Etiket arşivi Av. Fatma Tuğçe Bilgin

ileavukatadmin

Sıra Cetveli

SIRA CETVELİNE İTİRAZ DAVASI VE SIRA CETVELİNE KARŞI ŞİKAYET

Sıra cetveli nedir?

Borçluya ait hacizli bir malın satışı sonucunda elde edilen satış bedeli alacaklıların alacağını karşılamaya yetmeyebilir. İcra İflas Kanununun 140. maddesi; satış tutarının bütün alacaklıların alacağını tamamen ödemeye yetmezse icra dairesinin alacaklıların bir sıra cetvelini yapacağını düzenlemiştir. Satış işlemini yapan icra müdürlüğü satış bedelinin alacaklılar arasında paylaştırılması için İİK. 100 ve 268. maddelerine göre hacze iştirak edebilecek alacaklıları belirleyerek sıra cetveli yapar. Uygulamada icra müdürlüğü tarafından derece kararı olarak düzenlenmektedir.

Satış bedelinin alacakların tamamını karşılamadığı halde sıra cetvelinin yapılmadığı istisnai durumlar da vardır. Rehnin/ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takiplerde satış bedelinin ipotek/rehin bedelini dahi karşılamaya yetmediği durumlarda icra müdürlüğü tarafından sıra cetveli yapılmasına yer olmadığına dair karar verilebilir.

Sıra cetvelinin İcra İflas Kanunu hükümlerine aykırı olarak düzenlenmiş olması, sıra cetvelinde yer verilmemesi gereken bir alacağa yer verilmiş olması, alacaklının alacağının düşük veya yüksek yazılmış olması hallerinde bu usulsüzlüklere karşı şikayet veya itiraz yollarına başvurulabilir. Sıra cetvelinde yer alan usulsüzlüklere, alacağın kendisine veya sırasına borçlu ve alacaklılar tarafından tebliğden itibaren 7 gün içinde şikayet yoluna, alacaklılar tarafından da itiraz davası yolluna gidilebilmesi mümkündür. Bu 7 günlük süre içerisinde itiraz edilmemesi ve şikayet yollarına başvurulmaması halinde sıra cetveli kesinleşmektedir.

Sıra cetveline itiraz davası ile şikayet arasındaki farklar nelerdir?

İcra takip işlemlerine karşı başvurulabilen bir yol olan şikayet kanun yolu teknik anlamda bir dava türü değildir. Şikayet kanun yolu bir nevi İcra mahkemesi tarafından icra takip işleminin takip hukuku hükümlerine uygunluğunun denetlenmesidir. İcra mahkemesi tarafından şikayet sonucunda verilen karar teknik olarak maddi anlamda kesin hüküm oluşturmazken, dava sonunda verilen karar maddi anlamda kesin hüküm oluşturmaktadır. Bu teknik ayrımın pratik sonucu olarak, icra mahkemesi tarafından şikayet üzerine verilen kararın kesin hüküm oluşturmaması sebebiyle, daha sonra genel mahkemede açılan davanın kesin hüküm itirazı ile karşılaşmayacağını söyleyebiliriz. Şikayet müessesesi İİK.’nun 16. maddesinde genel bir madde olarak düzenlenmiş olup, sıra cetveline karşı şikayet hususu ise 142/3 hükmünde ‘İtiraz alacağın esas ve miktarına taallük etmeyip yalnız sıraya dairse şikayet yoliyle icra mahkemesine arzolunur.’ denilmek suretiyle sıra cetveline karşı hangi hallerde şikayet yoluna gidilebileceğine de açıklık getirilmiştir.

Sıra cetveli bakımından genel bir ayrım olarak; şikayet yolu şekli eksiklik ve takip hukukuna aykırılık sebepleri ile başvurulan bir yol iken, itiraz davası ise maddi hukuku bakımından gerçekliğe aykırılık iddialarının incelendiği bir dava türüdür.

Sıra cetveline karşı hangi hallerde şikayet hangi hallerde itiraz davası yoluna gidilmesi gerekir?

İcra İflas Kanunu 142/3 hükmü sıra cetveline yapılan itirazın alacağın esas ve miktarına ilişkin olmayıp yalnız sıraya ilişkin olması helinde şikayet yoluyla icra mahkemesinde görüleceğini belirtmiştir. Kanun hükmü her ne kadar yalnız sıraya ilişkin olan itirazların şikayet yolu ile inceleneceğini belirtmişse de, takip hukukuna aykırılık teşkil eden başkaca hususlarda da İİK. 16. maddesi uyarınca şikayet yoluna başvurulması mümkündür. Şikayet yoluna hem alacaklılar hem de borçlu tarafından başvurulabilmektedir. Sıra cetveline karşı şikayet yoluna başvurmak isteyen alacaklı veya borçlu kararın tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde icra mahkemesine başvurmalıdır. Bu 7 günlük süre iş günü değil, takvim günüdür.

Alacaklının kendi sırasına veya kendisinden önce gelen bir başka alacaklının sırasına şikayet yolu ile itiraz edebilir. Alacaklı, sıra cetvelinde kendisinden önce gelen bir başka alacaklının hem alacağının esasına hem de sırasına itiraz etmek istiyorsa bu durumda itiraz davası açarak her iki itirazını da ileri sürebilir. Sıra cetveline karşı itiraz davası borçlu tarafından açılamazken, alacaklıları tarafından HMK yetki ve görev kuralları uyarınca genel mahkemede açılılabilir. Sıra cetveline itiraz davasında yargılama genel hükümlere göre basit yargılama usulü uygulanarak yapılır. Sıra cetveline itiraz davasında ispat külfeti alacaklı olduğunu iddia eden davalıdadır. Davalı alacaklı olduğunu kabul etmeyen davacıya karşı genel hükümler uyarınca alacaklı olduğunu ispat etmekle yükümlüdür.

Alacağın esası hakkında bir ihtilaf olmayıp da yapılan icra işleminin yalnızca takip hukuku bakımından ihtilaf konusu olması halinde sıra cetveline ilişkin itirazın şikayet yolu ile icra mahkemesinde çözümlenmesi gerekmektedir. Örneğin Yargıtay bir kararında “Rehnin geçersizliğine ilişkin itirazların İİK.nun 146 ve 147. maddeleri gereğince icra dairesine yapılması gerektiğini” belirtmiştir. (Yargıtay 12. HD. 26.06.2012, 4742/22586)

Davacı, düzenlenen sıra cetvelinde ipotekli alacaklılara ipoteğin karşıladığı miktardan daha fazla pay ayrıldığını, ayrıca taşınmaz üzerinde hacizleri bulunduğu halde sıra cetvelinde kendilerine yer verilmediğini ileri sürmüştür.

Sıra cetveli düzenlenirken, ipotekli alacaklılar ile haciz uygulayan diğer alacaklıların İİK.nun 151 nci maddesi uyarınca sıra cetvelinde gösterilmesi gerekmektedir. Anılan maddede, rehin bedelinin alacaklılar arasında paylaştırılmasında 138’nci madde hükmünün uygulanacağı, satış tutarının alacaklıların alacağını ödemeye yetmemesi halinde, icra müdürlüğünce aynı yasanın 206’ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarına göre sıra ve payların tayin olunacağı, 141, 142 ve 144’ncü maddelerin burada da uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Diğer bir anlatımla ipotekli alacaklıların yanı sıra diğer alacaklılara da sıra cetvelinde yer verilmesi suretiyle adı geçenlerin sıra cetveline itiraz etme olanağı da sağlanmış olmaktadır.

Diğer yandan davacı, ipotekli alacaklılara fazla pay ayrıldığını da itirazında ileri sürdüğüne göre, ipotek belgeleri getirtilip, ipoteklerin limit ipoteği olup olmadığı incelenmek suretiyle bu itiraz hakkında da bir karar verilmesi gerekmektedir.” (Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 2002/152 E., 2002/4094 K.)

İİK.nun 191.maddesine göre borçlunun iflas açıldıktan sonra masaya ait mallar üzerinde her türlü tasarrufu alacaklılara karşı hükümsüzdür. Bu nedenle kural olarak iflastan sonra müflis aleyhine masaya giren mal ve haklara ilişkin olarak doğrudan dava açılamaz. İflas masasından hak iddia eden alacaklının alacağının masaya kaydını talep etmesi, bu talebin İflas idaresince kabul edilmemesi halinde, İİK.nun 235/2.maddesinde öngörüldüğü şekilde sıra cetveline itiraz davası açması gerekmektedir. Bu yönler gözetilmeden müflise karşı bir alacak davası açılmışsa bu davaya iflas idaresine karşı sıra cetveline itiraz davası olarak devam edilmesi Anayasanın 141/son maddesinde işaret edilen usul ekonomisi ilkesine uygun düşer.” (Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 2001/4976 E., 2002/1984 K.)

Bir alacaklı sıra cetvelinde kendisinden önceki sırada yer alan alacaklının alacağının gerçek olmadığını düşünüyorsa icra hukuku uygulamalarında görülen tasarrufun iptali davası açabileceği gibi sıra cetveline itiraz davası aaçarak da bu iddiayı ileri sürebilir. Sıra cetveline itiraz davasında maktu avukatlık ücretine hükmedilirken, tasarrufun iptali davalarında nisbi avkatlık ücretine hükmedilmektedir.

BİLGİN HUKUK BÜROSU

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

İcra hukuku, İcra takip işlemi, Sıra cetveli, Sıra cetveline itiraz, Sıra cetveline karşı şikayet, İcra Mahkemesi, Kesin hüküm, Avukat, İcra avukatı istanbul,

ileavukatadmin

İcra hukukunda tasarrufun iptali davası

Borçlunun mal kaçırması ve tasarrufun iptali davası

Tasarrufun iptali davası İcra İflas Kanunu’nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş özel bir dava türüdür. Bu dava türü alacaklılarından mal kaçırmak kastıyla menkul ve gayrimenkullerini elden çıkaran borçluya karşı bazı şartların varlığı halinde alacaklıyı koruyan bir dava türüdür.

Öncelikle bu davanın açılması için alacaklının hali hazırda başlatmış olduğu bir icra takibi olmalı ve bu icra dosyası borçlunun hiç veya borcu karşılayacak yeterli mal varlığının bulunmamalıdır. Şayet alacaklının alacağını karşılar kıymette bir taşınmazı varken, devrettiği başka bir taşınmazı için mal kaçırmak kastı ile devrettiği iddiası bu davanın açılması için yeterli koşulları sağlamamaktadır. Bahsetmiş olduğumuz bu durum borçlunun aciz hali içinde olmasıdır, tasarrufun iptali davasında ise bu koşul icra müdürlüğünden alınan aciz vesikası ile belgelendirilmektedir. Tasarrufun iptali davası açılabilmesi için özel bir dava şartı olan aciz vesikası veya geçici aciz vesikası hükmünde haciz tutanağı mahkemeye sunulmalıdır.

İcra İflas Kanunu m.278, 279 ve 280 hükümleri 3 başlık altında tasarrufun iptali davası sebeplerini düzenlemektedir. Bir tasarrufun iptali davasında sebeplerden yalnız birine veya mevcut ise birden fazla sebebe dayanmak mümkündür. Yargıtay uygulamasına göre; davacı İİK. da düzenlenen sebeplerden birine dayanmış ise, mahkemece bu sebebin gerçekleşmediğinin tespiti halinde dava dilekçesinde dayanılmamış olan diğer sebeplerden birine istinaden de tasarrufun iptaline karar verilebilmektedir. Yargıtay’ın bu uygulaması hukuk yargılamasında taraflarca getirilme ilkesinin istisnası olarak kabul edilebilir, çünkü Yargıtay bu durumda ilk derece mahkemesinin diğer sebeplerin gerçekleşip gerçekleşmediğini re’sen araştırmakla görevli olduğunu belirtmektedir.

İcra İflas Kanunu’nun 278. maddesinde ivazsız tasarrufların butlanını, 279. maddesi acizden dolayı butlanı, 280. maddesi ise zarar verme kastından dolayı iptali düzenlemektedir. Bu maddelerin her biri farklı koşulları barındırmaktadır, bu sebeple dava açmadan önce her bir butlan sebebi ayrı ayrı değerlendirilmeli ve olayımıza uygun olan hukuki sebep doğru olarak tespit edilmelidir.

Tasarrufun iptali davalarında uygulanacak yargılama usulü basit yargılama usulüdür. Basit yargılama usulünde cevaba cevap ve 2. cevap dilekçeleri verilmez, yalnızca dava ve cevap dilekçeleri ile dilekçeler teatisi tamamlanır.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin uygulamasına göre; İİK. 277 ve devamı maddeleri uyarınca açılan bir tasarrufun iptali davasında ayrıca Borçlar Kanununda düzenlenen muvazaa sebebine de dayanılması mümkündür. Bu durumda da İİK. 283/1 hükmü kıyasen uygulanacaktır.

Dava dilekçesinde veya sonradan yargılama esnasında talep edilmesi halinde mahkeme iptal davasının konusu olan malvarlığı üzerinde ihtiyati haciz uygulanmasına karar verebilir. İhtiyati haciz kararı mahkemece takdir edilecek belirli bir teminat karşılığında verilir, uygulamada genellikle dava değerinin (alacak miktarı) %15’i olarak teminat bedeli belirlenmektedir.

Davacının usulüne uygun açmış olduğu tasarrufun iptali davasında mahkemece davanın kabülüne karar verilmesi halinde, tasarrufun iptaline ilişkin karar malvarlığının aynına ilişkin değildir. Mahkemece davacı alacaklıya, alacaklı olduğu icra dosyası üzerinden söz konusu malvarlığını (menkul veya gayrimenkul) satışa çıkararak alacağını tahsil etme yetkisi verilmektedir.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

İcra avukatı İstanbul

ileavukatadmin

Limited ortaklıktan çıkma veya çıkarılma halinde ödenen pey akçesi

Pey akçesi diğer bir adıyla ayrılma akçesi

Limited Ortaklıklarda ortaklıktan çıkma ve çıkarılma mümkündür. Bu konuda daha önce yazmış olduğumuz yazımız için : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/12/26/limited-sirketlerde-cikma-ve-cikarilma/

Ortaklıktan çıkma veya çıkarılma halinde ortaklık dışında kalan ortağa esas sermaye payının karşılığı olan bir değer ödenmesi gerekir. TTK m. 641 bu hususu düzenlemiştir. “Ortak şirketten ayrıldığı takdirde, esas sermaye payının gerçek değerine uyan ayrılma akçesini istem hakkını haizdir.” Bu hükümden anlaşılacağı üzere ayrılma akçesinin diğer bir adıyla pey akçesinin ortağın esas sermaye payının gerçek değerine eşit bir miktar olması gerekir. Ayrılma akçesinin miktarı tam olarak nasıl belirlenecektir?

TTK. 642. maddesinin 3. fıkrasında “Ayrılan ortağın ayrılma akçesinin ödenmeyen kısmı, şirkete karşı, bütün alacaklılardan sonra gelen bir alacak oluşturur.” denmiştir. Bu hüküm ile limited ortaklığın ortaklık alacaklıları korunmak istenmiştir. Zira ortaklık alacaklıları alacaklarını yalnızca ortaklıktan tahsil edebilir, ortakların malvarlığına başvurma imkanı yoktur. Bu sebeple ortaklık borçluları güvence altına alınmıştır, aksi halde ticari hayat güvenilmez bir hal alacaktır.

Ayrılma akçesinin serbestçe tasarruf edilebilecek yedeklerden ödenmesi gerekir. Esas sermayenin çıkan/çıkarılan ortağa aynen iade edilmesi olarak düşünülmemelidir.

Ayrılma akçesi ne zaman muaccel hale gelir? Kanun, yıllık raporda kullanılabilir özkaynak tutarının tespiti ile muaccel hâle geleceğini belirtmiştir.

Ayrılma akçesine ilişkin TTK. 641. hükmü emredici niteliktedir, şirket esas sözleşmesi ile aksi kararlaştırılamaz. Ortaklıktan çıkan veya çıkarılan ortak esas sermaye payını ve bu payın getirdiği karı, çıkma (veya çıkarılma) ile birlikte kaybetmektedir. Bu sebeple; çıkan veya çıkarılan ortak için esas sermayesine karşılık bir bedel ödenmesi gerekmektedir. Ortaklıktan çıkan veya çıkarılan ortağın ortaklıktan ayrılma akçesi, diğer bir adıyla pey akçesi talep edebilmesi için mahkeme kararına lüzum yoktur. Zira; kanunun emredici hükmü gereği ayrılma akçesi talep etme hakkına sahiptir. Çıkma veya çıkarılmanın mahkeme kararı ile gerçekleştiği hallerde mahkemeden aynı zamanda ayrılma akçesi miktarının da tespit edilmesi talep edilebilir. Ayrılma akçesi kanunun emredici hükmü ile belirlenmiş olduğu için ortaklık sözleşmesi ile ortadan kaldırılması veya ayrılma akçesi istenemeyeceği yönünde hüküm konulması bu hakkı ortadan kaldırmaz.

Yargıtay bir kararında; çıkma davasında davacı ortağın esas sermaye payının devrini isteme yetkisinin bulunmadığına ancak, ayrılma akçesinin tespit edilmesini talep edebileceğine karar vermiştir (Yargıtay 11. HD, 07.12.2015, E. 2015/5541, K. 2015/13068)

Ortaklardan birinin çıkma veya çıkarılma sebebiyle ortak vasfının sona ermesi halinde, diğer ortaklarla anlaştığı bir miktar üzerinden ayrılma akçesini alabilir. Ancak; taraflar (yani çıkan veya çıkarılan ortak ile ortaklık) esas sermayenin gerçek değerin belirlenmesinde, dolayısıyla ayrılma akçesinin miktarının belirlenmesinde anlaşmazlığa düşerlerse esas sermayenin gerçek değerinin tespitini mahkemeden talep edebilirler. Çünkü pey akçesi yani ayrılma akçesi esas sermaye payının gerçek değeri üzerinden belirlenmektedir. TTK. m.497 “Kanunda veya şirket sözleşmesinde esas sermaye payının bedeli olarak gerçek değerin öngörüldüğü durumlarda, taraflar anlaşamamışlarsa bu değer, taraflardan birinin istemi üzerine, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesince belirlenir. Mahkeme, yargılama ve değer belirleme giderlerini kendi takdirine göre paylaştırır. Mahkemenin kararı kesindir.” hükmü ile esas sermayenin gerçek değerinin tespitinin mahkeme kararı ile yapılabileceğini düzenlemiştir. Mahkeme ticaret hukuku uzmanı bilirkişilere teknik hesaplama yaptırarak bu değeri tespit edecektir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 07.12.2015 tarihli bir kararında; ‘Davacının çıkma davasında esas sermaye payının devrini isteme yetkisinin bulunmadığına; ancak, ayrılma akçesinin tespit edilmesini talep edebileceğine‘ karar vermiştir (T. 07.12.2015, E. 2015/5541, K. 2015/13068) Çıkma davasında ayrıca talep edilmediği halde ayrılma akçesinin de tespit edildiği karar örnekleri bulunmaktadır. ( Y. 11. HD, 17.09.2015, E. 2015/2122, K. 2015/9396; Y. 11. HD, 07.12.2015, E. 2015/5541, K. 2015/13068)

Ayrılma akçesinin borçlusu ortaklar değil, limited ortaklıktır. Dolayısıyla tarafların aralarında anlaşarak kararlaştırdığı veya mahkeme kararı ile tespit edilen tutarın, ortakların mal varlığından tahsil edilmesi mümkün değildir.

Ayrılma akçesi nasıl ödenir?

Ayrılma akçesi nakit olarak ödenebilir, ancak nakit olarak ödenmesi şart değildir. Ayrılma akçesine karşılık olarak başka bir şirketin pay senedi veya başka bir menkul değeri olarak da verilmesi mümkündür.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

Şirket avukatı, Ticaret Hukuku avukatı, Ayrılma akçesi, Pey akçesi, Limited Ortaklık,

ileavukatadmin

Antrenörlerle yapılan belirli süreli sözleşmeler, birden fazla kez üst üste yapılsa dahi belirli süreli olma özelliğini korur.

Spor hukuku ve spor

İş Kanunu’nun belirli süreli sözleşmeler hakkında 11. maddesi, belirli süreli iş sözleşmesini şu şekilde tanımlamıştır ; “Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir. ” Tanımdan anlaşılacağı üzere belirli iş sözleşmesi süreli veya belirli bir işin tamamlanması için çalıştırılan işçilerle yapılabilmektedir. Kanun işçileri koruyucu bir düzenleme olarak belirli iş sözleşmesinin birden fazla kez üst üste yani zincirleme olarak (her yıl yenilenme şeklinde) yapılması halinde sözleşmenin belirsiz süreli sayılacağını düzenlemiştir. İş akdinin belirli veya belirsiz süreli olarak yapılması işçilerin kıdem, ihbar tazminatları vs. hakları bakımından farklı sonuçlar doğurmaktadır. Bu sebeple işçi haklarının ihlal edilmemesi için iş sözleşmesinin esaslı bir neden olmadıkça birden fazla kez üst üste yapılamayacağı, yapılırsa da belirsiz süreli iş sözleşmesi sayılacağı düzenlenmiştir.

Kanunun belirtmiş olduğu “esaslı bir neden” önem taşımaktadır. Bu kavram yine istisnaların olabileceğini ifade etmektedir.

Spor kulüpleri ile antrenörler, teknik adamlar ve sporcularla sözleşmelerin sezonluk yapıldığı, her yıl yenileme şeklinde devam ettiği bilinen bir uygulama. Bu durumda bu spor çalışanları ile kulüp arasında yapılan sözleşmelerin, zincirleme olarak 1 yıllık yapılması sebebiyle belirsiz süreli sayılıp sayılmayacağı da tartışma yaratmakta.

Bu konuda Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 20/12/2018 tarihli kararı ile bir açıklık getirmiştir. Bu kararda; antrenörlerin yaptığı işi itibariyle sezonluk çalışmanın bizatihi objektif neden olduğunu ve üst üste yapılmış olsa da yine belirli süreli sözleşme sayılacağını ifade etmiştir.

Söz konusu kararın ilgili kısmı şu şekildedir ;

“Antrenörlük – teknik adamlık görevleri süreklilik arz eden görevlerdendir. Bununla birlikte, çalışma ilişkisinin belirlenmesinde işin nitelik ve özelliklerinden ziyade, çalıştırılacak antrenör veya teknik adamın mesleki bilgi ve deneyiminin daha önemli olması, çalışma döneminin teknik adamın sezondaki başarısı ve performansına göre uzatılması veya sona erdirilmesi, teknik direktörlük sözleşmelerinin spor dallarındaki müsabaka sezonlarına göre belirlenip düzenlenmesini zorunlu kılmaktadır. Buna göre, antrenörlerin yaptığı iş itibariyle sezonluk çalışma hususu bizatihi objektif neden olmakta ve üst üste yapılmış olsa dahi bu özelliği değişmemektedir.
Somut olayda; davacı, davalı … Büyükşehir Belediyesi Gençlik ve Spor Klubü Derneğinde 07.03.2012-30.06.2012, 01.07.2012-30.06.2013, 01.07.2013-30.06.2014 tarihleri arasında, teknik adam sözleşmelerine istinaden atletizm antrenörü olarak çalışmıştır. Taraflar kendi iradeleri ile bu sözleşmeleri imzalamış olup sözleşmelerin baskı ile imzalatıldığı iddia ve ispatı bulunmamaktadır. Şu halde davacının sözleşmenin sona erdiği tarih itibariyle belirli süreli iş sözleşmesiyle çalıştığının kabul edilerek ihbar tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir..”

Kararın belirli süreli olarak yapılan antrenör ve teknik adam çalıştırılması hakkında yapılan belirli süreli sözleşmelerin zincirleme olarak yapılsa dahi yine belirli süreli sayılacağı hakkında emsal teşkil ettiğini söyleyebiliriz.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

spor hukuku avukat

Spor hukuku spor avukatı

ileavukatadmin

Kiralanarak başka bir spor kulübüne bonservisi verilen sporcu, kulübe geri dönmemesi halinde sözleşmesel ilişkinin sona ermesi sebebiyle zararlardan sorumlu olmaz.

Yargıtayın 13. Hukuk Dairesinin 2019/1334 K. sayılı kararı bir başka kulübe kiralanarak tüm sporcu haklarının geçici olarak bir başka kulübe devredilmesi halinde, sürenin sonunda sporcunun tekrar aynı kulübe dönmemesi halinde kiralayan spor kulübünün sporcudan zararını talep edemeyeceğini belirtmiştir.

Anılan kararda ilgili kısım şu şekilde ifade edilmiştir;

“Mahkemece, dosyaya kazandırılan bilirkişi görüşü de benimsenerek, davalının … Spor Kulübüne transfer edilmesi ve bonservisinin davacı … kulübüne geri verilmemesi hususlarında söz sahibi olmayan, olması halinde sözleşmesel ilişkinin sona ermesi sebebiyle mecburiyeti bulunmayan davalının, zarara uğramış olsa dahi davacının zararlarından mesul tutulamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına davacının tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir..”

Kararda her ne kadar sporcunun geçici suretle bir başka spor kulübüne kiralandığının taraflar arasında kabul edilmiş olduğu anlaşılsa da, bu durumda sporcunun spor kulübü ile sözleşmesel ilişkisinin sona ermiş olması sebebiyle mecburiyetinin bulunmadığı belirtilmiştir. Yerel mahkeme bu gerekçe ile spor kulübünün uğramış olduğu zararın tazmini talebini reddetmiş, Yargıtay 13. hukuk dairesi de bu kararı onamıştır.

Av. Fatma Tuğçe Bilgin

Spor hukuku avukat

ileavukatadmin

KAMULAŞTIRMA DAVASI, KISMEN KAMULAŞTIRMA

İdare ihtiyaç duyduğu bir taşınmazın tamamını veya ihtiyaç duyduğu bir kısmını kamulaştırma kanunu hükümleri uyarınca kamulaştırabilir. Kamulaştırma hukuku hükümleri uygulanır.

İdarenin kısmen kamulaştırdığı taşınmazın, kamulaştırılmayan kısmında bir değer artışı veya azalışı olmadığı takdirde kamulaştırılan kısmın değeri, tamamına takdir edilenden kamulaştırılan kısma düzen orandadır.

Kısmen kamulaştırmada kamulaştırılmayan kısmın değeri, kamulaştırma işlemi sebebiyle menfi etkilenmişse, değerinde azalma meydana gelmişse kısmi kamulaştırma değerine, kamulaştırılmayan kısmın değer kaybı da eklenir. Kamulaştırma bedelinin tespiti davasında bu hesaplamalar teknik bilirkişiler tarafından yapılır.

Bir Yargıtay kararında da bu husus;

“Bu noktada, arta kalan kısımda değer kaybı belirlenirken, değer kaybının kamulaştırmadan kaynaklanması ve taşınmaz malın kamulaştırmadan önceki ve sonraki durumlarının bilirkişilerce göz önünde tutulması ve kamulaştırmanın menfi etkisinin oranının açıklanması gerekir.”

Kısmen kamulaştırma sebebiyle kamulaştırılmayan kısmın değeri aynı şekilde artmış da olabilir. Bu duruma, kamulaştırılan kısma metro giriş çıkışı yapılması sebebiyle kamulaştırılmayan kısmın değerinin artması örnek gösterilebilir. kamulaştırma nedeniyle artış meydana geldiği takdirde de, artan değer tespit edilerek kamulaştırılan kısmın değerinden çıkarılarak kamulaştırma bedeli tespit edilir.

Kamulaştırma davasında kamulaştırma avukatı ile beraber çalışılması, teknik hesaplamalarda olası hatalara itiraz açısından da önem taşımaktadır.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

ileavukatadmin

Kamu Kurumları ve Tüzelkişileri Arasında Taşınmaz Mal Devri

Kamulaştırma işlemi kamu tarafından, özel mülkiyette olan gayrimenkuller üzerinde yapılabilir. Bir kamu kurumunun başka bir kamu kurumu mülkiyetinde bulunan taşınmaza kamulaştırma yapması mümkün değildir. Bu durumda Kamulaştırma Kanunu’nun 30. maddesi uygulanma alanı bulacaktır.

Kamu kurum ve tüzel kişileri arasında gayrimenkul ihtiyacı sebebiyle meydana gelen işlemlerde de yine kamulaştırma davasına hakim, ilgili idareyi temsil eden kamulaştırma davası avukatından destek alınmalıdır.

Kamulaştırma kanunu 30. maddesi uyarınca;

Başka bir idareye ait taşınmaz mala ihtiyaç duyan idarenin söz konusu taşınmaza bedel tespiti yaparak, malik olan idareye yazılı olarak başvuru yapması gerekmektedir. Mal sahibi olan idare bu başvuyu reddeder veya 60 gün içinde cevap vermezse, alıcı olan idarenin Danıştay’a başvurması gerekir. Danıştay bu konuyu kesin karara bağlar.

Danıştay’ın devre ilişkin kararının akabinde bedelde anlaşma sağlanamaz ise, alıcı idarenin kamulaştırma kanunu 10. maddesi uyarınca bedel tespiti için mahkemeye başvurması gerekir.

Kamulaştırma kanunu 30. maddesi uyarınca devir alınan taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkı, sahibinden kamulaştırma yolu ile alınmış sayılır ve devir amacı veya devreden idarenin izni dışında başkaca bir kamusal amaçla kullanılmasına izin verilmemektedir. Bu hükme aykırı olarak kullanılması halinde devreden idare, Kamulaştırma kanununun 23 üncü maddesine göre taşınmaz malı geri alabilir.

kamulaştırma hukuku kamulaştırma davası, kamulaştırma avukatı..

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

ileavukatadmin

MALPRAKTİS DAVALARI..

Sağlık hukukunda malpraktis davalarının anlaşılabilmesi için, endikasyon, komlikasyon, malpraktis kavramlarının da anlaşılması gerekmektedir.

MALPRAKTİS NEDİR?

Malpraktis kısaca hatalı hekim uygulaması, doktor hatası olarak tanımlanabilir. Hekimin teşhis, tedavi veya tıbbi müdahale sırasında dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışları sonucunda malpraktis ortaya çıkabilmektedir.

ENDİKASYON NEDİR?

Tibbi müdahalenin yapılabilmesi için tıbbi gereklilik şarttır. Aksi halde tıbbi müdahale hukuka aykırı olur ve hukuki sorumluluk doğurur. Endikasyon kısaca, tıbbi müdahalenin yapılabilmesi için gerekli olan gerekçedir. Endikasyon kavramının hekim veya hasta tarafından genişletildiği görülmektedir.

Endikasyonun türleri vardır. Tıbbi endikasyon, tıbben gerekliliktir. Bir tıbbi müdahalenin yapılabilmesi için tıbben bir gereklilik bulunmaktadır. Örneğin kalp yetmezliği yaşayan bir hastaya kalp pili takılması için yapılacak tıbbi müdahalede tıbbi endikasyon bulunmaktadır.

Sosyal endikasyon ise, tıbben bir gereklilik olmamasına rağmen, sosyal gerekçelerle bir tıbbi müdahalenin gerekli ve hukuka uygun görülmesi halidir.Bu duruma örnek olarak islam toplumlarında sünnet geleneği örnek gösterilebilir.

Bir de psikolojik endikasyon türü vardır ki, bu duruma da estetik operasyonları örnek gösterilebilir. LüKişinin kendisini psikolojik olarak daha iyi hissedebilmek için, sözkonsu tıbbi müdahaleye gereklilik duymasıdır. Hukukumuz estetik müdahalelere de bu gerekçe ile izin vermektedir.

Bahsetmiş olduğumuz endikasyon türlerinden birinin bulunmaması halinde, tıbbi müdahale hukuka uygun olamaz. Bu durumda da malpraktis davaları gündeme gelecektir. Malpraktis davalarında sağlık hukuku avukatı malpraktis davası avukatının desteği önem taşımaktadır.

KOMPLİKASYON NEDİR?

Komplikasyon Yargıtay kararlarındaki tanımı ile; tıbbi girişim sırasında öngörülmeyen, öngörülse bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuçtur. Komplikasyon ile malpraktis kavramlarınını birbirinden ayrılması önem taşımaktadır. Zira bu ayrıma göre kusurdan, hukuka aykırılıktan ve tazminat davasından söz edilebilecektir.

Hekimin tıbbi müdahale sırasında gerekli özen ve dikkat yükümünü yerine getirmiş olması, gerekli önlemleri almış olmasına rağmen istenmeyen sonucu önleyememiş olması halinde hekimin kusurlu olduğu söylenmez. Bu durum bir komlikasyon olarak kabul edilir ve hukuki sorumluluk doğmaz.

Malpraktis davaları ise bir kusur sorumluluğudur. Malpraktis davası ile hekimin, hastanenin veya idarenin sorumluluğuna gidilebilmesi için bir kusur sorumluluğu olmalıdır. Hekimin teşhis, tedavi ve tıbbi müdahale esnasında gerekli önlemleri almamış olması, dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmemesi maddi ve manevi tazminat olarak sorumluluğun yanında, hekimin cezai sorumluluğunu da gündeme getirecektir.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

ileavukatadmin

TRAFİK KAZALARINDA TEDAVİ GİDERLERİNDEN SGK SORUMLUDUR.

13/2/2011 tarihli 6111 sayılı kanunla Karayolları Trafik Kanunu 98.maddesinde yapılan değişiklik ile birlikte, trafik kazalarından kaynaklanan tedavi giderleri SGK’nın sorumluluğuna girmiştir.İlgili madde fıkrası şu şekildedir;
“Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır.”
SGK’nın sorumluluğunda olması için, tedavi giderlerinin belgeli olması gerekmektedir. Belgesiz olan tedavi giderlerinden sigorta şirketinin de, işleten ve sürücünün de sorumlulukları devam etmektedir. Bu sebeple; trafik kazası sebebiyle açılacak tazminat davalarında, alacak kalemlerinden SGK’nın sorumluluğunda olanları sağlıklı bir şekilde ayırt etmek önem taşımaktadır. Sigorta şirketinin, işletenin ve sürücünün belgesiz tedavi giderleri dışında, diğer maddi ve manevi zararlardan sorumluluğu devam etmektedir. Sigorta poliçesinde manevi tazminat klozu bulunmuyorsa, bu zarardan işleten ve sürücü sorumlu olacak, sigorta şirketinin sorumluluğu doğmayacaktır.
Trafik kazası sebebiyle uğranılan zararların tazmini için, tazminat hukukunda uzman bir avukat desteği alınmasında fayda vardır.

Trafik kazası sebebiyle tazminat davaları hakkında..


Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

ileavukatadmin

BELEDİYE SPOR KULÜPLERİNİN BORÇLARINDAN, ARALARINDA ORGANİK BAĞ BULUNMASI SEBEBİYLE BELEDİYELER DE BİZZAT SORUMLUDUR

Belediye spor kulüpleri ile belediye arasında doğrudan organik bağ bulunduğu kabul edilmektedir. Aralarında organik bağ olan tüzel kişiler birbirlerinin borçlarından bizzat sorumludur. Yani bir tüzel kişiden tahsil edilemeyen alacak, aralarında organik bağ olduğu ispat edilen diğer tüzel kişiden de talep edilebilmektedir. Ödenmeyen sporcu alacaklarının belediye spor kulübünün tüzel kişiliğinin sona ermesi halinde, kimden talep edilebileceği sorunu ortaya çıkmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27.06.2018 tarihli kararı ile, belediye spor kulüpleri ile belediye arasında organik bağ bulunduğunu, dolayısıyla spor kulübünün ödemediği sporcu alacağından belediyenin de sorumlu olduğunu belirtmiştir.

“Spor kulübü iktisadi işletmesi Çankaya Belediye Başkanlığına ait olup, davalı spor kulübü de diğer davalı … Başkanlığının denetiminde kurulmuştur. Spor kulübünün işletilmesi ve yönetimi belediye başkanlığının tasarrufundadır. Bu nedenle … ile … Derneği arasında organik bağ bulunduğu anlaşılmakta olup, sözleşmede kararlaştırılan ücretin ödenmesinden davalı belediyenin de sorumlu olduğunun kabulü gerekir.”

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun vermiş olduğu kararda, olay her ne kadar sporcu alacağına ilişkin olsa da, belediye spor kulüpleri ile belediye arasında organik bağ bulunduğu kabul edilmiştir. Bu tespit spor kulüplerinin tüm borçları açısından belediyelerin bizzat sorumluluğuna gidilebileceğini göstermektedir. Hukuk Genel Kurulu Kararı bu yönüyle de önem taşımaktadır.

İlgili davada ilk derece mahkemesi ‘belediye başkanlığının sorumlu olmayacağı ve davanın reddi’ yönünde karar vermesi üzerine, karar temyiz edilmiştir. Yargıtay ilgili dairesi spor hukuku ve sporcu alacakları bakımından örnek teşkil edecek biçimde belediye spor kulüpleri ile belediye başkanlığının arasında organik bağ bulunduğuna, dolayısıyla belediyenin de ödenmeyen sporcu alacağından sorumlu olacağına kara vererek yerel mahkeme kararını bozmuştur. Yerel mahkemenin direnme kararı vermesi üzerine, dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun önüne gelmiş ve kurul da Yargıtay ilgili dairesi kararı doğrultusunda ‘belediye spor kulüpleri ile belediye arasında organik bağ bulunduğu’ yönünde önemli bir karar vermiştir. Bu karar spor hukuku ve spor kulüplerinden tahsil edilemeyen sporcu alacaklarının tahsili açısından emsal teşkil edecek önemli bir karardır.

Arabulucu Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

İlgili davalarda spor avukatı spor hukuku avukatı ile birlikte çalışılmasını tavsiye deriz.

ileavukatadmin

ULUSLARARASI SPOR TAHKİM MAHKEMESİ’NİN (CAS) TRABZONSPOR KARARI

Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) Trabzonspor kulübünün başvurusunu uyuşmazlığın tarafı olmadığı gerekçesi ile reddetti. Trabzonspor Kulübünün Cas’a yaptığı başvuru konusu, 2010/2011 sezonunda şampiyon olan Fenerbahçe spor kulübünün şike skandalları ile başlayıp, uzun süreli bir hukuk mücadelesinin ardından Cas’ın red kararı ile sonuçlandı.

2010/2011 Türkiye Futbol Süper Liginde Fenerbahçe şampiyon, Trabzonspor kulübü ise ikinci olmuştu. Devam eden süreçte Fenerbahçe spor kulübünde şike olayları ortaya çıkmış ve gündem oluşturmuştu. TFF tarafından Fenerbahçe spor kulübü yöneticilerinin şike eylemleri kişisel değerlendirilmiş ve kulüple ilişkilendirilmemişti.

2010/2011 sezonu Süper Ligde 2. olan Trabzon spor kulübü TFF’nin kararı üzerine sırasıyla FIFA Disiplin Kuruluna ve Temyiz kuruluna başvuru yapmış, şike olayları sebebiyle Fenerbahçe’nin küme düşürülmesini ve şampiyonluğun Trabzonspor kulübüne verilmesini talep etmişti. Trabzonspor kulübü, bu başvuruları sonucunda FIFA bilgilendirme mektupları ile, ilk derece makamı önündeki uyuşmazlıkta taraf olmadığı (uyuşmazlığın TFF ve Fenerbahçe spor kulübü arasında olduğu) hakkında bilgilendirilmişti.

FIFA’ya yaptığı başvurudan sonuç alamayan Trabzonspor kulübü CAS’a başvuru yapmış ancak, CAS da yine FIFA’nın kararına atıf yaparak ‘taraf olmadığı’ gerekçesiyle başvurunun reddine karar vermiştir.

Kararın orijinaline  https://www.tas-cas.org/en/general-information/news-detail/article/cas-dismisses-the-appeal-of-turkish-football-club-trabzonspor-kuluebue-dernegi-2.html  web sitesinden ulaşabilirsiniz.

Av. Fatma Tuğçe BİLGİN

Spor avukat ile iletişime geçebilirsiniz.

ileavukatadmin

MESAFELİ SATIŞ SÖZLEŞMESİ VE CAYMA HAKKI

Mesafeli satış sözleşmesi, internet üzerinden yapılan e-ticaret sözleşmelerini de kapsamına alan, e-ticaret sözleşmelerinden daha geniş, telefon, faks, mesaj vs. uzaktan iletişim araçlarıyla da taraflar bir araya gelmeksizin kurulabilen sözleşmelerdir.

Mesafeli satış sözleşmelerinin bir tarafı tüketicidir, bu sebeple bu sözleşme türü Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında tüketicileri koruyucu hükümlerle beraber düzenlenmiştir.

Satıcı ve sağlayıcının sözleşmenin kurulmasından önce tüketiciye ön bilgilendirme yapmış olmalıdır. Ö bilgilendirme kapsamında tüketiciye yapılması gereken bilgilendirmeler: Mal ve hizmetin temel nitelikleri, satıcı ve sağlayıcının adı soyadı, firma ise ticari ünvanı, mersis numarası, iletişim bilgileri, satılan mal veya hizmetin vergilerle beraber toplam maliyeti, nakliye bedeli, cayma hakkının olduğu, cayma hakkını kullanma süresi, usulü ve iade için taşıyıcıya ait bilgiler, cayma bildiriminin yapılacağı iletişim bilgileri, cayma hakkını hangi hallerde kullanamayacağı, uyuşmazlık halinde tüketicilerin Tüketici Mahkemeleri veya Tüketici Hakem Heyetlerine başvurabileceklerine dair bilgilendirmelerdir.

Satıcı veya sağlayıcı ön bilgilendirmeyi kullanılan iletişim aracına uygun şekilde en az on iki punto büyüklüğünde, yazılı olarak veya kalıcı veri saklayıcısı ile yapması gerekmektedir. Zira ispat yükü de yine satıcı ve sağlayıca ait bir sorumluluktur.

Kalıcı veri saklayıcısı nedir? Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliği’nde “Tüketicinin gönderdiği veya kendisine gönderilen bilgiyi, bu bilginin amacına uygun olarak makul bir süre incelemesine elverecek şekilde kaydedilmesini ve değiştirilmeden kopyalanmasını sağlayan ve bu bilgiye aynen ulaşılmasına imkan veren kısa mesaj, elektronik posta, internet, disk, CD, DVD, hafıza kartı ve benzeri her türlü araç veya ortamı” olarak tanımlanmıştır.

Mesafeli satış sözleşmelerinde cayma hakkının kapsamı nedir?

Tüketici, 14 gün içinde hiçbir gerekçe göstermeksizin ve herhangi bir cezai bedel ödemeksizin sözleşmeden cayma hakkına sahiptir. Bu on dört günlük sürenin ne zaman sona erer? Satın alınan hizmet ise, 14 günlük süre sözleşmenin yapıldığı gün başlar. Satın alınan mal ise, cayma hakkına ilişkin 14 günlük süre malın tüketiciye veya tüketicinin teslim edilmesini talep ettiği 3. kişiye teslim edildiği tarihte başlar. Eğer mesafeli sözleşme ile birden fazla mal satın alınmış ise, yine cayma süresi son malın teslim edildiği gün başlar.

Aynı zamanda mal ve hizmet beraber alınmış ise, cayma süresinin başlangıcı mal teslimine ilişkin cayma hakkı hükümlere göre belirlenir.

Tüketici cayma hakkını nasıl kullanacak?

Tüketici, cayma hakkını kullandığına dair bildirimi süresi içinde, yazılı olarak veya kalıcı veri saklayıcısı ile satıcı veya sağlayıcıya iletmelidir.

İnternet üzerinden satış yapan bazı firmalar sitelerinde cayma hakkının kullanımına ilişkin bir cayma formu da bulundurmakta veya satılan ürünün paketinin içinde tüketiciye ulaştırmaktadır.

Cayma hakkının kullanılması üzerine, satıcı/sağlayıcı cayma beyanının kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç 14 gün içinde malın bedelini nakliye masrafları ile beraber herhangi bir kesinti uygulamaksızın tek seferde tüketiciye iade etmelidir.

Cayma hakkının uygulanmadığı durumlar da Mesafeli Sözleşmeler Yönertmeliği’nin 15. maddesinde düzenlenmiştir.

Cayma hakkının istisnaları

MADDE 15 – (1) Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça, tüketici aşağıdaki sözleşmelerde cayma hakkını kullanamaz:

a) Fiyatı finansal piyasalardaki dalgalanmalara bağlı olarak değişen ve satıcı veya sağlayıcının kontrolünde olmayan mal veya hizmetlere ilişkin sözleşmeler.

b) Tüketicinin istekleri veya kişisel ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanan mallara ilişkin sözleşmeler.

c) Çabuk bozulabilen veya son kullanma tarihi geçebilecek malların teslimine ilişkin sözleşmeler.

ç) Tesliminden sonra ambalaj, bant, mühür, paket gibi koruyucu unsurları açılmış olan mallardan; iadesi sağlık ve hijyen açısından uygun olmayanların teslimine ilişkin sözleşmeler.

d) Tesliminden sonra başka ürünlerle karışan ve doğası gereği ayrıştırılması mümkün olmayan mallara ilişkin sözleşmeler.

e) Malın tesliminden sonra ambalaj, bant, mühür, paket gibi koruyucu unsurları açılmış olması halinde maddi ortamda sunulan kitap, dijital içerik ve bilgisayar sarf malzemelerine ilişkin sözleşmeler.

f) Abonelik sözleşmesi kapsamında sağlananlar dışında, gazete ve dergi gibi süreli yayınların teslimine ilişkin sözleşmeler.

g) Belirli bir tarihte veya dönemde yapılması gereken, konaklama, eşya taşıma, araba kiralama, yiyecek-içecek tedariki ve eğlence veya dinlenme amacıyla yapılan boş zamanın değerlendirilmesine ilişkin sözleşmeler.

ğ) Elektronik ortamda anında ifa edilen hizmetler veya tüketiciye anında teslim edilen gayrimaddi mallara ilişkin sözleşmeler.

h) Cayma hakkı süresi sona ermeden önce, tüketicinin onayı ile ifasına başlanan hizmetlere ilişkin sözleşmeler.

ileavukatadmin

GÜVEN DAMGASI NEDİR?

Gümrük Ve Ticaret Bakanlığı tarafından çıkarılan ve 06.06.2017 tarihinde resmi gazetede yayınlanan 30088 sayılı tebliğ ile Güven Damgası ticaret hayatına girmiştir.

Güven Damgası ilgili tebliğde; ‘Bu tebliğde öngörülen asgari güvenlik ve hizmet kalitesi standartlarına uyan hizmet sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcıya verilen elektronik işareti’ olarak tanımlanmıştır.

Güven damgası, Güven Damgası Sağlayıcısı tarafından tebliğde belirlenen standartlara uyan e-ticaret yapan internet sitelerine verilmektedir. Ticaret Bakanlığı, Türkiye’deki güven damgası sağlayıcısı olarak yalnızca Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ni yetkilendirmiştir.  https://www.guvendamgasi.org.tr/

Güven damgası alma şartları Tebliğ’in 5. maddesinde düzenlenmiştir.

Güven damgası alma şartları:

MADDE 5 – (1) Güven damgası almak isteyen hizmet sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcı asgari olarak aşağıdaki standartlara uyar:

a) Kişisel veri ve ödeme bilgisi içeren her türlü işlemin internet sitesi ve mobil sitede EV SSL, uygulamada SSL ile gerçekleştirilmesini sağlar.

b) Güven damgası başvurusunda bulunmadan en fazla üç ay önce ve her takvim yılı içinde en az bir defa, Türk Standardları Enstitüsü tarafından onaylı A veya B sınıfı sızma testi firmalarına sızma testi yaptırarak gerekli önlemleri alır ve bu önlemleri aldığına ilişkin doğrulama testi yaptırır.

c) 23/2/2006 tarihli ve 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanununa, 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanuna, 20/6/2013 tarihli ve 6493 sayılı Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanuna, 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna, 23/10/2014 tarihli ve 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna, 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununa ve bu kanunların ikincil düzenlemeleri ile elektronik ticaret ortamında satışı yasak olan ya da şarta bağlanan ürünlere ilişkin düzenleme ve idari kararlara uygun süreçler tasarlar.

ç) Elektronik ticaret ortamında çocukların fiziksel, zihinsel, ahlaki, psikolojik ve toplumsal gelişim özelliklerini olumsuz yönde etkileyebilecek içeriğe yönelik tedbirleri alır.

d) Elektronik ticarete konu malın stok bilgisi, içeriği, malzemesi, ölçüleri gibi özelliklerine, kullanımına ve varsa garantisine, teknik desteğine ve bunların kim tarafından sağlanacağına ilişkin detaylar ile gerçek boyutlarının anlaşılmasını mümkün kılan görselleri, tedarik, kargo ve teslimat süresi gibi hususları, sipariş alıcıya teslim edilinceye kadar siparişin durumu hakkında gerekli bilgileri ve kargo takip imkânını sunar ya da sunulmasına olanak sağlar.

e) Elektronik ticarete konu hizmetin kim tarafından sağlanacağı, kapsamı ve süresi gibi bilgileri sunar ya da sunulmasına olanak sağlar.

f) Bu fıkranın (d) ve (e) bentlerine ilişkin taahhütlerine uygun hareket eder.

g) Alıcının siparişi hakkında bilgi alabilmesi, talep ve şikâyetlerini internet tabanlı iletişim yöntemlerinden en az biri ve telefon aracılığıyla iletebilmesi için müşteri hizmetleriyle iletişim imkânı sunar. Talep ve şikâyetlerin etkin bir şekilde yönetilmesini, sonuçlandırılmasını ve konuya ilişkin alıcının bilgilendirilmesini sağlar.

(2) Güven damgası almak isteyen hizmet sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcının gerçek kişi olması halinde kendisinin ve yetkili temsilcisinin, tüzel kişi olması halinde ise yöneticilerinin ve yetkili temsilcilerinin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, kaçakçılık veya bilişim suçlarından mahkûm olmaması gerekir.

(3) Güven damgası almak isteyen hizmet sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcı iflas etmiş ise itibarın iadesinin sağlanmış olması gerekir.

Güven damgası aldıktan sonra da şartları taşımaya devam edip etmediğine ilişkin denetlemeler yapılabilmekte ve tebliğe aykırılık halinde askıya alınması ve iptali söz konusu olabilmektedir.

Ümraniye de avukat, Ümraniyede avukat, Av. Fatma Tuğçe Bilgin Avukat

ileavukatadmin

Aydınlatılmış onam nedir?

Tibbi müdahalenin hukuka uygun olması için bulunması gereken zorunlu unsurlardandır. Aydınlatılmış onam ile hukukun korumak istediği kişilerin vücut bütünlüğü ve dokunulmazlığıdır. Aydınlatılmış onam, hastayı teşhis, tedavi ve riskleri hakkında yeteri kadar bilgilendirerek tibbi müdahale için onayının alınmasıdır. Bilgilendirmenin hastanın kendisine yapılması gerekir. Hasta kendisinden bir başka kişinin bilgilendirilmesini talep etmesi halinde o kişi bilgilendirilir. Ancak hastanın bu talebinin yazılı ve imzalı olarak alınması gerekir. Hasta hakları yönetmeliği bilgilendirmenin acil durumlar haricinde makul süre içinde yapılması gerektiğini düzenlemiştir. Makul süre ile hastanın düşünme ve karar vermesine zaman tanınmak istenmiştir. 

Hastanın onayı alınmaksızın tıbbi müdahalede bulunulamaz, onat alınmaksızın yapılan tıbbi müdahaleler hukuka aykırı olmakla, hekimin sorumluluğuna yol açar.

Kural olarak rıza hastanın kendisinden alınır. Hastanın tam ehliyetli ve sınırlı ehliyetli olduğu durumlarda bu kural geçerlidir, ancak istisnaları vardır. Hasta sınırlı ehliyetsiz ise; yani ergin değil ya da kısıtlı ama ayırt etme gücüne sahipse, onay hastanın veli ya da vasisinden alınır, ancak hasta da mutlaka sürece dahil edilir. Hastanın ayırt etme gücünün yerinde olmadığı durumlarda da rıza vasiden alınır, hasta da mümkün olduğunca sürece dahil etmeye çalışılır.

Rızanın alındığını ispat külfeti tıbbi müdahaleyi yapan  hekimin  sorumluluğundadır. Genel olarak yazılı olarak alınma zorunluluğu yoktur ancak; hata hakları yönetmeliği, uyuşmazlığa mahal vermesi tıbben muhtemel görülen tıbbi müdahaleler için rıza formunun doldurulacağını düzenlemiştir. Her türlü tıbbi müdahale uyuşmazlığa konu olabileceği için, uygulamada rıza yazılı olarak alınmaktadır.

Acil durumlarda ise hastanın rızasının olduğu varsayılarak yapılan tıbbi müdahalenin hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir.

Hasta hakları avukatı, hastane avukatı, sağlık hukuku avukatı Ümraniye de avukat, ümraniyede avukat ile iletişime geçiniz. Av. Fatma Tuğçe Bilgin