satışı yasak olan ya da şarta bağlanan ürünlere ilişkin düzenleme ve idari kararlara uygun süreçler tasarlar.

ç) Elektronik ticaret ortamında çocukların fiziksel, zihinsel, ahlaki, psikolojik ve toplumsal gelişim özelliklerini olumsuz yönde etkileyebilecek içeriğe yönelik tedbirleri alır.

d) Elektronik ticarete konu malın stok bilgisi, içeriği, malzemesi, ölçüleri gibi özelliklerine, kullanımına ve varsa garantisine, teknik desteğine ve bunların kim tarafından sağlanacağına ilişkin detaylar ile gerçek boyutlarının anlaşılmasını mümkün kılan görselleri, tedarik, kargo ve teslimat süresi gibi hususları, sipariş alıcıya teslim edilinceye kadar siparişin durumu hakkında gerekli bilgileri ve kargo takip imkânını sunar ya da sunulmasına olanak sağlar.

e) Elektronik ticarete konu hizmetin kim tarafından sağlanacağı, kapsamı ve süresi gibi bilgileri sunar ya da sunulmasına olanak sağlar.

f) Bu fıkranın (d) ve (e) bentlerine ilişkin taahhütlerine uygun hareket eder.

g) Alıcının siparişi hakkında bilgi alabilmesi, talep ve şikâyetlerini internet tabanlı iletişim yöntemlerinden en az biri ve telefon aracılığıyla iletebilmesi için müşteri hizmetleriyle iletişim imkânı sunar. Talep ve şikâyetlerin etkin bir şekilde yönetilmesini, sonuçlandırılmasını ve konuya ilişkin alıcının bilgilendirilmesini sağlar.

(2) Güven damgası almak isteyen hizmet sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcının gerçek kişi olması halinde kendisinin ve yetkili temsilcisinin, tüzel kişi olması halinde ise yöneticilerinin ve yetkili temsilcilerinin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, kaçakçılık veya bilişim suçlarından mahkûm olmaması gerekir.

(3) Güven damgası almak isteyen hizmet sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcı iflas etmiş ise itibarın iadesinin sağlanmış olması gerekir.

Güven damgası aldıktan sonra da şartları taşımaya devam edip etmediğine ilişkin denetlemeler yapılabilmekte ve tebliğe aykırılık halinde askıya alınması ve iptali söz konusu olabilmektedir.

Ümraniye de avukat, Ümraniyede avukat, Av. Fatma Tuğçe Bilgin Avukat

ileavukatadmin

E-TİCARET HUKUKU VE E-TİCARET YAPAN ŞİRKETLERİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ..

Teknolojinin gelişmesi ile beraber internet ticari hayata da girmiş, hatta ticaret yapan şirketler için uçsuzbucaksız bir müşteri potansiyeli sağlamıştır. Dolayısıyla e-ticaret hızla gelişmiş ve bu konuda yasal düzenlemelere de ihtiyaç duyulmuştur. Ülkemizde elektronik ticarete ilişkin kanun geç de olsa 23.10.2014 tarihinde mecliste kabul edilmiş ve 01.05.2015 tarihinde de yürürlüğe girmiştir.

E-ticaret de bir mesafeli satış sözleşmesi olmakla beraber, mesafeli satış sözleşmelerinin internet üzerinden yapılması gibi bir koşul yoktur, telefon, faks yoluyla da yapılabilir. Yani e-ticaret sözleşmelerini, mesafeli satış sözleşmelerinden ayıran nokta mutlaka internet üzerinden yapılmış olmasıdır.

E-Ticaret  Elektronik Ticaretİn Düzenlenmesi Hakkinda Kanun, e-ticaretin ve internet üzerinden alışveriş yapan alıcıların (tüketicinin) işlem güvenliğini sağlamak üzere e-ticaret yapan şirketlere bir takım yükümlülükler getirmiştir.

Kanun hizmet sağlayıcı ile aracı hizmet sağlayıcı kavramlarını ayrı tanımlamış ve yükümlülüklerini belirtmiştir.

Hizmet sağlayıcının, sözleşmenin yapılmasından önce; şirkete ilişkin (ticari ünvan, mersis, iletişim bilgileri, kayıtlı e-posta adresi, tescilli markaları vs.), Sözleşmenin kurulabilmesi için izlenecek teknik adımlara ilişkin, Sözleşme metninin sözleşmenin kurulmasından sonra hizmet sağlayıcı tarafından saklanıp saklanmayacağı ile bu sözleşmeye alıcının daha sonra erişiminin mümkün olup olmayacağı ve bu erişimin ne kadar süreyle sağlanacağına ilişkin,  Uygulanan gizlilik kuralları ve varsa alternatif uyuşmazlık çözüm mekanizmalarına ilişkin ve cayma hakkına ilişkin bilgilendirmeleri yapması gerekmektedir. Bu bilgilendirmelere e-ticaret yapan şirketler çoğunlukla ‘ön bilgilendirme formu’ olarak internet sitelerinde yer vermektedir.

Hizmet sağlayıcı sipariş esnasında da ürün ve hizmetlerin nitelikleri, vergi ve nakliye masrafları da dahil olmak ödenmesi gereken toplam ücreti, özet sipariş formu ile geri al ve değiştir gibi teknik araçların sunulacağına ilişkin, e-ticaret işlemleri nedeniyle elde ettiği kişisel verilere ilişkin gizlilik kurallarına, alıcıyla arasında uyuşmazlık çıkması halinde varsa alternatif uyuşmazlık çözüm mekanizmalarına siparişin onaylanması aşamasında ve ödeme bilgilerinin girilmesinden önce bilgilendirmesini yapması gerekmektedir.

ileavukatadmin

İCRA TAAHHÜDÜ NEDİR? TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU VE CEZASI..

İcra taahhüdü kısaca icra borcunun taksitlendirilmesine ilişkin bir anlaşma olarak tanımlanabilir. İcra taahhüdünün hacizden sonra ve hacizden önce yapılmasına göre geçerlilik şartları farklılık göstermektedir.

Hacizden önce yapılmak istenen icra taahhüdünün de farklı yöntem ve zamanlarda yapılması mümkündür. Biri, borçlunun ve alacaklının icra müdürlüğüne gelerek, icra müdürü huzurunda taksitlendirmeye ilişkin taahhütnameyi imzalamasıdır. Sadece borçlunun icra müdürlüğüne gelerek taksitlendirme yapmak istediğini beyan etmesi ve borçlunun bu beyanının icra müdürlüğü tarafından alacaklıya tebliği üzerine, alacaklının kabul etmesi ile de geçerli şekilde taahhüt verilmesi mümkündür. Bu durumda alacaklının kabulüne ilişkin muhtıranın borçluya en geç ilk taksit tarihinden önceki gün tebliğ edilmiş olması gerekir. (Taahhütü kabul muhtırası) Aksi halde taahhüt geçerli olmaz. Haciz yapmak üzere borçlunun adresine gelindiği esnada da taahhüt anlaşması yapılması mümkündür.

Hacizden sonra borçlu tarafından verilecek taahhütün geçerlilik şartları farklılık göstermektedir. Bu durum İcra İflas Kanunu’nun 111. maddesinde düzenlenmiş olmakla, geçerli olması için aranan şartlar şunlardır:

Hacizden önce borçlu tarafından yapılan taahhüt teklifinin alacaklı tarafından kabulü gerekirken, hacizden sonra yapılan taksitlendirmede koşulların varlığı halinde alacaklının kabulü gerekmez.

Öncelikle borçlu, alacaklı satış istemeden önce borcunu ödemeyi üstlenmiş olmalıdır.

Borçlu ilk taksiti derhal ödemelidir.

Taksit tarihi en fazla 3 ay olmalı ve taksitlerin her biri borcun tamamının dörtte birinden az olmamalıdır.

Alacak kalemlerinin detaylı olarak yazılması gerekir. (Asıl alacak, faiz, harç, masraf vs.)

Bu koşulların gerçekleşmesi halinde icra işlemleri kendiliğinden durur ve taahüdün ihlal edilmesi üzerine işlemlere devam edilebilir.

Taahhüt taksitlerinden birinin ihlal edilmesi üzerine, alacaklı bu tarih itibariyle 3 ay içerisinde icra ceza mahkemesine başvurarak borçlunun cezalandırılmasını isteyebilir.

İİK. 340. maddesi taahhüdü ihlal etmenin cezasını düzenlemiştir. Bu hüküm uyarınca, taahhüdü ihlal eden borçlunun 3 aya kadar tazyik hapsine karar verilebilir. Borçlunun borcun tamamını veya o güne kadar ödemek zorunda olduğu tutarı icra veznesine öderse tahliye edilebilir.

ileavukatadmin

İCRA KEFALETİ NEDİR ?

Kefil, bir kişinin borcunu ödememesi halinde onun borcunu ödemeyi, borçtan doğan sorumluluğu üstlenen kişidir. Kefaletin geçerli olması bir takım şekli şartlara bağlıdır.

İcra kefaleti ise, icra takibine konu edilmiş olan bir borcun icra müdürlüğü nezdinde 3. bir kişi tarafından üstlenilmesidir. İcra takibine konu olan borcu üstlenen kişi de icra kefilidir.

İcra kefaleti de, Türk Borçlar Kanunu’nun 583. maddesi ile kefaletin geçerlilik koşullarını belirleyen hükümlere tabidir, bazı şekli koşulları taşıması gerekmektedir. Aksi takdirde, kefalet geçersiz olur. Kefaletin geçerlilik koşullarını belirleyen madde uyarınca; kefaletin yazılı şekilde, kefilin sorumlu olacağı azami tutarın ve kefaletin tarihi belirtilerek yapılmış olması gerekmektedir. Kefilin sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihini, müteselsil kefil sıfatıyla kefil oluyorsa bu ifadeyi kendi el yazısı ile yazmış olmalıdır. Ayrıca TBK. 584. maddesi gereği kefilin eşinin rızasının da alınması gerekmektedir. Bu koşul icra kefaletlerinde de aranmakta ve eşin rızası en geç icra tutanağının imzalandığı tarihte alınmış olmalıdır. Bu koşulları taşımayan icra kefaleti geçersiz olacaktır. Geçersiz bir icra kefaletine istinaden icra kefili aleyhine yapılan icra işlemlerinin şikayet yolu ile iptali mümkündür.

İcra iflas kanunu 38. maddesi uyarınca icra kefaletlerinin müteselsil kefalet olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple TBK.’nun kefalet sözleşmelerinin geçerlilik koşulu olarak aradığı ‘müteselsil kefil sıfatını belirtme’ zorunluluğu icra kefaletlerinde söz konusu değildir. Zira; müteselsil kefil olduğu kabul edilmektedir. İcra kafilinin müteselsil kefil olması borcun tamamından borçlu gibi sorumlu olması sonucunu doğurur.

İcra kefaletleri ilam hükmündedir. İcra kefiline karşı ilamlı takip başlatılarak icra takibi gönderilebilir ve hakkında icra takip işlemleri yapılabilir. Bu sebeple; icraya konu olmuş bir borca kefil olmayı düşünen kişiler üstlendikleri sorumluluğun bilincinde olmalı ve belki bir kez daha düşünmelidirler.

Ümraniyede avukat, Ümraniye de avukat Avukat Fatma Tuğçe Bilgin avukat fatma tuğçe Bilgin’i arayabilirsiniz.

ileavukatadmin

Aydınlatılmış onam nedir?

Tibbi müdahalenin hukuka uygun olması için bulunması gereken zorunlu unsurlardandır. Aydınlatılmış onam ile hukukun korumak istediği kişilerin vücut bütünlüğü ve dokunulmazlığıdır. Aydınlatılmış onam, hastayı teşhis, tedavi ve riskleri hakkında yeteri kadar bilgilendirerek tibbi müdahale için onayının alınmasıdır. Bilgilendirmenin hastanın kendisine yapılması gerekir. Hasta kendisinden bir başka kişinin bilgilendirilmesini talep etmesi halinde o kişi bilgilendirilir. Ancak hastanın bu talebinin yazılı ve imzalı olarak alınması gerekir. Hasta hakları yönetmeliği bilgilendirmenin acil durumlar haricinde makul süre içinde yapılması gerektiğini düzenlemiştir. Makul süre ile hastanın düşünme ve karar vermesine zaman tanınmak istenmiştir. 

Hastanın onayı alınmaksızın tıbbi müdahalede bulunulamaz, onat alınmaksızın yapılan tıbbi müdahaleler hukuka aykırı olmakla, hekimin sorumluluğuna yol açar.

Kural olarak rıza hastanın kendisinden alınır. Hastanın tam ehliyetli ve sınırlı ehliyetli olduğu durumlarda bu kural geçerlidir, ancak istisnaları vardır. Hasta sınırlı ehliyetsiz ise; yani ergin değil ya da kısıtlı ama ayırt etme gücüne sahipse, onay hastanın veli ya da vasisinden alınır, ancak hasta da mutlaka sürece dahil edilir. Hastanın ayırt etme gücünün yerinde olmadığı durumlarda da rıza vasiden alınır, hasta da mümkün olduğunca sürece dahil etmeye çalışılır.

Rızanın alındığını ispat külfeti tıbbi müdahaleyi yapan  hekimin  sorumluluğundadır. Genel olarak yazılı olarak alınma zorunluluğu yoktur ancak; hata hakları yönetmeliği, uyuşmazlığa mahal vermesi tıbben muhtemel görülen tıbbi müdahaleler için rıza formunun doldurulacağını düzenlemiştir. Her türlü tıbbi müdahale uyuşmazlığa konu olabileceği için, uygulamada rıza yazılı olarak alınmaktadır.

Acil durumlarda ise hastanın rızasının olduğu varsayılarak yapılan tıbbi müdahalenin hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir.

Hasta hakları avukatı, hastane avukatı, sağlık hukuku avukatı Ümraniye de avukat, ümraniyede avukat ile iletişime geçiniz. Av. Fatma Tuğçe Bilgin

ileavukatadmin

KİRACIDAN KAYNAKLANAN SEBEPLERLE KİRALANANIN TAHLİYESİ

Konut ve iş yeri kiralarına ilişkin düzenlemeleri Türk Borçlar Kanunu içermektedir. Bilindiği üzere genel olarak kiralamaya özgü kanun maddeleri kiracıyı koruyucu hükümler içerir. Taşınmazını kiraya veren mal sahibinin 10 yıl geçmeden keyfi olarak kiracıyı çıkartamayacağı hemen herkes tarafından bilinmektedir.

Peki nedir kiracının 10 yıl geçmeden önce tahliyesi hangi durumlarda mümkündür? Türk Borçlar Kanunu m.352 ‘de düzenlenmiştir.

  • Kiracının tahliye taahhüdü imzalamış olması;

Tahliye taahhüdünün yazılı olarak yapılması gerekir. Taahhüdün geçerli olması için kiralananın (konut veya işyeri) teslim tarihinden sonra imzalanmış ve tahliye tarihinin açıkça belirlenmiş olması gerekir. Kira sözleşmesinden evvel veya aynı anda yapılmış olması durumunda tahliye tahhüdü gereçersiz olacaktır. Bu hususa kiraya verenlerin dikkat etmesi gerekmektedir.

Kanunun taahhüdün kiralamadan sonra yapılmasını şart koşması ise; yine kiracıyı korumak ve konut bulamama baskısı altında taahhüt vermesini engellemek amacını taşımaktadır. Ancak; uygulamada kiraya veren mal sahipleri bu kuralı ileri tarihli tahliye taahhüdü imzalatarak aşmaktadır.

Geçersiz bir tahliye taahhüdünü imzalamış olan kiracı ne yapmalıdır? Kiracı bu durumda derhal noter aracılığıyla kiralayana ihtar çekerek tahliye taahhüdünün geçersiz olduğunu bildirmelidir.

Elinde tahliye taahhüdü bulunan kiralayan taşınmaz vakti geldiği halde tahliye edilmezse ne yapmalıdır? Kiraya veren nasıl olsa elimde taliye tahhüdü var, istediğim zaman tahliye ederim diyerek rahat davranmamalıdır. Çünkü; kiraya verenin önünde tahliye tarihinden itibaren 1 aylık süre bulunmaktadır. Bu süre içinde ya icra yoluyla ya da dava açarak kira sözleşmesini sona erdirmesi gerekmektedir.

Kiraya veren bu 1 aylık süre içinde dava açmayacaksa da; en azından dava açacağını kiracıya yazılı olarak bildirirse dava açma süresi 1 kira yılı daha uzar. Böylece; tahliye işlemlerine girişmek için süre kazanılması mümkün olur.

Kira süresince kira bedelini ödemediği için kiracıya yazılı olarak yapılan iki haklı ihtar kiralayana icra ve dava yoluyla tahliye etme imkanı vermektedir. Burada da yine 1 aylık süre sözknusudur ve bu sürenin geçirilmesi hak düşümüne sebep olmaktadır.

Kiracıya yapılacak ikinci ihtarda tahliye için 30 günlük süre verilmiş olması önemlidir. Çünkü; ihtarda 30 günden daha az bir süre verilmişse, açılacak davasda tahliye talebi reddedilmektedir. Bu sebeple ihtarnamenin içeriğine de dikkat edilmelidir.

  • Kiracının veya birlikte yaşadığı eşinin aynı ilçe veya belde sınırları içinde konutunun bulunması;

Bu sebebe dayanarak tahliye yapılabilmesi için konutun kiracı açısından oturmaya elverişli olması gerekir.

Kanun kiraya verenin 10 yıl geçmeden kiracıyı haklı bir sebep göstermeksizin ve keyfi olarak taşınmazdan tahliye etmesini engellemiştir. Ancak; kiracının ve eşinin aynı sınırlarda ve oturmaya elverişli bir konutunun bulunması halinde bir istisna tanımış gibidir. Kiracı aynı niteliklerde kendisi de ev sahibi olduğu için mağdur olmayacağı düşünülmüştür

kiracının tahliye edilmesi için mutlaka avukat alınmalıdır. kiracı hangi sebeplerle çıkarılır ? tahliyetahliye taahhüdü , kira avukatı

ileavukatadmin

İŞ KAZASI SEBEBİYLE MANEVİ TAZMİNAT BELİRSİZ ALACAK DAVASINA KONU OLABİLİR.

Manevi tazminatın bölünmezliği ve belirlenebilir olması ilkeleri sebebiyle, Yargıtay içtihatlarında manevi tazminat davalarının belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı kabul edilmektedir. Ancak;

İş kazası sebebiyle açılan manevi tazminat davalarında; işveren ve işçinin karşılıklı kusur oranları, kusursuz sorumluluk olup olmadığı ve varsa kaçınılmazlık durumu ve maluliyet oranlarının dava açmadan önce belirlenmesinin mümkün olmaması sebebiyle iş kazası sebebiyle açılacak manevi tazminat davalarının belirsiz alacak davası olarak açılabileceği kabul edilmektedir.

Yargıtay 9. HD, 12/03/2015 tarihli 2015/4988 Esas 2015/10435 Karar sayılı ilamı “….. iş kazası geçiren işçinin açacağı manevi tazminat davasında işveren ve işçinin karşılıklı kusur oranları, kusursuz sorumluluk olup olmadığı ve varsa kaçınılmazlık durumu ve maluliyet oranlarının dava açma aşamasında belirlenmesi imkansızdır.” https://karararama.yargitay.gov.tr/YargitayBilgiBankasiIstemciWeb/

​İş kazasına dayalı maddi tazminat istemi kısmi veya tespit yada tahsil amaçlı belirsiz alacak davasına konu edilebilir. Manevi tazminatın aksine maddi zararın miktarı yalnızca zarar görenin iradesi ile belirlenmez. Maddi tazminatın miktarı; tarafların kusur oranı, sorumluluk koşulları, zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, iş görebilirlik çağı, iş göremezlik oranı, Kurumca bağlanan gelirin peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmesine bağlıdır. ..

..Öte yandan maddi tazminat davasında kusur oranlarının belirlenmesi için bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği gibi tazminatın hesaplanması için ayrı bir bilirkişi incelemesi de yaptırılması gerekir. O halde iş kazası sonucu zarar gören davacının, davanın açıldığı tarihte tazminat alacağının miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği anlaşılmakla davacının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği gibi maddi zararının belirlenmesi için HMK’nın 107.maddesine göre tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir. (Yar.21 HD nin 06.03.2013 gün 2013/3004 Esas 2013/4066 Karar sayılı ilamı.)

TRAFİK KAZASI İŞ KAZASI SAYILIR MI?

İş kazasına uğrayan işçi, iş kazası sebebiyle maddi ve manevi tazminata hak kazanabilir. İş yerine gidip gelirken veya iş için mesai saatleri içinde bir yere gidip gelirken meydana gelen trafik kazası iş kazası sayılır mı?

İşçi işverenin emir ve talimatları altında bir yere giderken trafik kazası geçirmiş ise, bu trafik kazası iş kazası sayılmaktadır. Bu sebeple işverenin işçinin uğramış olduğu maddi ve manevi zararları karşılaması gerekmektedir.

İşe gidip gelirken yolda geçirilen trafik kazası iş kazası sayılır mı?

İşe gidip gelirken yolda geçirilen trafik kazasının işverenin tahsis etmiş olduğu araçla yapılması halinde iş kazası sayılmaktadır. İşçinin toplu taşıma araçları ile işe gidip gelirken yapmış olduğu kaza iş kazası olarak kabul edilmemekte, bu sebeple de işverenin sorumluluğu doğmamaktadır. Ancak işçinin işverenin sağladığı servis aracı ile ulaşım sağlarken veya servis aracını beklerken yaşadığı trafik kazası iş kazası sayılmaktadır. Bu durumda da işveren sorumlu olmaktadır.

İşverene karşı trafik kazası sebebiyle açılacak davalar da iş mahkemelerinde açılmalıdır. Zira, trafik kazası iş kazası sayıldığından işçi işveren ilişkisi olarak değerlendirilmektedir. 

İş kazasının tanımı 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13. maddesinde yapılmıştır;

İş kazası;

a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,

b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle veya görevi nedeniyle, sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş veya çalışma konusu nedeniyle işyeri dışında,

c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,

d) Emziren kadın sigortalının, çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,

e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında,

meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olaydır. (https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2006/06/20060616-1.htm )

İşyerinde iş kazası gerçekleşmesi halinde işverenin bu durumu gecikmeksizin 3 gün içinde kuruma bildirmesi gerekmektedir.

İş kazası sebebiyle açılacak davalarda avukatlık ve hukuki danışmanlık alınmalıdır.

ileavukatadmin

HASTA HAKLARININ İHLALİ SEBEBİYLE ŞİKAYET VE DAVA HAKKI

Hasta hakları kapsamlı olarak Hasta Hakları Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra Hasta haklarının uygulanmasına ilişkin genelge ve Türkiye’nin de onayladığı uluslararası İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi bulunmaktadır.

hasta hakları yönetmeliğinin 42. maddesinde hasta haklarının ihlali halinde her türlü müracaat, şikayet ve dava haklarının saklı olduğu belirtilmiştir. Hastanın kendisi veya hasta yakınları hasta hakkının ihlali sebebiyle, hasta hakları iletişim birimine şikayet ve başvuruda bulunabilirler. Hasta iletişim kurulları, devlet veya özel tüm sağlık hizmeti sağlanan kurum ve kuruluşlar bünyesinde oluşturulan kurullardır.

Hasta iletişim kurulu, yapılan şikayet hakkında gerekli bilgi ve belgeleri başvuru tarihinden itibaren 7 gün içinde ilgili personelden talep eder ve şikayet konusuna yerinde çözüm getirmeye çalışır. Hasta iletişim kurulu yerinde bir çözüm getiremezse, başvuruyu Hasta Hakları Kurulu’na gönderir.

Hasta Hakları Kurulları ise; yine Hasta Hakları Yönetmeliğinin 42/B maddesi gereğince, İl Sağlık Müdürlüğü tarafından başvuruları değerlendirmek, karara bağlamak, öneri sunmak ve düzeltici işlemleri belirlemek üzere oluşturulur. Bu kurul, hasta iletişim kurulunun yerinde çözemedeği başvuruları en geç 30 gün içinde değerlendirir.

Sağlık İl Müdürlüklerince oluşturulan Hasta Hakları Kurulu başvurulardaki tıbbi hata olduğuna ilişkin iddiaları değerlendiremez, yalnızca bir hasta hakkı ihlali olup olmadığını tespit edebilir. Tıbbi hata iddialı başvurular tıbbi bilirkişiye gönderilir.

Hasta haklarına aykırılık ve tıbbi hata hekim ve hastane açısından; tazminat sorumululuğu, disiplin sorumluluğu ve cezai sorumluluk sonuçlarını doğurabilir. Tazminat sorumluluğundan söz edilebilmesi için, bir tıbbi hata veya hasta hak ihlali sonucunda bir zarar doğmuş olmalı ve hekimin kusuru bulunmalıdır. Hekimin cezai sorumululuğunun olması için ise aykırılığın suç tiplerinden birinin kapsamına girmesi gerekir.

Tıbbi hata veya hasta hakkı ihlali sebebiyle açılacak davalarda, ilgili sağlık kurumunun niteliğine göre tüketici mahkemeleri veya idare mahkemeleri görevlidir. İdare mahkemelerinde açılacak davalarda, dava açmadan önce idareye yazılı başvuru yapılması gerektiği unutulmamalıdır.

sağlık hukuku hasta haklarının ihlali halinde  hastaneye karşı dava açılabilir.  hastane avukatı da hastaneye karşı davada gerekli savunmayı yapar.

Ümraniye de avukat hastane avukatı

ileavukatadmin

İDARENİN KAMULAŞTIRMA YAPMAKSIZIN TAŞINMAZA EL ATMASI

Kamusal gereklilik halinde ilgili idare, kamulaştırma işlemi yapabilmektedir. Kamulaştırma işlemi, anayasal hak olan mülkiyet hakkını sınırlayan bir idari işlemdir. Kamulaştırma işleminin yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden birinin hukuka aykırı olması halinde, kamulaştırma işleminin tarafı olan malik tarafından açılacak bir dava ile iptali mümkündür. Yani, kişinin mülkiyet hakkını kısıtlayan kamulaştırma işlemlerinin mahkemelerin denetimi altında olduğunu söyleyebiliriz.

İdare kimi zaman kamulaştırma işlemi tesis etmeksizin kişilerin taşınmazına el atmaktadır. Kamulaştırma yapmaksızın el atmanın iki türü vardır. Biri hukuki el atma diğeri fiili el atmadır. Her iki durumda da kişilerin başvurabilecekleri hukuki yollar mevcuttur, ancak birbirinden farklı prosedürlere ve farklı yargı yollarına tabidir.

Hukuki el atma nedir? Belediye tarafından yapılan uygulama imar planında kişiye ait bir taşınmazın  mülkiyet hakkı kısıtlanacak şekilde, umumi hizmetlere veya resmi kurumlara ayrılmasına rağmen, kamulaştırma işleminin yapılmamasıdır. Kamusal bir yarara özgülenen taşınmazın, uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren 5 yıllık süre içinde ilgili idare tarafından kamulaştırılması gerekmektedir. 5 yıllık sürenin geçmesine rağman kamulaştırma işleminin yapılmaması halinde, taşınmazın maliki tarafından kamulaştırma işlemini yapmakla yükümlü olan idare aleyhine idari yargıda dava açılabilir, taşınmazının kamulaştırılmasını veya kısıtlılığın kaldırılmasını talep edebilir. Bu dava açılmadan önce uzlaşma süreci ve idari başvuru süreçlerinin tüketilmiş olması gerekmektedir.

İdarenin kamulaştırmaksızın fiili olarak el atması ise; idare tarafından bir kişinin taşınmazına eylemli olarak el atılıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel olunmasıdır. Hukuki niteliği itibariyle bir haksız fiildir, bu sebeple açılması muhtemel dava adli yargıda görülür. Taşınmazına fiili olarak el atılan malik, bedel tespiti vesair talepleri için dava açmadan önce, mutlaka idare ile uzlaşma müzakerelerine katılmış olmalıdır. Davanın uzlaşmama tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren 3 ay içinde açılabileceği unutulmamalıdır.

ileavukatadmin

MİRAS BIRAKANIN MİRASTAN MAL KAÇIRMASI HALİNDE NE YAPILABİLİR?

Miras bırakanın hayattayken bazı sebeplerle mallarını devretmesi mirasçılar açısından sıkça karşılaşılan bir sorun. Miras bırakan kimi zaman mirasçılarından birini kayırmak, kimi zaman da mirasçılarının alacaklılarından mal kaçırmak yahut da mirasçılarının tamamını mirasından mahrum kılmak amacıyla hileli işlemlerle malvarlığını devredebilmektedir.

Gayrimenkulleri bulunan miras bırakan genellikle; tapuda görünüşte bir satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesine istinaden devir işlemi yaparak, mirasçılardan mal kaçırabilmektedir. Miras bırakanın gerçek gayesini gizleyerek, mal kaçırma amacıyla yaptığı bu işlemlere muris muvazaası denmektedir.

Murisin yaptığı bu tür tasarruflar  muvazaa sebebiyle iptale tabidir. Açılacak bir tapu iptal davası ile gayrimenkulün mirasçılar adına tescili sağlanabilmektedir. Muris muvazaasının sebbeiyle zamanaşımı süresi uygulanmaksızın bu davaların açılması mümkündür.

Muris muvazaası, kimi zaman da mirasçıların alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmaktadır. Mirasçıların birinden alacaklı olan tarafın da muris muvazaasına dayanarak iptal davası açması mümkündür. Alacaklının iptal davası açabilmesi için borçlu olan mirasçıdan h alacağını tahsil edememesi, borçlunun acz içinde olmasına bağlıdır.

Bu tür davaların görülmesinde mutlaka bir hukuki destek alınmasını tavsiye ederim.

ileavukatadmin

KARŞILIKSIZ ÇEK DÜZENLEME SUÇU

Para gibi tedavül kıymeti olan çekin, tarihinde bankaya ibraz edildiğinde karşılıksız çıkması ticari hayatta ciddi sorunlara yol açmakta ve malesef son dönemde bu durumla daha da sık karşılaşılmaktadır. Karşılıksız çek düzenleme suçunun ilk mağdurunun, çeki bankaya ibraz edip karşılığını alamayan meşru hamil olduğu kuşkusuzdur. Karşılıksız işlemi gören çekle karşı karşıya kalan hamilin cezai anlamda hangi yola başvurabileceğini, süresini, karşılıksız çek düzenleme suçunu ve unsurlarını kısaca ele alalım.

Çek Kanunu’nun 5. maddesi 09.08.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6728 sayılı kanun ile değiştirilmiş, karşılıksız çek düzenleme suçunun yaptırımı olan hapis cezası kaldırılmıştır. Bu değişiklikten önce karşılıksız çek düzenleme suçunun şikayeti Cumhuriyet Savcılığına yapılıyordu ancak; anılan düzenleme ile şikayetin yapılacağı mercii, süresi, yargılama usulü ve uygulanacak yaptırımlar değişmiştir.

Suçun faili, çek karşılığını banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan, yani çek hesabının sahibi olan kişidir. Karşılıksız çıkan çek bir şirket çeki ise; fail çeki imzalamış olan kişi değil, düzenleme tarihinde (aslında vade tarihidir) karşılığını bankada bulundurmak zorunda olan yetkili kişidir. Yani şirketin yetkilisi olan A kişisi çeki imzaladıktan sonra çekin tarihi gelmeden yetkisi sona ermiş ve yerine B kişisi gelmişse, çekin tarihinde karşılığının bulunmamasından B kişisi sorumlu olacaktır.

Karşılıksız çek düzenleme suçu şikayete tabi bir suçtur bu sebeple şikayetin süresinde yapılması önem taşımaktadır. Şikayet, çekin karşılıksız işlemi gördüğü tarihten itibaren 3 aylık süre içerisinde İcra Ceza Mahkemesi’ne yapılmalıdır. Şikayetin 3 aylık süre geçtikten sonra yapılması halinde mahkemeler şikayet hakkının düşmüş olduğuna karar vermekte ve suç yaptırımsız kalmaktadır.

Peki, kimler karşılıksız çek şikayetinde bulunabilir? İlk akla gelen tabi ki karşılıksız işlemi gören çeki bankaya ibraz eden meşru hamildir. Zira; kanun da açıkça ‘hamil’in şikayette bulunacağını belirtmiştir. Ancak; kanunun belirttiği ‘hamil’ kavramının cirantaları da kapsayabileceği yönünde mahkemeler arasında farklı görüşler ve farklı kararlar ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine; konu önüne gelen Yargıtay 19. Ceza Dairesi 10.05.2018 tarihli kararında Karşılıksız çek düzenleme suçunda şikayet hakkının; çeki tahsil amacıyla bankaya ibraz eden hamil ile “karşılıksızdır” işlemi yapıldıktan sonra çeki elinde bulunduran ve aynı zamanda “karşılıksızdır” işlemi yapılmadan önceki dönemde geçerli ve meşru ciranta olan kişiye ait olacağına , 10.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verilmiştir.” şeklinde karar vermiş ve tartışmaya noktayı koymuştur.

Yani şikayet hakkı çeki bankaya ibraz eden hamil veya çeki elinde bulunduran önceki cirantalardan birine ait olabilecektir. Şikayet hakkı sahibinin belirlenmesinde önemli olan hususun senedi elinde bulundurmak olduğuna dikkat edilmelidir.

Süresinde yapılan şikayet üzerine; İcra Ceza Mahkemeleri İcra İflas kanunu uyarınca yargılama yapmaya başlar. Yargılama sonunda karşılıksız çek düzenlenmesine sebep olan kişi hakkında 1500 güne kadar adli para cezasına,  çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına karar verilir ve sanık yargılama giderlerinden sorumlu tutulur. Verilen adli para cezası; karşılıksız kalan çek bedeli, faizi ve yargılama giderlerinin toplamından da az olmayacaktır, mahkeme adli para cezası bedelini buna göre hesaplamaktadır.

Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına ilişkin karar uygulamada yargılamanın başında koruma tedbiri olarak verilmektedir. Bu karar mahkeme tarafından derhal Risk Merkezine bildirilir ve Risk Merkezi de bu kararı bankalara bildirir.

Mahkemenin verdiği adli para cezası uzlaşma, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, erteleme gibi sanık lehine olan hükümler uygulanmaz. Nakden ödenmemesi halinde para cezası hapis cezasına çevrilir ve sanık hapis cezası yaptırımı ile karşı karşıya kalır. Bu durumda adli para cezası veya hapis cezasından kurtulmak isteyen sanığın karşılıksız kalan çek bedelini ödemekten başka çaresi kalmayacaktır.

ileavukatadmin

VASİYETNAMENİN İPTALİ VE YASAL MİRASÇILARIN DURUMU 

Medeni kanunumuz yasal mirasçıları ve miras paylarını belirlemiştir. Vefat eden kişi sağlığında herhangi bir mal varlığı paylaşımı veya vasiyetname yapmamışsa, miras Medeni Kanun’un belirlediği oranlara göre yapılır. Kimi zaman miras bırakacak kişi, mirasını kanunun belirttiğinden farklı şekilde paylaştırmak istemekte ve sağlığında vasiyetname ile mal varlığını paylaştırmaktadır.

Miras bırakanın hayattayken yaptığı vasiyetname, mirasçıların miras haklarını ihlal edebilmektedir. Bu durumda mirasçıların vasiyetnamenin iptali veya tenkisi davası açarak, ihlal edilen miras paylarını talep etmeleri mümkündür.

Vasiyetnamenin iptali kanunda sayılan sebeplerle sınırlı olarak mümkündür. Vasiyet edenin ehliyetsiz olması, kanunda sayılan sebeplerle iradesinin sakatlanmış olması, vasiyetname içeriğinin kanuna veya ahlaka aykırı olması, kanunda öngörülen şekilde yapılmamış olması hallerinde vasiyetnamenin iptaline karar verilebilir. 

Vasiyetnamenin iptaline karar verilmesi mirasçıların kanunda öngörülen şekilde miras paylaşımını mümkün kılacaktır. 

Miras bırakan her ne kadar sağlığında mal varlığını vasiyetname ile paylaştırma özgürlüğüne sahipse de, bu özgürlüğü yasal mirasçıların saklı payı ile sınırlıdır. Bilindiği üzere  yasal mirasçıların kanunda öngörülen miras paylarının bir kısmı saklı paydır. Vasiyetname ile mirasçıların saklı payları ihlal edilmiş ve vasiyetnamenin iptali sebeplerinden biri de mevcut değilse bu durumda yasal mirasçıların tenkis davası ile saklı payları için miras haklarını talep etmeleri mümkün olacaktır. Vasiyetname ile haklarının ihlal edilmiş olduğunu düşünen mirasçılara, bir avukat aracılığıyla bu davaları açmalarının daha sağlıklı sonuçlanacağını hatırlatmak isterim.

Ölüme bağlı tasarrufların iptali ve tenkis davaları hakkında yazımız için http://fatmatugcebilgin.av.tr/2020/07/16/olume-bagli-tasarruflarin-iptali-ve-tenkisi/

Miras hukuku mirasta tenkis davaları miras avukatı hukuki destek http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

İstanbulda miras avukatı, Üsküdarda miras avukatı, miras davaları avukat, vasiyetname düzenleme avukata sor.

ileavukatadmin

SENDİKAL TAZMİNAT

Sendikal tazminat, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda sendika özgürlüğünün güvencesi olarak düzenlenen bir tazminat türüdür.

İşçiler, çalıştıkları iş kolunda faaliyet gösteren diledikleri sendikaya üye olabilir, üyelikten çıkabilir ve sendikal faaliyetlere katılabilirler. İşveren, işçinin herhangi bir sendikal faaliyeti sebebiyle işçiyi işten çıkaramaz, yahut da ayrımcalığa tabi tutamaz. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, bu sendikal güvenceyi sendikal tazminat hakkı ile sağlamaya çalışmıştır.

“İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz.

İşverenin yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi hâlinde işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir.”

İşçinin sendikal faaliyeti sebebiyle iş sözleşmesinin feshi halinde işçi işe iade davası açarak, işe iade talebi ile beraber sendikal tazminat da talep edebilir. Ancak; sendikal tazminata hükmedilmesi halinde, aynı zamanda işe başlatmama tazminatına hükmedilememektedir. Bu sebeple; sendikal sebeple işten ayrılan işçi sendikal tazminat ya da işe başlatmama tazminatı taleplerinden birini tercih etmesi daha makul görünmektedir. İşçinin işe iade ve sendikal tazminat talebiyle açtığı davada, işçinin işe iadesine karar verilmesi ve hatta işveren tarafndan aynı işyerinde işe başlatılması dahi sendikal tazminata engel olmaz.

Ancak; sendikal tazminat talebiyle açılacak davada unutılmaması gereken önemli bir husus vardır. İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği iddiası ile açılacak davada, feshin nedenini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Feshin işverenin ileri sürdüğü nedene dayanmadığını iddia eden işçi, feshin sendikal nedene dayandığını ispatla yükümlüdür. İspat külfetlerinin yerine getirilmesi ve ispat vasıtalarının önemli bir yeri vardır.

İş akdinin sendikal faaliyet sebebiyle sona erdiğinin ispatı halinde işçinin 1 yıldan az olmamak üzere ücreti tutarında tazminata hükmedilir. İşçinin ayrıca sendikal tazminatı haricinde kıdem tazminatı ayrı bir alacak kalemi olarak değerlendirilecektir. Kıdem tazminatına almaya hak kazanan işçinin sendikal tazminat dışında kıdem tazminatı alacağı da doğacaktır.

Sendikal tazminat hakkı 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

Ümraniye’de işçi avukatı avukatlık hizmetleri için tarafımızla iletişime geçebilirsiniz.

ileavukatadmin

KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI NASIL HESAPLANIR?

İş akdinin sona erdiği durumlarda kıdem ve İhbar tazminatına hak kazanılıp kazanılmadığı ve nasıl hesaplanacağı gündeme gelir. İhbar tazminatı, belirsiz süreli iş sözleşmesinin haklı bir sebep olmaksızın feshi halinde, sözleşmeyi fesheden tarafından ödenmesi gereken tazminattır. İş Kanunu’nun 17. maddesinde düzenlenen ihbar sürelerine uymaksızın iş sözleşmesini fesheden taraf bu tazminatı ödemekle yükümlüdür. İhbar tazminatı işçi için de işveren için de bir güvencedir. Çünkü; haklı bir sebep mevcut değilse işçi ya da işverenin iş sözleşmesini aniden feshetmesi, her iki taraf için de ciddi mağduriyetlere yol açabilmektedir. Bu sebeple; her iki taraf da ihbar tazminatına hak kazanabilir.

İhbar tazminatına nasıl hak kazanılır ?

İhbar tazminatına hak kazanılabilmesi için; 1)İş sözleşmesi belirsiz süreli olmalı, 2)İş kanununda düzenlenen haklı sebeplerden birine dayanılmadan fesih yapılmış olmalı, 3)Fesheden tarafın kanunda düzenlenen süre kadar önceden diğer tarafa bildirimde bulunmamış olmalıdır.

İhbar süresi işçinin çalışma süresine göre belirlenir. Çalışması altı aydan az olan işçi için 2 hafta, 6 aydan bir buçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için 4 hafta, bir buçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için 6 hafta, üç yıldan fazla sürmüş olan işçi içinse 8 hafta bildirim süresine uyulması gerekmektedir.

İhbar tazminatı, işçinin çalışma süresine göre, 2,4,6 veya 8 haftalık ücreti tutarındadır. Tazminat, işçinin son brüt ücreti üzerinden hesaplanır. Kira yardımı, yakacak yardımı, yol ücreti gibi para ile ölçülebilen maddi yardımlar ve ödenekler de işçinin ücretine eklenerek hesaplama yapılması gerekir. Bu sebeple işçinin net ücreti üzerinden yapılan ödemelerin, işçinin ihbar tazminatı hakkının tamamını karşılamadığını söyleyebiliriz.

Kıdem İhbar tazminatında zamanaşımı

İhbar tazminatı alacağı 25.10.2017 tarihinde yayımlanan kanun ile 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi tutulmuştur. Ancak iş sözleşmesi bu tarihten önce sona ermiş olan kişiler için Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımı süresi geçerli olmaya devam edecektir. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus; 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olunan durumlarda da 25.20.2017 tarihinde, geriye kalan süre 5 yıldan fazla ise de 5 yılın geçmesi üzerine ihbar tazminatı alacağı zaman aşımına uğrayacaktır.

Kıdem ve ihbar tazminatı belirsiz alacak davası olarak açılabilir mi ?

Kıdem ve ihbar tazminatının miktarı işçi tarafından alınan ücret ve ek haklar işçi tarafından bilinebilir ve hesaplanabilir olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple kıdem ve ihbar tazminatı alacakları belirsiz alacak değildir.

Her ne kadar işçi tarafından dava açmadan önce belirlenebilir bir alacak olduğu kabul edilse de, ispat hususu davanın reddedilen kısımları yönünden davacı açısından risk oluşturmaktadır. Bu sebeple; belirsiz alacak davasına konu edilmeyen kıdem ve ihbar tazminatı kısmi alacak olarak davaya konu edilebilir.

Kıdem ihbar tazminatı davalarında avukatlık

Kıdem ve ihbar tazminatı ile birlikte fazla mesai, hafta tatili, genel tatil ücretleri, manevi tazminat sair işçilik alacakları da dava konusu edilebilir. Bu tür işçilik alacakları için avukatlık hizmeti talebi için : https://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/

ileavukatadmin

BOŞANMA DAVASI VE NAFAKA TÜRLERİ

Hukuk sistemimizde boşanma davası ile birlikte gündeme gelebilecek 3 nafaka türü bulunmaktadır. Bunlar; tedbir nafakası, yoksulluk nafakası ve iştirak nafakasıdır. Boşanma sürecindeki kişilerin bu kapsamda hangi nafaka türünü talep edebileceğini bilmesinde fayda bulunmaktadır.

Tedbir nafakası : Boşanma davası devam ettiği süre boyunca geçerli olmak üzere, eşlerden hangisinin kusurlu olduğu veya davanın hangi eş tarafından açılmış olduğuna bakılmaksızın sadece tarafların mali durumları gözetilerek hükmedilen geçici nafakadır. Çocuk ve eş için hükmedilen nafaka ayrı ayrıdır. Bu süreçte; geçici olarak velayeti alan eş, diğer eşten mali durumuna göre çocuğun bakımı için tedbir nafakası alabilecektir. Tedbir nafakası boşanma veya ayrılık davasının açılışından, dava sonucunun kesinleşmesine kadar devam eder.

İcra İflas Kanunu’nda yapılan değişiklik sebebiyle tedbir nafakasının ödenmemesi suç kapsamından çıkarılmıştır. Bu sebeple; her ne kadar istisnaen farklı kararlar verilse de, genel olarak tedbir nafakasını ödemeyen eş hapis cezası yaptırımıyla karşılaşmamaktadır.

Yoksulluk Nafakası : Boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek olan eş lehine hükmedilen nafaka türüdür. Yoksulluk nafakası ödemesine karar verilen eşin kusurlu olması gerekmez. Lehine yoksulluk nafakasına hükmedilen eşin, diğer eşten daha az kusurlu olması yeterlidir. Yoksulluk nafakasına ilişkin mevzuatta kadın-erkek ayrımı yapılmamıştır. Eğer; boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek taraf erkek ise, erkek lehine de yoksulluk nafakasına hükmedilebilmektedir. Ancak; geleneksel Türk toplum yapısında genel olarak kadının çalışmaması veya ekonomik gücünün erkeğe göre daha az olması sebebiyle istatiksel olarak çoğunlukla kadın eş lehine hükmedilmektedir. Bu durum, erkeğin yoksulluk nafakası alamayacağı şeklinde yanlış bir kanaat oluşmasına sebep verebilmektedir.

Yoksulluk nafakası boşanma davası ile birlikte talep edilebileceği gibi, boşanma davasından sonra ayrı bir dava ile de talep edilebilir. Ancak; yoksulluk nafası en geç boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde talep edilmelidir.

İştirak Nafakası : Boşanma veya ayrılık kararı verilmesi halinde velayet kendisine verilmeyen eşin, velayet hakkı kendisine bırakılan eşe müşterek çocuğun giderleri için ödeyeceği nafaka türüdür. İştirak nafakasının belirlenmesinde eşlerin kusur durumu değil, ekonomik gücü dikkate alınır. Boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren ödenmeye başlanır, çünkü boşanma kesinleşinceye kadar zaten tedbir nafakasının ödenemesi gerekmektedir. Mahkemenin hükmettiği iştirak nafası, çocuğun ergin olması ile kendiliğinden sona erer.

Ergin olan çocuğun üniverste masraflarının olması halinde ise, artık ergin olan çocuğun kendisinin açacağı dava ile anne-babadan yardım nafakası talep etme imkanı bulunmaktadır.

#boşanmadavası #nafakatürleri #nafakadavası

Boşanma avukatı

İstanbulda boşanma avukatı

Üsküdarda boşanma avukatı

Ümraniyede boşanma avukatı

ileavukatadmin

ANONİM ŞİRKETLERDE AVUKAT BULUNDURMA ZORUNLULUĞU

Anonim şirketlerde avukat bulundurma zorunluluğunun hukuki dayanağı Avukatlık kanunu’nun 35 maddesinin 3. fıkrasıdır. 08/02/2008 tarihinde yürürlüğe giren fıkra hükmü, esas sermayesinin belli bir miktar üzerinde bulunan anonim şirketler ve üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleri bakımından sözleşmeli avukat bulundurma zorunluluğu getirmiştir.

Anonim şirketler bakımından avukat bulundurma zorunluluğu belli bir esas sermaye miktarını aşan şirketler için geçerlidir. Bu miktar, zorunululuğu getiren fıkra hükmünde; ‘ Türk Ticaret Kanununun 272 nci maddesinde ön görülen esas sermaye miktarının beş katı veya daha fazla esas sermayesi bulunan anonim şirketler’ olarak ifade edilmiş, tutarı belirtilmemiştir.

Avukatlık kanununun 272. maddesine atıf yaptığı Türk Ticaret Kanunu tamamen değişmiş, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu yürürlüğe girmiştir. Atıfta bulunulan aynı madde içeriği 6102 sayılı TTK.’da da 332. madde olarak yer almıştır.

Avukatlık kanununun atıfta bulunduğu 272. madde yürürlükte bulunmadığı için, karşılık gelen TTK. 332. maddeye bakmamaız gerekmektedir. TTK.332. maddesi Anonim şirketlerde öngörülen esas sermaye miktarının 50 bin TL’dan az olamayacağını düzenlemiştir. TTK. 332 ile Avukatlık kanunu 35/3 birlikte yorumlandığında avukat bulundurma zorunluluğunun esas sermayesi en az 250 bin TL olan şirketler bakımından geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Bu zorunluluk, kuruluş esas sermayesi en az 250 bin TL olan şirketler bakımından kuruluş ile, sermaye artrımına giderek esas sermaye tutarını en az 250 bin TL ve üzerine çıkaran anonim şirketler bakımından ise  sermaye artırımına ilişkin genel kurul kararının ticaret siciline tescil ettirilmesi ile başlamaktadır.

Avukat bulundurma zorunluluğuna aykırılığın yaptımı da yine kanununun 35/3 maddesinde düzenlenmiştir. Cumhuriyet Savcısı tarafından, sözleşmeli avukat tayin etmedikleri her ay için, sanayi sektöründe çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için suç tarihinde yürürlükte bulunan, asgari ücretin iki aylık brüt tutarı kadar idari para cezası verileceği  belirtilmiştir.