Ticari hayatta en sık kullanılan kambiyo senetleri bono ve çek olmakla beraber, bu yazımızda bono yani emre yazılı senedin geçerli olarak düzenlenebilmesi için gereken zorunlu şartları ele alacağız.
Bono keşideci ve lehtar olmak üzere ikili bir ilişki barındıran, Türk Ticaret Kanununda düzenlenmiş bir kambiyo senedidir. Kambiyo senetlerine özgü takip yapılabilmesi ve adi senede göre alacaklının elinin daha güçlü olması bulunması sebebiyle kanun bononun geçerliliğini bir takım şartlara bağlamıştır. Senedi düzenleyen kişilerin bu şartlara uygun olup olmadığına dikkat etmesi gerekmektedir. Aksi halde düzenlenen senedin kambiyo vasfı bulunmayacaktır.
Senet metninde ‘bono’ veya ’emre yazılı senet’ kelimeleri yer almalıdır. Eğer senet başka bir dilde düzenlenmişse de, o dilde aynı anlama gelen kelimelerin senet metninde yer alması gerekmektedir. Hazır olarak boş senet metinlerinde bu kelimeler matbu olarak yer almaktadır, ancak tarafların kendilerinin düzenlemesinde de sakınca bulunmamaktadır. Bu kelimelerin yer almadığı bir senet düzenlenmişse, diğer unsurları taşıyorsa emre yazılı ödeme vaadi sayılır.
Bir kambiyo senedi olan bono kayıtsız ve şartsız bir para borcu ikrarını içermelidir. Senet metnine para borcunun herhangi bir olgunun gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesi şartına bağlanması senedin bono vasfına sahip olmasını engeller. Senette para borcundan başka bir şeyin bedel olarak düzenlenmesi mümkün değildir, yalnızca para borcu olabilmektedir.
Geçerli bir kambiyo senedinden söz edilebilmesi için senette geçerli bir vade tarihinin de yer alması gerekmektedir. Senet metninde herhangi bir vade belirlenmemiş, boş bırakılmış ise senedin görüldüğünde ödenecek senet olduğu kabul edilmektedir. (TTK. 777/2)
Bonoda belirlenebilecek 4 tür vade bulunmaktadır. Bunlardan ilki belirli vadedir. Açıkça bir tarih senet metninde yer alır. İkincisi görüldüğünde ödenecek vadedir, senet metninde bu husus açıkça yazar veya boş bırakılırsa bu vadeye göre düzenlendiği kabul edilir. Üçüncü vade türü; görüldüğünden belli bir süre sonra vadedir, görüldükten ne kadar süre sonra ödeneceği açıkça senette yazar. Dördüncü vade ise, keşidesinden itibaren belli bir süre vadedir. Yine senette zorunlu unsurlardan olan keşide tarihinden itibaren ne kadar süre sonra ödeneceği senette açıkça yazmalı.
Senette ödeme yerinin gösterilmesi zorunlu unsurlardandır, ancak yazmaması doğrudan geçersizliğe sebep olmaz. Senette açıkça ödeme yeri yazmıyorsa düzenleme yerinin ödeme yeri olduğu kabul edilir. Ödeme yeri de yazmıyorsa düzenleyenin adı soyadı yanında yazan yer ödeme yeri olarak kabul edilmektedir. Eğer burada da bir yer belirtilmemişse senet bono sayılmaz.
Bono emre yazılı senetlerden olduğundan ve ancak ciro ile devri mümkün bulunduğundan senette lehtarın gösterilmiş olması zorunlu unsurlardandır. Bu sebeple de bonoların hamiline yazılı olarak düzenlenmeleri mümkün değildir.
Senettedüzenleme yeri belirtilmemiş ise, düzenleyenin adı-soyadı yanında yazan yer düzenleme yeri olarak kabul edilir. Adın yanında da hiç bir yer belirtilmemiş ise geçerli bir bonodan söz edilemez.
Son olarak senette bulunması gereken zorunlu unsur keşideciye ait el yazısı ile atılmış imzadır. Keşideci gerçek kişi ise kendisine ait el yazısı ile imza, bir tüzel kişiliği temsilen atılan imza haricinde bir imza daha atılması (çift imza) imzalayan kişinin temsil ettiği tüzel kişilikle beraber şahsen de senet borcuna kefil olması (aval) sonucunu doğurmaktadır. Parmak basmak suretiyle bono düzenlenmesi mümkün olmamaktadır.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz kanunun zorunlu kıldığı zorunlu unsurların senet düzenlendiği anda değil, tedavüle girdiği anda mevcut olması gerekmektedir. Boş senede imza atılması ve senedin diğer unsurlarının lehtar tarafından sonradan doldurulması sıkça karşılaştığımız bir durumdur. Bu durumda senedin borçlu tarafından el yazısı ile imzalanmış olması halinde, diğer unsurların borçlu el yazısı ile olmasına gerek olmadığı ve zorunlu unsurların senet tedavüle çıkmadan evvel tamamlanmış olması gerektiği kabul edilmektedir.
“TTK.nun 690. maddesi göndermesi ile bonolarda da uygulanması gereken TTK.nun 592. maddesi uyarınca açık bono düzenlenmesi mümkündür. Tamamen doldurulmamış bononun ilk tedavüle çıktığı anda zorunlu unsurları taşıması gerekir. Senedin C. Savcılığına ibrazı tedavüle çıkmış olduğu anlamına gelir. “(Yargıtay 12. Hukuk Dairesi E. 2016/5645 K. 2016/24721 T. 1.12.2016)
BİLGİN HUKUK BÜROSU
ARABULUCU AVUKAT FATMA TUĞÇE BİLGİN
Çek keşide eden gerçek veya tüzel kişinin ibraz tarihinde çek bedelini çek hesabında hazır bulundurması gerekmektedir. Çekin karşılığının tamamen veya kısmen bulunmaması halinde, çek hakkında ‘karşılıksız’ işlemi uygulanır ve bu husus çekin arka yüzünde belirtilir ve çek hamiline teslim edilir. “Karşılıksızdır” işlemi, çekin karşılıksız kalan kısmı miktar ve muhatap bankanın hamile kanunen ödemekle yükümlü olduğu miktarın dışında, çek bedelinin karşılanamayan kısmıyla sınırlı olarak yapılır.
Süresinde ibraz edilen her bir karşılıksız çek için muhattap bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutar mevcuttur. Bankanın yasal olarak ödemekle yükümlü olduğu bu tutarın, hesap sahibi ile muhatap banka arasında çek defterinin teslimi sırasında yapılmış ve dönülemeyecek bir gayri nakdî kredi sözleşmesine dayandığı kabul edilmektedir. Bankaların karşılıksız çıkan her bir çek için ödemekle yükümlü olduğu tutar 2020 yılı için aşağıdaki şekilde belirlenmiştir:
Çekin karşılığının hiç bulunmaması halinde muhattap banka; çek bedeli 2.500 TL veya üzerinde ise 2.500 TL, Çek bedeli 2.500 TL’nin altında ise çek bedelini süresinde çeki ibraz eden hamile ödemekle yükümlüdür.
Çekin karşılığının kısmen bulunması halinde ise muhattap banka; çek bedeli 2.500 TL veya altında ise çek bedelini aşmamak koşuluyla, kısmi karşılığı 2.500 TL’yi tamamlayacak bir miktarı, Çek bedeli 2.500 TL’nin üzerinde ise çek bedelini aşmamak koşuluyla, kısmi karşılığa ilave olarak 2.500 TL’yi ödemekle yükümlüdür. Çekin üzerinde yazılı baskı tarihinden itibaren 5 yıl içinde ibraz edilmemesi halinde bankanın bu tutarları ödeme sorumluluğu ortadan kalkmaktadır.
Çek hesabı kapatıldıktan sonra, çekin kanuni ibraz süresi içinde ibraz edilen çekler de karşılıksızdır işlemine tabi tutulmaktadır. (Ç.K.m.2/10)
Hamilin muhatap bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutar dahil, kısmi ödemeyi kabul etmemesi halinde, Çek Kanunu 3. maddesi, 2 fıkrası uyarınca yalnızca karşılıksız kalan tutarla sınırlı olarak karşılıksızdır işlemi uygulanır. Karşılıksız işlemi uygulanan çekin ibraz tarihi ile ödememe nedeni çekin üzerine yazılır, üzerine imzası alınarak hamiline geri verilir.
Muhatap bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutar dahil kısmi ödemeyi kabul etmesi halinde, çekin ön ve arka yüzünün onaylı fotokopisi çek hamiline verilir. Çek hamili, bu fotokopiyle müracaat borçlularına veya kambiyo senetleri hakkındaki takip usullerine başvurabileceği gibi, icra mahkemesine şikayette bulunurken de bu fotokopi ile işlemlerini yapabilir, bu fotokopiyi icra müdürlükleri ile mahkemelerde ispat aracı olarak kullanabilir. Mahkeme veya icra dairesinin talebi halinde çek aslını elinde bulunduran banka çek aslını ilgili mercilere göndermek zorundadır.
Çekin üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihinden önce ibraz edilen çekin karşılığının TTK 707 maddesi uyarınca kısmen veya tamamen ödenmemesi halinde, bu çekle ilgili olarak takip işlemi yapılamaz. İleri düzenleme tarihli çekler hakkında hukuki takip işlemi yapılabilmesi için, çekin düzenleme tarihine göre kanuni ibraz süresi içinde bankaya ibraz edilmiş olması ve karşılıksızdır işlemine tabi tutulmuş olması gerekmektedir.
Çekin karşılığının hesapta bulunmasına rağmen muhattap banka çek bedeli ödemesini geciktirirse, çek hamiline her geçen gün için %0,3 oranında gecikme cezası ödemekle yükümlüdür.
Çek keşide edildiği yerde ödenecekse 10 gün içinde muhattap bankaya ibraz edilmesi gerekmektedir. Çek keşide edildiği yerden başka yerde ödenecekse bir ay içinde muhatap bankaya ibraz edilmesi gerekmektedir. Çekin nerede ödeneceği ise çek üzerinde yazmakla beraber, buna göre belirlenmektedir. 10 günlük süreyi kaçıran hamilin başka bir şehire giderek orada şansını değerlendirmesi söz konusu olamaz. Keşide yeri ile ödeme yeri farklı ülkelerde ancak aynı kıtalardaysa 1 ay, farklı kıtalardaysa 3 aylık süre içerisinde ibraz edilmesi gerekmektedir. İbraz süreleri teknik olarak hak düşürücü sürelerdendir. Bu sürenin geçirilmesi halinde çek kambiyo vasfını yitirecek ve kambiyo senetlerine özgü takip yolu ile takip yapılması mümkün olmayacaktır.
Karşılıksız çek düzenleme suçu ve cezai sorumluluğu Çek Kanunu 5. maddesinde düzenlenmiştir. Kanuni ibraz süresi içinde ibraz edilen çeke ‘karşılıksızdır’ işlemi uygulanmasına sebebiyet veren kişi karşılıksız çek düzenleme suçunu işleyen kişidir. Bu tanıma göre karşılıksızdır işlemi uygulanmasına sebebiyet veren kişi, çekin karşılığını banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişidir, yani çek hesabı sahibidir. Çekin tüzel kişi adına düzenlenmesi, çek hesabının tüzel kişiye ait olması halinde, çek bedelini bulundurmakla yükümlü olan ve karşılıksızdır işlemi uygulanmasına sebebiyet veren kişi kimdir? Çek hesabının tüzel kişiye ait olması halinde; çek bedelini bulundurmakla yükümlü olan kişi tüzel kişinin mali işlerini yürütmekle görevlendirilen yönetim organının üyesi, böyle bir belirleme yapılmamışsa yönetim organını oluşturan gerçek kişi veya kişilerdir. Bu kişiler karşılıksız çek sebebiyle İcra Ceza Mahkemelerinde, karşılıksız çek şikayetinde bulunulması halinde ‘karşılıksız’ işlemi uygulanmasına sebebiyet vermekten cezalandırılmakta ve haklarında tedbirlere karar verilmektedir. Karşılıksız çek şikayeti avukat vasıtası ile yapılıp, takip edilebilmektedir.
Düzenlenen çek hakkında “karşılıksızdır” işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikayeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, karşılıksız kalan çek bedelinden az olmamak üzere 1500 güne kadar adli para cezasına hükmedilmektedir. İcra Ceza Mahkemesi tarafından yapılan karşılıksız çek yargılaması neticesinde verilen adli para cezalarının ödenmemesi halinde, adli para cezası Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106/3 fıkrası uyarınca kamuya yararlı bir işte çalıştırma kararı verilmeksizin doğrudan hapis cezasına çevrilmektedir.
İcra ceza mahkemelerinde yapılan karşılıksız çek yargılamalarında sanık hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına da karar verilmektedir. Bu tür kararlar tedbir mahiyetinde olmakla, yargılama sonucu beklenmeksizin karar verilebilmektedir. Yargılama sonucunda davanın düşmesine, reddine, ceza verilmesine yer olmadığına yahut da beraate karar verilmesi halinde bu tedbir kararının da kaldırılmasına karar verilir; ancak mahkumiyet kararı verilmesi halinde de evvelden verilmiş yasağa ilişkin bir tedbir kararının bulunması halinde bu kararın da devamına karar verilir. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına ilişkin veya yasağın kaldırılmasına ilişkin kararlar gecikmeksizin Mersis ile Risk Merkezine bildirilir. Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilenler, çek kanunu düzenlemesine göre yasaklılıkları süresince sermaye şirketlerinin yönetim organlarında görev alamazlar ve elindeki bütün çek yapraklarını ait olduğu bankalara iade etmekle yükümlüdür. Bu kişiler adına yeni bir çek hesabı açılamamaktadır.
“Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı, çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişi, bu tüzel kişi adına çek keşide edenler ve karşılıksız çekin bir sermaye şirketi adına düzenlenmesi durumunda ayrıca yönetim organı ile ticaret siciline tescil edilen şirket yetkilileri hakkında uygulanır.” Çek K. m.5.
Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı bulunan gerçek kişinin, yönetim organında görev yaptığı veya ticaret siciline tescil edilen yetkilisi olduğu tüzel kişiye çek defteri verilmez. (m2/4)
Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilen kişi veya avukatı, mahkum olduğu cezanın tamamen infaz edildiği tarihten itibaren 3 yıl ve her halde yasağın konulduğu tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra, hükmü veren mahkemeden çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının kaldırılmasını isteyebilmektedir.
25/03/2020 tarih 7226 sayılı kanunun 49. maddesi ile Çek Kanununa Geçici 5. madde eklenmiştir. Bu geçici madde hükmü 24/03/2020 tarihine kadar ‘karşılıksız’ işlemi yapılmasına sebebiyet verme suçu sebebiyle mahkumiyetine karar verilmiş olanların oldukça lehine bir düzenleme içermektedir. Öncelikle bu tarihe kadar işlenen suç sebebiyle mahkum edilmiş olanların cezalarının infazı maddenin yürürlüğe girmesiyle birlikte durmaktadır. Hükümlünün tahliye tarihinden itibaren 3 ay içinde çek bedelinin ödenmeyen kısmının onda birini ödeyerek ve bu 3 aylık sürenin bitimini takiben de kalan borcunu ay ara ile 15 eşit taksitle ödemesi durumunda ceza mahkumiyetinin tüm sonuçlarının ortadan kalkacağına ilişkin düzenleme 26.03.2020 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.Çek Kanununa geçici 5. madde ile eklenen bu yeni düzenleme, ekonomik krizin yükünü hafifletme amacını taşımaktaysa da alacaklılarn mağduriyetine yol açacaktır.
Çek borçlusunun tahliye edildiği tarihten itibaren 3 aylık süre içerisinde borcun onda birlik kısmını ödememesi ve diğer 15 taksitten 2 tanesini ödememesi halinde alacaklının şikayeti üzerine mahkeme tarafından hükmün infazının devamına karar verileceği düzenlenmiştir.
BİLGİN HUKUK BÜROSU
Arabulucu Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN
Karşılıksız çek düzenleme Çek borçlusu Üsküdarda avukat Çek senet avukatı
Ayıplı malın bir ticari satışa mı yoksa tüketici işlemin mi konusu olduğu uygulanacak mevzuatın ve yasal hakların tespiti bakımından önemlidir. Eğer işlem ticari satışın her iki tarafı için de ticari iş niteliğindeyse, kar amacı güderek yapılmışsa öncelikle bir ticari satış söz konusudur. Bu sebeple öncelikle Türk Ticaret Kanunu hükümlerine bakmak gerekecektir.
Bir ticari satım işleminde malın ayıplı olduğu açıkça belli ise, yani görünür bir ayıp söz konusu ise alıcının bu ayıbı satım işleminden itibaren 2 gün içinde satıcıya ihbar etmesi gerekmektedir. Ticari satışa konu maldaki ayıp açıkça belli olmayan bir ayıp ve muayene ile ortaya çıkabilecek nitelikte bir ayıp ise, alıcı satıma konu malı 8 gün içinde incelemek veya incelettirmek suretiyle muayene yapmak ve bu inceleme sonucunda ayıp tespit ederse de yine bu 8 günlük sürenin içinde satıcıya ihbar etmek zorundadır. Bu süreler alıcının ayıplı maldan kaynaklanan seçimlik haklarını kullanması bakımından önemlidir, süreler geçirilmeden gerekli inceleme yapılmalı ve ayıp tespit edilirse satıcıya ihbar yapılmalıdır. Süresi içinde ihbar yapılmaması alıcının o malı ayıplı olarak kabul ettiği anlamına gelmektedir. Türk Ticaret Kanunu 23. maddesi 1/c hükmü “Malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde durumu satıcıya ihbar etmelidir. Açıkça belli değilse alıcı malı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde incelemek veya incelettirmekle ve bu inceleme sonucunda malın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını korumak için durumu bu süre içinde satıcıya ihbarla yükümlüdür.” TTK 23. maddesi Türk Borçlar Kanununun 223/2 fıkra hükmüne atıfta bulunarak diğer durumlarda bu fıkranın uygulanacağını belirtmiştir. Anılan hüküm şu şekildedir; “Alıcı gözden geçirmeyi ve bildirimde bulunmayı ihmal ederse, satılanı kabul etmiş sayılır. Ancak, satılanda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak bir ayıp bulunması hâlinde, bu hüküm uygulanmaz. Bu tür bir ayıbın bulunduğu sonradan anlaşılırsa, hemen satıcıya bildirilmelidir; bildirilmezse satılan bu ayıpla birlikte kabul edilmiş sayılır.”
Ticari satıma konu malın kanunda belirlenen sürelerden daha uzun bir süre satıcı tarafından verilmiş bir garantisi mevcutsa, bu garanti süresi içerinde de ayıba karşı tekeffül hükümlerine başvurulabilecektir. Bu durumda zamanaşımı itirazı dinlenmemektedir.
Ticari satımdan kaynaklı davalar ticari davalardır ve ticaret mahkemelerinde görülmektedir. Ticari davalarda dava şartı olarak arabulucuya başvurulması gerekmektedir. Bu sebeple ticari dava açmadan önce arabulucuya başvurulmamışsa mahkemeler davayı usulden reddetmektedir. Bu konuda ticaret hukuku avukatından destek alınmalı, süreç ticaret avukatı ile beraber takip edilmelidir.
BİLGİN HUKUK BÜROSU
Arabulucu avukat Fatma Tuğçe BİLGİN
Ticari Satımlarda ayıplı mal ve alıcının hakları
Üsküdarda avukat
Ümraniyede avukat
Limited Ortaklıklarda ortaklıktan çıkma ve çıkarılma mümkündür. Bu konuda daha önce yazmış olduğumuz yazımız için : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/12/26/limited-sirketlerde-cikma-ve-cikarilma/
Ortaklıktan çıkma veya çıkarılma halinde ortaklık dışında kalan ortağa esas sermaye payının karşılığı olan bir değer ödenmesi gerekir. TTK m. 641 bu hususu düzenlemiştir. “Ortak şirketten ayrıldığı takdirde, esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini istem hakkını haizdir.” Bu hükümden anlaşılacağı üzere ayrılma akçesinin diğer bir adıyla pey akçesinin ortağın esas sermaye payının gerçek değerine eşit bir miktar olması gerekir. Ayrılma akçesinin miktarı tam olarak nasıl belirlenecektir?
TTK. 642. maddesinin 3. fıkrasında “Ayrılan ortağın ayrılma akçesinin ödenmeyen kısmı, şirkete karşı, bütün alacaklılardan sonra gelen bir alacak oluşturur.” denmiştir. Bu hüküm ile limited ortaklığın ortaklık alacaklıları korunmak istenmiştir. Zira ortaklık alacaklıları alacaklarını yalnızca ortaklıktan tahsil edebilir, ortakların malvarlığına başvurma imkanı yoktur. Bu sebeple ortaklık borçluları güvence altına alınmıştır, aksi halde ticari hayat güvenilmez bir hal alacaktır.
Ayrılma akçesinin serbestçe tasarruf edilebilecek yedeklerden ödenmesi gerekir. Esas sermayenin çıkan/çıkarılan ortağa aynen iade edilmesi olarak düşünülmemelidir.
Ayrılma akçesi ne zaman muaccel hale gelir? Kanun, yıllık raporda kullanılabilir özkaynak tutarının tespiti ile muaccel hâle geleceğini belirtmiştir.
Ayrılma akçesine ilişkin TTK. 641. hükmü emredici niteliktedir, şirket esas sözleşmesi ile aksi kararlaştırılamaz. Ortaklıktan çıkan veya çıkarılan ortak esas sermaye payını ve bu payın getirdiği karı, çıkma (veya çıkarılma) ile birlikte kaybetmektedir. Bu sebeple; çıkan veya çıkarılan ortak için esas sermayesine karşılık bir bedel ödenmesi gerekmektedir. Ortaklıktan çıkan veya çıkarılan ortağın ortaklıktan ayrılma akçesi, diğer bir adıyla pey akçesi talep edebilmesi için mahkeme kararına lüzum yoktur. Zira; kanunun emredici hükmü gereği ayrılma akçesi talep etme hakkına sahiptir. Çıkma veya çıkarılmanın mahkeme kararı ile gerçekleştiği hallerde mahkemeden aynı zamanda ayrılma akçesi miktarının da tespit edilmesi talep edilebilir. Ayrılma akçesi kanunun emredici hükmü ile belirlenmiş olduğu için ortaklık sözleşmesi ile ortadan kaldırılması veya ayrılma akçesi istenemeyeceği yönünde hüküm konulması bu hakkı ortadan kaldırmaz.
Yargıtay bir kararında; çıkma davasında davacı ortağın esas sermaye payının devrini isteme yetkisinin bulunmadığına ancak, ayrılma akçesinin tespit edilmesini talep edebileceğine karar vermiştir (Yargıtay 11. HD, 07.12.2015, E. 2015/5541, K. 2015/13068)
Ortaklardan birinin çıkma veya çıkarılma sebebiyle ortak vasfının sona ermesi halinde, diğer ortaklarla anlaştığı bir miktar üzerinden ayrılma akçesini alabilir. Ancak; taraflar (yani çıkan veya çıkarılan ortak ile ortaklık) esas sermayenin gerçek değerin belirlenmesinde, dolayısıyla ayrılma akçesinin miktarının belirlenmesinde anlaşmazlığa düşerlerse esas sermayenin gerçek değerinin tespitini mahkemeden talep edebilirler. Çünkü pey akçesi yani ayrılma akçesi esas sermaye payının gerçek değeri üzerinden belirlenmektedir. TTK. m.497 “Kanunda veya şirket sözleşmesinde esas sermaye payının bedeli olarak gerçek değerin öngörüldüğü durumlarda, taraflar anlaşamamışlarsa bu değer, taraflardan birinin istemi üzerine, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesince belirlenir. Mahkeme, yargılama ve değer belirleme giderlerini kendi takdirine göre paylaştırır. Mahkemenin kararı kesindir.” hükmü ile esas sermayenin gerçek değerinin tespitinin mahkeme kararı ile yapılabileceğini düzenlemiştir. Mahkeme ticaret hukuku uzmanı bilirkişilere teknik hesaplama yaptırarak bu değeri tespit edecektir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 07.12.2015 tarihli bir kararında; ‘Davacının çıkma davasında esas sermaye payının devrini isteme yetkisinin bulunmadığına; ancak, ayrılma akçesinin tespit edilmesini talep edebileceğine‘ karar vermiştir (T. 07.12.2015, E. 2015/5541, K. 2015/13068) Çıkma davasında ayrıca talep edilmediği halde ayrılma akçesinin de tespit edildiği karar örnekleri bulunmaktadır. ( Y. 11. HD, 17.09.2015, E. 2015/2122, K. 2015/9396; Y. 11. HD, 07.12.2015, E. 2015/5541, K. 2015/13068)
Ayrılma akçesinin borçlusu ortaklar değil, limited ortaklıktır. Dolayısıyla tarafların aralarında anlaşarak kararlaştırdığı veya mahkeme kararı ile tespit edilen tutarın, ortakların mal varlığından tahsil edilmesi mümkün değildir.
Ayrılma akçesi nakit olarak ödenebilir, ancak nakit olarak ödenmesi şart değildir. Ayrılma akçesine karşılık olarak başka bir şirketin pay senedi veya başka bir menkul değeri olarak da verilmesi mümkündür.
Av. Fatma Tuğçe BİLGİN
Şirket avukatı, Ticaret Hukuku avukatı, Ayrılma akçesi, Pey akçesi, Limited Ortaklık,
Faiz konusu genel hükümler ve özel hükümler olarak farklı kanunlarda düzenlemelerde yer almaktadır. Genel hükümler olarak Borçlar Kanunu hükümleri, özel hükümler olarak ise (ticari alacaklar için) Ticaret Kanunu hükümleri ve ayrıca 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanunu hükümleri uygulanacaktır.
Genel hükümler olarak Borçlar Kanunu faiz konusunu anapara faizi ve temerrüt faizi olarak ayrı ayrı hükümler içermektedir. TBK m.88 anapara için uygulanacak yıllık faiz oranı hakkında; ” Faiz ödeme borcunda uygulanacak yıllık faiz oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir. Sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık faiz oranı, birinci fıkra uyarınca belirlenen yıllık faiz oranının yüzde elli fazlasını aşamaz. “ hükmünü içermektedir.
TBK’nun temerrüt faizine ilişkin 12. maddesi; ” Uygulanacak yıllık temerrüt faizi oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir. Sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık temerrüt faizi oranı, birinci fıkra uyarınca belirlenen yıllık faiz oranının yüzde yüz fazlasını aşamaz. Akdî faiz oranı kararlaştırılmakla birlikte sözleşmede temerrüt faizi kararlaştırılmamışsa ve yıllık akdî faiz oranı da birinci fıkrada belirtilen faiz oranından fazla ise, temerrüt faizi oranı hakkında akdî faiz oranı geçerli olur. “ şeklinde düzenleme yapmıştır.
Türk Borçlar Kanunu faize ilişkin düzenlemeleri emredici hükümler içermektedir. Adi borçlar hakkında uygulanan genel hükümler koruyucu amaçla emredici düzenlemelerle faize ilişkin sınırlamalar getirmiştir. TBK m.88 ve m.120’nin dışında faize ilişkin 121, 122, 131, 146, 147, 152, 189, 387 ve 388. maddeleri ile de faize ilişkin düzenlemeler barındırmaktadır.
Ticari alacaklara uygulanan faiz söz konusu olduğunda ise Türk Ticaret Kanunu hükümlerine bakılması gerekmektedir. Zira ticari alacaklara Ticaret Kanunu hükümleri özel hüküm olarak uygulanmaktadır. TTK m.8, m.10 ve m.1530 hükümleri faize ilişkin düzenlemeler barındırmaktadır.
TTK’nun Ticari İşlerde Faiz üst başlığı altındaki 8. maddesi; “Ticari işlerde faiz oranı serbestçe belirlenir.” demektedir. Bu hüküm TBK’da faize ilişkin sınırlamalar getiren emredici hükümlerin ticari alacaklar hakkında da uygulanıp uygulanmayacağı hakkında tartışma yaratmaktadır.
TTK m.9 “Ticari işlerde; kanuni, anapara ile temerrüt faizi hakkında, ilgili mevzuat hükümleri uygulanır. “ hükmünü, m.10 “Aksine sözleşme yoksa, ticari bir borcun faizi, vadenin bitiminden ve belli bir vade yoksa ihtar gününden itibaren işlemeye başlar.” hükmünü içermektedir.
Adi işlerde anapara faizi uygulanacağı belirlenmemiş ise, anapara faizi istenemez. Ticari işlerde ise faiz esastır. Bu sebeple; sözleşme ile belirlenmemiş olsa bile ticari alacaklarda anapara faizi talep edilebilir.
TTK.’nun Ticari hükümlerle yasaklanmış işlemler ile mal ve hizmet tedarikinde geç ödemenin sonuçları başlığını taşıyan 1530. maddesi temerrüt faizine ilişkin kapsamlı bir düzenlemedir.
2. fıkra; ” Ticari işletmeler arasında mal ve hizmet tedariki amacıyla yapılan işlemlerde, alacaklı, kanundan veya sözleşmeden doğan tedarik borcunu yerine getirmiş olmasına rağmen, borçlu, gecikmeden sorumlu tutulamayacağı hâller hariç, sözleşmede öngörülmüş bulunan tarihte veya belirtilen ödeme süresinde borcunu ödemezse, ihtara gerek olmaksızın temerrüde düşer. ” hükmü temerrüt faizinin ticari işletmeler arasında mal veya hizmet alımı sebebiyle doğan ticari borcun, belirlenen tarihte ödenmemesi halinde ihtara gerek olmaksızın başlayacağını ifade etmektedir.
Sözleşme ile temerrüt faizi ödeneceği belirlenmiş olmasa bile, ticari borcu ödemekte temerrüde düşen borçlu temerrüt faizi ödemek zorundadır. Bu hususta 3. fıkra hükmü; “Mütemerrit borçlunun alacaklısı sözleşmede öngörülen tarihten ya da ödeme süresinin sonunu takip eden günden itibaren, şart edilmemiş olsa bile faize hak kazanır.”
Sözleşmede ödeme günü veya süresinin belirlenmemiş olduğu hallerde hangi sürelerin sonunda ihtara gerek kalmaksızın temerrüde düşüleceği 4. fıkrada detaylı olarak düzenlenmiştir. Bu hususta, seçeneklere göre mal veya hizmetin tesliminden veya fatura veya ödeme talebinin tesliminden 30 günlük süre esas alınmıştır.
Sözleşme ile borçlunun temerrüde düşmesi halinde gecikme faizi ödemeyeceği veya ağır derecede haksız sayılabilecek kadar az faiz ödeyeceği, alacaklının geç ödeme dolayısıyla uğrayacağı zarardan borçlunun sorumlu olmayacağı veya sınırlı bir şekilde sorumlu tutulabileceği gibi düzenlemeler getirilmiş ise bu hükümler 1530. maddenin 6. fıkrası uyarınca geçersizdir. Bu durumda uygulanacak faiz oranı ve alacağın tahsili masrafları 7. fıkra hükmü uyarınca; “talep edilebilecek asgari giderim tutarını Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası her yıl ocak ayında ilan eder. Faiz oranı, 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanunda öngörülen ticari işlere uygulanacak gecikme faizi oranından en az yüzde sekiz fazla olmalıdır.”
Ticari dava avukat , ticari alacaklar faiz, ticari borç avukat, ticaret alacağı dava avukat, ticaret hukuku avukat ticari alacak dava, ticari alacak avukat
Şirket ana sözleşmesinde çıkma hakkına ilişkin düzenlemeler bulunabilir. Ortaklar, şirketin kuruluşunda ana sözleşme ile kendileri için ortaklığı devam ettirilemez hale getirecek bazı haklı sebepler belirlemiş olabilir. Ana sözleşmede haklı sebeple çıkma hakkı düzenlenmemişse de, Türk Ticaret Kanunu’nun 638. maddesine istinaden çıkma hakkı kullanabilir.
Çıkma hakkı nasıl kullanılır?
Şirket ana sözleşmesinde bir takım haklı sebepler ve bu haklı sebeplerin varlığı halinde ortağın tek taraflı irade beyanı ile şirketten çıkabileceği düzenlenmişse, ortağın tek taraflı irade beyanı ile şirketten çıkabilir. Bu durumda ortağın şirketten çıkmak için dava açmasına gerek yoktur. Ancak; şirket çıkma beyanına karşı şirket merkezinin bulunduğu yer Asliye Ticaret Mahkemesi’nde Çıkmanın İptali Davası açabilir.
Şirket ana sözleşmesinde ortağın tek taraflı bir irade beyanı ile şirketten çıkılabileceğine ilişkin düzenleme yoksa, ortağın çıkma hakkını kullanmak için Ortaklıktan Çıkma Davası açması gerekir. Ortaklıktan Çıkma Davası da yine şirket merkezinin bulunduğu yer Asliye Ticaret Mahkemesi’nde şirket tüzel kişiliğine karşı açılabilmektedir.
Ortaklıktan çıkma davasında mahkeme istem üzerine dava süresince, davacının ortaklıktan doğan hak ve borçlarından bazılarının veya tümünün dondurulmasına veya davacı ortağın durumunun teminat altına alınması amacıyla diğer önlemlere karar verebilir. TTK bu düzenleme ile çıkma davası açan ortağa dava süresince ortaklığa ait haklardan yararlanmasını ve borçlardan sorumluluğunu engellemiştir. Tabi ki, bu önlemlere karar verilebilmesi için davacının talep etmiş olması şarttır.
Diğer ortaklar da ortaklardan birinin çıkma hakkını kullandığını (dava veya tek taraflı irade beyanı ile) öğrendiği tarihten itibaren 1 ay içinde açacağı ayrı bir dava ile çıkma davasına katılabilir. Bu dava ile başka bir ortak da aynı haklı sebebin kendisi açısından da gerçekleştiğini ileri sürerek çıkma talep eder.
Ortaklıktan Çıkarılma ;
Şirket sözleşmesi ile yine çıkma hakkı gibi, çıkarılma da düzenlenebilmektedir. Şirket sözleşmesinde ortağın genel kurul kararı ile çıkarılabileceğine ilişkin düzenleme mevcut ise, genel kurul kararı ile ortak şirketten çıkarılabilir. Ortak kararın noterden aracılığı ile kendisine tebliğ edilmesinin ardından 3 ay içinde yine kararın iptali için şirkete karşı dava açabilir. Bu davasının Ticaret Mahkemesinde avukat vasıtası ile açılmasında fayda bulunmaktadır. Zira mahkemeler tarafından uygulanan yargılama kuralları katıdır ve bu usul kurallarının avukat olmayan kişilerce bilinmesi zordur.
Yukarıda kısaca izah ettiğimiz Ortaklıktan Çıkma, Ortaklıktan Çıkma Davası avukat, Ortaklıktan çıkmanın iptali davası, çıkmaya katılma, ortaklıktan çıkarılma konularında ticaret hukuku uzman avukat desteği önemlidir. Esas sözleşme yani şirketin ana sözleşmesi avukat yardımı ile hazırlanması önem taşımaktadır.
Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN
Kıymetli evrak nedir?
Kıymetli evrak Türk Ticaret Kanunu’nun 645. maddesinde; “Kıymetli evrak öyle senetlerdir ki, bunların içerdikleri hak, senetten ayrı olarak ileri sürülemediği gibi başkalarına da devredilemez.” olarak tanımlanmıştır. Tanımdan anlaşılacağı üzere kıymetli evraka içeriği olan hak senetten ayrı olarak kullanılamamaktadır.
Kıymetli evrakın borçlusu, ancak senedin teslimi karşılığında ödeme yapmakla yükümlüdür. Zira; senedin kendisi teslim alınmaksızın yapılan ödeme borçluyu kıymetli evrak borcundan kurtarmamaktadır. Ayrıca; alacağı borçludan tahsil etmesine rağmen senedi elinde bulundurmaya devam eden kötü niyetli alacaklı senedi bir başkasına da devredebilecektir.
Kıymetli evrakların devir usulü senedin niteliğine göre değişmekle beraber, senedin zilyetliğinin devri muhakkak gerekmektedir. Senet zilyetliğinin devrinin yanında emre yazılı senetlerde ciro, nama yazılı senetlerde yazılı temlik beyanı gerekmektedir.
Kıymetli evrakın zayi olması halinde Ticaret Mahkemelerince zayi kararı verilmektedir. Kıymetli evrakın çalınması, kaybolması, yangında yanması, sel, deprem vs. gibi sebeplerle ortadan kaybolması veya anlaşılamaz hale gelmesi halinde kıymetli evrakın iptali için dava açılabilmektedir. (Çek iptali davası, vs..)
Ticaret hayatında en çok kullanılan kıymetli evrak olan çekler için de zayi olma durumunda (çekin çalınması, çekin kaybolması, çekin yanması, çekin zayi olması..) çek iptali davası açılmaktadır. Çek iptali davası avukat ile takip edilmelidir. Çek iptali avukat tarafından alınması gereken hukuki önlemler çerçevesinde daha sağlıklı sonuçlanabilmektedir.
Çek iptali davalarında mahkemeler talep halinde ödeme yasağı kararı vermektedir. Ödeme yasağı kararı çekin iptalini talep eden tarafından %15 tutarında teminatın mahkeme veznesine depo edilmesi halinde verilmektedir.
Ödeme yasağı kararı avukat tarafından talep edilmiş olması halinde verilmekte, derhal ilgili bankaya tebliğ edilmektedir. Zaman açısından tereddüt uyandıran durumlarda elden takipli olarak ödeme yasağı kararı avukat tarafından da mahkemeye iletilebilmektedir.
Ödeme yasağı kararı sonrası, iptal davasına konu olan çekin haksız hamil tarafından bankaya ibraz edilmesi halinde çek bedeli ödenmemektedir. Banka çekin kayıp veya çalınmış olması sebebiyle iptal davasına konu olduğunu bilmesine rağmen, çeke el koyamamaktadır. Böyle bir yetkisi bulunmamaktadır. Çekin arkasına ödeme yasağı sebbeiyle ödenmediği kaydını düşerek ibraz edene iade etmektedir.
İşte bu noktada hukuk sistemimizdeki açıklık ve çelişki kendini gösterebilmektedir. Çünkü, çeki ödeme yasağı sebebiyle ödemeyen bankadan geri alan yetkisiz hamil, çeki karşılıksız işlemi görmüşçesine icra takibine konu edebilmektedir. Ticaret mahkemesinin ödeme yasağı kararına ve açılan iptal davasına rağmen icra işlemleri yapılabilmekte ve bu yöndeki itiraz da icra işlemlerini durdurmamaktadır.
Bir yandan çek iptali davası açarak ve ödeme yasağı kararı alarak kendini korumaya çalışan taraf, diğer yandan da icra işlemlerine maruz kalmakta ve çek bedelinin yanında icra masrafları ve vekalet ücreti ödemek durumunda kalmaktadır. Hukuk sistemimizdeki bu çelişkili durum iptal davalarının ve ödeme yasağının işlevini azaltmakta veya ortadan kaldırmaktadır.
Çek iptali davası, ödeme yasağı kararı avukat, kıymetli evrakın iptali davası çek iptali avukat
Ticari unvan nedir? Ticari ünvana tecavüz nedir?
Ticaret ünvanını kısaca tanımlanmak gerekirse, gerçek ve tüzel kişi tacirlerin ticari iş ve işlemlerinde kullandığı, kendisini temsil eden isimdir. Ticari ünvan tacir için hem bir zorunluluk hem de bir haktır. Çünkü; TTK hükümlerine göre tacir, ticari işletmesini açtığı tarihten itibaren 15 gün içinde ticari ünvanını tescil ve ilan etmek zorundadır. Ticaret ünvanını kullanarak ticari iş yapan tacir, bu isim ile tanınır ve itibar sağlar. Bu ticari ünvan tescil ile birlikte o tacire özgülenmiş bir hak haline gelir. Bu sebeple; bu ticari ünvanın veya çok benzerinin başkası tarafından herhangi bir şekilde kullanılması halinde ticari ünvana tecavüz söz konusu olur.
Ticari ünvana tecavüz nasıl olur?
Ticari ünvanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından yine ticari ünvan olarak veya işletme adı, marka, internet alan adı gibi başka şekilde kullanılması halinde ticari ünvanın tecavüzü gerçekleşmiş olur.
TTK 52. maddesi ticari ünvanın korunmasına ilişkin düzenlemeyi yapmış, ticari ünvanı tecavüze uğrayan, ticari ünvanı ihlal edilen kimsenin haklarını belirtmiştir.
Ticaret Ünvanına tecavüz halinde hak sahibinin hakları nelerdir?
Ticaret ünvanı üzerinde hak sahibi olan gerçek veya tüzel kişi TTK. M.52 hükümleri uyarınca;
Ticari ünvana tecavüzün tespitini, yasaklanmasını, tescil edilmiş ise kanuna uygun olarak değiştirilmesini veya silinmesini, tecavüzün sonucu olan maddi durumun ortadan kaldırılmasını, tecavüzde kullanılan araçların ve ilgili malların imhasını, tecavüz sebebiyle zararı doğmuş ise kusurun ağırlığına göre maddi ve manevi tazminat isteyebilir. Açılacak davalarda şirketler hukuku uzmanı şirket avukatı ile birlikte çalışılmalıdır.
Av. Fatma Tuğçe BİLGİN
Ticaret ünvanına tecavüz ve ticari ünvanın ihlali halinde, ticaret hukukçusu, ticaret avukatı ve ticari dava uzmanı ndan detsek alınmalıdır. Avukat Fatma Tuğçe Bilgin den hukuki destek alabilirsiniz.
Dava açmadan önce arabulucuya başvurma zorunluluğu, ilk olarak iş mahkemelerinde açılacak davalarda hukuk hayatımıza girdi. Bu zorunluluk bir dava şartıdır. Hakkın doğrudan dava yolu ile aranması, taraflar açısından zaman kaybına ve masraflara yol açmakta, mahkemelerin de iş yükünü artırmakta. İş mahkemesinde açılacak davalarda arabulucuya başvurulması bu soruna kısmen çözüm getirdi.
Uyuşmazlık taraflarının karşılıklı olarak masaya oturması ve bir arabulucu huzurunda görüşme sağlaması, konunun uzlaşılarak çözüme ulaşmasını sağlayabilmektedir. Bu düzenlemenin toplumun uzlaşma kültürüne de katkıda bulunacağını umut ediyoruz.
Arabuluculuk dava şartı 01.01.2019 tarihinden itibaren artık ticari uyuşmazlıklarda da uygulanacak. Ticaret Kanunu’na eklenen 5/A maddesi ile ticari uyuşmazlıklarda da dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması dava şartı olarak düzenlendi. Yani, kanunun yürürlüğe girdiği 01.01.2019 tarihinden itibaren ticari bir dava açmadan önce de arabulucuya başvurmak zorunlu hale gelmiştir.
Arabulucuya başvurma zorunluluğu her türlü ticari davada geçerli midir? Hangi ticari uyuşmazlıklarda arabulucuya başvurulması zorunluluktur?
Kanuna eklenen maddede “konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında” dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmasının dava şartı olduğu belirtilmiştir. Yani arabulucuya başvurunun zorunlu olması için uyuşmazlığın konusunun ‘parasal’ olması gerekir. Parasal nitelikli olmayan konularda arabulucuya başvurma zorunluluğu yoktur, ancak tercih edilirse yine de başvurulması mümkündür.
Dava açmadan önce arabulucuya başvurma zorunluluğu, parasal nitelikte olmasına rağmen ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir kararı alınmasına engel değildir.
Ticaret kanununda veya başka kanunlarda uyuşmazlığın konusu hakkında tahkim gibi başka bir alternatif çözüm yolu düzenlenmiş ise yine arabulucuya başvurma zorunluluğu yoktur. Arabulucuya başvurma zorunluluğu kapsamında olup olmadığının belirlenmesi için, uyuşmazlığın konusunun ve niteliğinin tespiti önemlidir. Bu sebeple; hem arabuluculuğa başvurmadan önceki sürecinin hem de arabuluculuk sürecinin hukuki destek ile yürütülmesinde her zaman fayda vardır. Zira; tarafların anlaşıp anlaşmamasına göre düzenlenecek tutanak, icra edilebilir bir belge olması sebebiyle çok önemlidir.
Konuyla ilgili Arabuluculuk Daire Başkanlığının sitesinden (http://www.adb.adalet.gov.tr/) detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.
Anonim şirketlerde avukat bulundurma zorunluluğunun hukuki dayanağı Avukatlık kanunu’nun 35 maddesinin 3. fıkrasıdır. 08/02/2008 tarihinde yürürlüğe giren fıkra hükmü, esas sermayesinin belli bir miktar üzerinde bulunan anonim şirketler ve üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleri bakımından sözleşmeli avukat bulundurma zorunluluğu getirmiştir.
Anonim şirketler bakımından avukat bulundurma zorunluluğu belli bir esas sermaye miktarını aşan şirketler için geçerlidir. Bu miktar, zorunululuğu getiren fıkra hükmünde; ‘ Türk Ticaret Kanununun 272 nci maddesinde ön görülen esas sermaye miktarının beş katı veya daha fazla esas sermayesi bulunan anonim şirketler’ olarak ifade edilmiş, tutarı belirtilmemiştir.
Avukatlık kanununun 272. maddesine atıf yaptığı Türk Ticaret Kanunu tamamen değişmiş, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu yürürlüğe girmiştir. Atıfta bulunulan aynı madde içeriği 6102 sayılı TTK.’da da 332. madde olarak yer almıştır.
Avukatlık kanununun atıfta bulunduğu 272. madde yürürlükte bulunmadığı için, karşılık gelen TTK. 332. maddeye bakmamaız gerekmektedir. TTK.332. maddesi Anonim şirketlerde öngörülen esas sermaye miktarının 50 bin TL’dan az olamayacağını düzenlemiştir. TTK. 332 ile Avukatlık kanunu 35/3 birlikte yorumlandığında avukat bulundurma zorunluluğunun esas sermayesi en az 250 bin TL olan şirketler bakımından geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Bu zorunluluk, kuruluş esas sermayesi en az 250 bin TL olan şirketler bakımından kuruluş ile, sermaye artrımına giderek esas sermaye tutarını en az 250 bin TL ve üzerine çıkaran anonim şirketler bakımından ise sermaye artırımına ilişkin genel kurul kararının ticaret siciline tescil ettirilmesi ile başlamaktadır.
Avukat bulundurma zorunluluğuna aykırılığın yaptımı da yine kanununun 35/3 maddesinde düzenlenmiştir. Cumhuriyet Savcısı tarafından, sözleşmeli avukat tayin etmedikleri her ay için, sanayi sektöründe çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için suç tarihinde yürürlükte bulunan, asgari ücretin iki aylık brüt tutarı kadar idari para cezası verileceği belirtilmiştir.