Çekişmeli boşanma davası anlaşmalı boşanmaya göre çok daha uzun, masraflı ve taraflar açısından yorucu bir süreçtir. Tarafların aralarında imzaladıkları boşanma protokolü ile anlaşılan hususlarda boşanmaya karar verilmesi talebi ile anlaşmalı boşanma davası açılabilir. Anlaşmalı olarak boşanmaya karar verilmesi için tarafların evliliğe bağlı tüm hususlarda anlaşmış olması gerekmektedir. Çekişmeli boşanma avukatı hukuki süreci yürütür.
Taraflardan birinin protokol hazırlama esnasında anlaştığı hususlardan duruşma anında vazgeçmesi mümkündür. Her ne kadar protokolü imzalamış olsa da, taraflardan birinin duruşmada protokolü kabul etmediğini veya boşanmak istemediğini beyan etmesi durumunda anlaşmalı boşamaya karar verilemez. Bu aşamadan sonra anlaşmalı olarak açılan boşanma davası çekişmeli boşanma davasına dönüşür.
Boşanma davasının imzalanmış olan boşanma protokolüne istinaden açılması durumunda, taraflar genellikle boşanma sebebi olarak başkaca hukuki sebebe ve hukuki delillere dayanmamaktadır. Bu durumda dava dilekçesinde başkaca boşanma sebebinin belirtilmemiş ve delil gösterilmemiş olması, çekişmeli hale gelen davanın reddine karar verilmesine sebep olur mu?
Boşanma protokolüne istinaden açılmış olan boşanma davasında dava dilekçesinde başkaca hukuki sebebe veya hukuki delile dayanılmamış olması seçilen boşanma yolunun olağan bir sonucudur. Zira tarafların anlaşarak boşanmaya karar vermelerinde çekilme yaşamak istememeleri de etkili olmaktadır. Bu durumda çekişmeli boşanma avukatı tarafların çekişmeli olarak açılan davasını anlaşmalıya çevirebilir. Tarafların imzalayacağı protokol ile süreç mahkemede sona erdirilir.
Anlaşmalı olarak açılan boşanma davasının sonradan çekişmeli hale gelmesi durumunda, mahkeme tarafından taraflara iddia ve savunmalarını, delillerini sunma imkanı verilmesi gerekmektedir.
Çekişmeli boşanma davaları en yaygın zina, evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebepleriyle açılmaktadır. Hayata kast, kötü muamele, suç işleme haysiyetsiz hayat sürme ve terk sebepleriyle de boşanma avukatı tarafından dava açılabilmektedir.
http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/
“Davalı ile boşanma ve fer’i sonuçlarında anlaştıklarını belirterek boşanma davası açan davacının, dava dilekçesinde, boşanma sebebini göstermesi ve geçimsizliğin dayandığı vakıaları bildirmesi gerekmediği gibi, böyle bir sebep bildirmiş olsa bile bunun hangi delillerle ispat edileceğine ilişkin bir delil bildirmesi de gerekmez. Çünkü davayı açarken anlaşmalı boşanma kararı verileceğine ilişkin bir beklentisi vardır.
Bu beklenti sebebiyle boşanma sebebini göstermemiş ve uyuşmazlık çıkmayacağı inancıyla delil bildirmemiştir. Bu bakımdan, “anlaşmalı boşanma” talebiyle yapılan bir başvuru dilekçesinin içeriğinde Hukuk Muhakemeleri Kanununun 119. maddesinin ( 1. ) fıkrasının ( e ) ve ( f ) bentlerindeki hususların aranması doğru ve gerçekçi bir yaklaşım değildir.
Açıklanan hususlardaki gereklilik, anlaşmalı boşanma kararı verilmesinin mümkün bulunmadığının anlaşılmasından sonra söz konusu olabilir. Mahkemece; ön inceleme duruşmasının tensiple 09.09.2013 günü yapılmasına karar verilmiş, tarafların birlikte başvurarak, “duruşmanın erken bir tarihe alınmasını” talep etmeleri üzerine, 15.07.2013 günü ön inceleme için duruşma açılmış, bu duruşmada davalı, boşanmak istemediğini bildirerek davaya karşı çıkmıştır.
Bunun üzerine mahkeme tarafların “barışma ve evliliği devam ettirme ihtimalini” görerek, bu sebeple ön inceleme duruşmasını bir defaya mahsus olmak üzere ertelemiş 09.09.2013 tarihli oturumda da delil bildirme imkanı tanımadan davayı yukarıdaki gerekçe ile reddetmiştir. Davalının anlaşmalı boşanma talebine karşı çıkmasıyla dava kendiliğinden çekişmeli hale gelmiştir.
Böyle bir durumda, taraflara iddia ve savunmaları çerçevesinde delil gösterme ve sunma imkanı tanınmalı, göstermeleri halinde delilleri toplanmalı Türk Medeni Kanununun 166. maddesinin ( 1. ) ve ( 2. ) fıkralarına göre değerlendirilerek sonuca gidilmelidir. Böyle yapılmadan, yazılı gerekçe ve eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.” https://www.emsal.co/anlasmali-bosanmanin-durusmada-davali-tarafindan-kabul-edilmemesi/
Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN
Türk Medeni Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca, haklı bir sebebe dayanmak kaydıyla, adın değiştirilmesi hâkimden istenebilir. Bu haklı sebepler, kişinin günlük hayatında başka bir ismi benimsemesi, bu ismi kullanması, aile, arkadaş ve sosyal çevresinde bu isim ile bilinip anılması gibi birçok sebep olabilir. Örneğin bir erkeğin nüfus kaydındaki isminin kadın ismini çağrıştırması veya tam tersi bir durum da isim değişikliği davasında haklı sebep olarak kabul edilebilir.
Bir kişi isminin komik bir olay veya olguyu, karakteri çağrıştırması, bu kişinin sosyal hayata uyum sağlamasını zorlaştırabilir, ruhsal sorunlara yol açabilir. Özellikle çocuklar arasında alay konusu yapılabilen bazı isimler sonradan mahkeme başvurularak değiştirilebilir. Bu gibi sebepler; isim değişikliği davasında haklı sebep olarak kabul edilebilir.
Anne ve baba çocuğun ismini kararsızlıkla koyması, sonradan beğenmemeleri veya çocuğun büyüdüğünde ismini beğenmemesi, rahatsız edici unsurların olması halinde çocuğun isminin değiştirilmesi de mümkündür. Çocuğun isminin değiştirilmesi için velayet hakkı sahibi anne ve baba beraber mahkemeye başvurarak çocuğun isminin değiştirilmesini talep edebilir.
İsmin değiştirilmesi davası 6100 sayılı HMK’nın 382/2-a-2 maddesinde çekişmesiz yargı işleri arasında düzenlenmiştir. Çekişmesiz yargı işleri HMK 383 hükmüne göre de aksine hüküm bulunmadıkça Sulh Hukuk Mahkemelerinde görülür. Ancak; Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesinin 1/a bendinde, nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davalarının düzeltmeyi isteyen şahısların yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılacağı hükme bağlanmıştır.
Ayrıca; her ne kadar çekişmesiz yargı işleri arasında düzenlenmişse de, isim değişikliği davası Nüfus Müdürlüğü’ne karşı açılmaktadır. HMK hükmünün ve Nüfus Hizmetleri Kanununun farklı hükümler (https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.5490.pdf ) barındırması sebebiyle görev yönünden isim değişikliği davasında uyuşmazlıklar doğmuş, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/12/2013 gün ve 2013/18-464 E. ve 2013/1698 K. sayılı kararı ile isim değişikliği davasında Asliye Hukuk Mahkemelerinin Görevli olduğu benimsenmiştir.
İsim değişikliği davasında isim eklenmesinin talep edilmesi, nüfus kaydının isim eklenmek suretiyle değiştirilmesi A.. B. olan isminin A. D. B. olarak değiştirilmesi de yine isim değişikliği davası kapsamında Asliye Hukuk Mahkemeleri tarafından görülmektedir. İsim ekletme, soy isim değiştirme gibi talepler de Asliye Hukuk Mahkemelerinin görev alanına girmektedir.
Teknik olarak artık değere katılma alacağı denilmektedir. Boşanma davasının açıldığı tarihte evlilikte geçerli olan mal rejimi sona erer. Boşanma davası ile birlikte veya daha sonrasında açılan bir dava ile katılma alacağının talep edilmesi mümkündür. Nedir katılma alacağı? 01.01.2002 tarihinde yeni Türk Medeni Kanunumuzun yürürlüğe girmesi ile beraber, evlilikte edinilmiş mallara katılma rejimi geçerli hale gelmiştir. Edinilmiş mallara katılma rejiminde, evlilik içinde alınmış malların artık değerinin yarısı üzerinde diğer eşin katkıda bulunduğunu ispat külfeti olmaksızın parasal hakka sahiptir. Bu hakka katılma alacağı denilmektedir.
Katılma alacağı davalarında söz konusu malların evlilik birliği içinde edinilip edinilmediği, kişisel mallardan sayılıp sayılmadığı yargılama konusuna girmektedir. Örneğin evlilik öncesinde alınmış olan bir araba kişisel eşyadır ve diğer eşin bu mal üzerinde katılma alacağı bulunmamaktadır. Keza bu tür malların evlilik içerisindeyken satılarak başka bir eşyanın alınmasında ikame değer olarak kullanılması halinde de, bu ikame edilen değer üzerinde yine diğer eşin katılma alacağı hakkı bulunmaz. Zira bu kısım kişisel mallar kapsamında kalmaya devam etmektedir. Örneğin evlilik öncesinde eşlerden birinin almış olduğu araba 100.000 TL’ye satılarak, evlilik devam ederken ev alımında peşinat olarak kullanılmış ve diğer 300.000 TL’lik kısım edinilen kazançtan ödenmiş ise, bu durumda artık değer hesaplaması yapılacaktır. Böyle bir durumda diğer eşin katılma alacağı söz konusu maldan çıkarılan kişisel değerler ve borçlardan kalan artık değer üzerinden yarı oranında söz konusu olabilecektir. Boşanma davası avukatı mal paylaşım davalarında da tarafları bu konularda bilgilendirmeli ve hukuki destek vermelidir.
Yargıtay bir kararında; ‘Katılma alacağına konu taşınmaz ve araç ile davalının kişisel malı sayılan önceki aracın satışından elde edilen paranın yeni aracın alımında kullanılıp kullanılmadığının araştırılması gerekir’ diyerek bu hususun artık değerin hesaplanmasındaki önemine vurgu yapmıştır. Kişisel mal bedelinin evlilikte edinilen malın alınmasında kullanıldığının ispatlanması gerekmektedir. Aksi halde malın değerinin tamamı üzerinden katılma alacağı hesaplanacaktır.
Katılma alacağı hesaplanırken edinilmiş mallardan kişisel mal değerlerinin ve borçların çıkarıldığını belirtmiştik. Borçlar teknik anlamda malın pasifi olarak ifade edilmektedir. Buna örnek olarak evin ödenmemiş kredi borcu gösterilebilir. Boşanma kararı ile beraber hükmedilmiş olan maddi ve manevi tazminatlar malın pasifi olarak değerlendirilemez. Bu sebeple katılma alacağı belirlenirken hükmedilen tazminat bedellerinin hesaba katılması mümkün değildir.
Boşanma davasını yöneten boşanma avukatı katılma alacağının belirlenmesinde artık değer hesabını kontrol etmesi ve teknik olarak yapılan bir hesap hatası olup olmadığını incelemesi gerekir. http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/
Yurt dışında resmi kayıtlı olarak çalışan davacı kadının gelirlerini ispatlayamaması halinde katkı ayı alacağının hakkaniyet ve fedakarlığın denkleştirilmesi kuralları gözetilerek 6098 sayılı TBK’nun 50 ve 51. maddeleri uyarınca bir miktar tazminat olarak belirlenmesi gerekmektedir. (Yargıtay 8. HD. 2013/557 E. 2013/9212 K. 13/06/2013)
Eşlerin açılan ilk boşanma davasının reddedilmesi ve bu süreçten sonra fiilen ayrı yaşanmaya başlanması halinde mal rejimi sona ermiş olmayacaktır. Eşlerin ayrı yaşadığı dönemde edinmiş olduğu mallar da bu sebeple edinilmiş mal kapsamına girmektedir. Edinilmiş mal rejiminde eşlerin katılma alacağı kanundan kaynaklanan bir haktır ve diğer eşin katkıda bulunduğunu ispatlaması gerekmemektedir. Kanundan doğan bu hak, fiilen ayrı olunan dönemde edinilen mallar için de, mal ayrılığı rejimine geçilmedikçe geçerli olacaktır. Değer artış payı alacağı ise fiilen ayrı yaşanan bir dönemde hayatın olağan akışından beklenemeyeceği için bu hususu ancak talep eden davacının ispatlaması gerekmektedir. Zira değer artış payı alacağı, katılma alacağı gibi kanundan doğan bir hak değildir ve ispatı gerekmektedir.
Nafaka alacağı boşanma davasında talep edilebileceği (boşanmanın fer’isi) gibi, ayrı bir davanın da konusu olabilir. Nafaka tedbir nafakası, iştirak ve yoksulluk nafakası olarak üçe ayrılır. Tedbir nafakası boşanma davası devam ederken, yoksulluk çeken eş ve müşterek çocuğun bakım giderleri için eşlerden biri lehine hükmedilen nafakadır. Aile mahkemesi boşanma davasında ara karar ile davacı eş ve müşterek çocuk lehine boşanma davası sonuçlanıp kesinleşinceye kadar ödenmek üzere tedbir nafakasına hükmeder. Yargılama neticesinde hükmedilen nafaka ise; eş için yoksulluk nafakası ve çocuk için iştirak nafakasıdır.
Mahkemenin nafakaya hükmetmesine rağmen nafaka yükümlüsü eşin, nafaka borcunu ödememesi halinde bu kararın icraya konularak tahsil edilmesi gerekmektedir. Nafakanın icrasında bu noktada farklılıklar bulunmaktadır. Tedbir nafakası yerleşik yargıtay içtihatlarına göre ara karar ile verilmiş olduğundan ilam niteliği taşımamakta ve ilamların icrasına konu edilememektedir. Bu sebeple tedbir nafakası ilamlı icra değil, ilamsız icra ile takibe konu edilebilir.
İlamsız icra ile aleyhine takip başlatılan nafaka borçlusu 7 günlük süre içerisinde borca itiraz edebilmektedir. Bu durumda nafaka alacaklısı için yapılması gereken, itirazın iptali davası açmaktır. Bu davada yine Aile mahkemesi görevlidir. Nafaka alacaklısının talebi halinde itirazın iptali ile beraber kötü niyetli olarak itiraz eden borçlu aleyhine icra inkar tazminatına da hükmedilmektedir.
Boşanma davasında yargılama neticesinde eş için yoksulluk nafakasına ve çocuk için de iştirak nafakasına hükmedilmişse ve nafaka borçlusu borcunun ödemekten imtina ediyorsa ne yapılmalıdır? Öncelikle; icra takibine başlamak için mahkemenin yoksulluk ve iştirak nafakası hakkındaki kararının kesinleşmesi beklenmelidir. Kararın kesinleşmesinin ardından yoksulluk ve iştirak nafakası hakkındaki karar ilamlı icra takibine konu edilebilir. Bu durumda nafaka borçlusunun itiraz etme imkanı bulunmamaktadır.
Nafaka borcunu yerine getirmeyen nafaka borçlusu hakkında, nafaka alacaklısının şikayeti üzerine İcra Ceza Mahkemesi tarafından 3 aya kadar tazyik hapsine karar verilebilmektedir.
Boşanma davası ve nafaka davaları hakkında http://fatmatugcebilgin.av.tr/iletisim/
Boşanma davası ile beraber, düğüne takılmış olan altınlar, ziynetler ve daha sonrasında da edinilmiş olan altınların iadesi gündeme gelmektedir. Düğünde takılan takıların altınların ister kadına ister erkeğe ve kim tarafından takılmış olduğu farketmeksizin kadına ait olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple boşanma halinde de kadına iade edilmesi gerekmektedir. Altınların kadına iade edilmemesi halinde boşanma davası ile beraber veya boşanma davası ile beraber talep edilmemiş ise, ayrı bir dava açılarak ziynet eşyalarının aynen iadesi talep edilebilir. Ziynet eşyalarının iadesine ilişkin davanın belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün değildir. Davanın görülmesinde avukatlık hizmeti yargılamada uygulanan usuli kurallarda hata yapılmaması için önem taşımaktadır.
Düğünde takılan takılar kimi zaman düğünden sonra düğün borçlarının ödenmesi için, kimi zaman da evlilik devam ederken koca tarafından iş kurmak veya başka bir malvarlığı dinmek için vb. sebeplerle kullanılmış olabilmektedir. Bu durumlarda da söz konusu altınların bedellerinin hesaplanarak tam olarak dava dilekçesinde belirtilmiş olması gerekmektedir. Yargıtay içtihatlarına göre bu davanın belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün değildir.
Bu sebeple; ziynet eşyalarının aynen veya bedelinin iadesi talebiyle açılacak davaların terditli talepler olarak açılabilmesi mümkün iken, bedelinin tam olarak belirtilmesi gerekmektedir.
Ziynet eşyası alacağı boşanma davasından ayrı bir dava olarak açılabileceği gibi, boşanma davasının içerisinde boşanmaya bağlı diğer, maddi manevi tazminat alacakları, nafaka alacakları gibi ayrı bir alacak kalemi olarak talep edilebilir. Ziynet eşyası alacağının boşanma davası açıldıktan sonra da ayrı bir dava açılarak ileri sürülmesi gayet tabi mümkündür. Bu sebeple; ziynet eşyası talep edilmeden açılan boşanma davası sebebiyle ziynet eşyası alacağı hakkını kaybetmiş olmaz. Bu konuda boşanma avukatından alınacak hukuki destekle beraber hareket edilmelidir.
Ziynet eşyası alacağı davasında aile mahkemeleri görevlidir. Aile mahkemelerinin kuruluş ve görevleri hakkında kanun: https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.4787.pdf
Ziynet eşyalarının karşı tarafta olduğunu ispat külfeti davacıdadır. İspat açısından her türlü delille ispatı mümkündür. Tanık delili, düğünde çekilen fotoğraf ve video kayıtları takılan altı takıların ve değerlerinin ispatı açısından delil oluşturur. Fotoğraf ve video kayıtları dijital ortamlarda saklanabilen delillerdendir, dijital içeriklerin CD içerisine ve flash belleğe kaydedilerek mahkemeye sunulması mümkündür.
Kripto para hususu da hukukumuzda yeni gelişmekte olan bir alan olmakla beraber, düğün hediyesi olarak verilen kripto para ziynet eşyası alacağı davasında ileri sürülebileceği gibi, evlilik birliği içinde alınmış olan kripto paralar mal rejimi davasının konusu olabilir. Mal rejiminin tasfiyesi hakkında : https://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/11/27/bosanmada-mal-paylasimi-mal-rejiminin-tasfiyesine-iliskin-davalar/
Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden itibaren eşler arasında başka bir mal rejimi seçilmemişse edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu kabul edilmektedir. Eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarihte sona erer.
Boşanma davasının açıldığı tarihte her ne kadar mal rejimi sona erse de, boşanmaya karar verilmesi halinde mal rejiminin tasfiyesine karar verilir. Yani; boşanma davasının açıldığı tarih itibariyle davanın sonuçlanması beklenmeksizin malların paylaşımı için, mal rejiminin tasfiyesi davası açılabilir. Ancak karar verilebilmesi için boşanmaya karar verilmiş ve bu kararın kesinleşmiş olması gerekmektedir.
Belirttiğimiz gibi mal rejiminin tasfiyesi davası boşanma davasının hemen akabinde açılabilmesi mümkündür. Peki mal rejimi davası ne zamana kadar açılabilir, zamanaşımı süresi var mı?
Mal rejimi davası 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir, 10 yıllık zamanaşımı süresi boşanma kararının kesinleştiği tarihten itibaren işlemeye başlamaktadır. Bu sebeple; boşanma kararının kesinleşmesinden 10 yıl geçtikten sonra açılan mal rejimi tasfiyesine ilişkin dava zamanaşımı itirazına uğraması halinde reddedilmektedir.
Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN
Türk Medeni Kanunu’muz evlilik birliğinde başka bir mal rejimi kabul edilmemiş ise, “edinilmiş mal rejimi” geçerli olduğunu kabuletmektedir. TMK’nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden öncesinde ise “mal ayrılığı rejimi” geçerliydi. Bu sebeple; o tarihten evvel gerçekleşmiş bulunan evliliklerde, başka bir rejim belirlenmemiş ise, 01.01.2002 tarihinden önce edinilmiş malvarlığında “mal ayrılığı” rejimi uygulanacaktır. Devam eden tarihlerde bir malvarlığı edinilmiş ise, bu malvarlıkları için de “edinilmiş mallara katılma rejimi” uygulanacaktır.
Evliliğin sona ermesi, evlilik birliği içinde edinilen malların da paylaşımını gerekirmektedir. Bu paylaşıma mal rejiminin tasfiyesi adı verilir.
Mal rejimi boşanma davasının açılması ile beraber sona erer. Bu sebeple; boşanma davasının açılmasından sonra mal rejimi davalarının da açılması mümkündür. Ancak; mal rejiminin tasfiyesine ilişkin davanın sonuçlandırılması için boşanma davasının sonucu beklenmektedir. Bu sebeple boşanma davası bekletici mesele yapılmaktadır.
Boşanma ile birlikte malvarlığının paylaşımı için; Katkı payı alacağı davası, Değer artış payı davası, Artık değere katılma alacağı davasıdır. Bu davaların açılması ve takibinde mutlaka boşanma avukatından destek alınmalı, birlikte hareket edilmelidir. Türkiye’de avukatlık mesleğinin icrasında aile hukukunda çalışan avukatlık ofisleri tarafından boşanma avukatı olarak hizmet verilebilmektedir.
Katkı payı alacağı davası nedir? 01.01.2002 tarihinden önce “mal ayrılığı rejimi” geçerli olduğundan, hukuki dayanağını yargıtay içtihatlarından alan bir dava türüdür. Bu dava türü ile 01.01.2002 tarihinden önce edinilmiş malvarlıklarında, malik olmayan eşin o malın edinilmesine, korunmasına ve değerinin artmasına ilişkin katkısı para alacağı olarak talep edilmektedir. Bu dava ile mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen mal üzerinde, malik olmayan eşin malın edinilmesi ve değerlenmesi üzerinde parasal hak talep etme imkanı olmuştur. Katkı payı malın dava tarihindeki değeri üzerinden hesaplanmaktadır.
Değer artış payı davası nedir? Bu dava türünde de yine diğer eşin edindiği malın edinilmesi, iyileştirilmesi ve korunmasına yönelik mala yaptığı katkı para olarak talep edilmektedir. Talep eden eşin bu iddiasını tanık dahil her türlü delille ispatlaması mümkündür. Bu davanın katkı payı alacağı davasından farkı, katkının malın tasfiye tarihindeki değeri yani karara en yakın tarihteki değeri üzerinden hesaplanmasıdır. Ancak; malın herhangi bir deprem, sel vb. sebeple değer kaybetmesi halinde bu hesaplama katkının başladığı tarihteki değer üzerinden yapılır.
Artık Değere Katılma Alacağı Davası Nedir? Kısaca katılma alacağı davası da dediğimiz davalıya ait artık değerin yarısı üzerinde, diğer eşin katkıda bulunduğunu ispat etmeksizin parasal hakkına ilişkin dava türüdür. Artık değer dediğimiz değer ise, eşe ait edinilmiş malların değerine denkleştirmeye tabi herhangi bir değer varsa bunun eklenmesi ve bu malvarlıklarına ait borçların çıkarılmasından sonra geriye kalan miktardır. Bu teknik hesaplamalar mahkeme tarafından uzman bilirkişilere yaptırılmaktadır.
Ergin olmayan çocuk anne ve babasının velayeti altındadır. Anne ve babanın evli olduğu hallerde velayet eşler tarafından birlikte kullanılır, çocuk anne ve babanın birlikte velayeti altındadır. Eğer anne ve baba evli değilse velayet anneye aittir. Anne veya babanın ölümü halinde ise velayet sağ kalan diğer eşe kalır.
Eşler yani anne ve baba ortak hayatı devam ettirmiyorlarsa, ayrılık veya boşanma davası söz konusu ise hakim velayeti eşlerden birine verebilmektedir. Bu durumlarda velayet kendisine verilmeyen eş lehine de çocukla belirli gün ve saatlerde kişisel ilişki kurulmasına karar verilmektedir.
Velayet davası nedir?
Velayet davası, çocuğun velayeti kendisinde olmayan eş tarafından, velayetin kendisine verilmesi istemi ile aile mahkemelerinde açılan bir aile hukuku davasıdır.
Velayetin değiştirilmesi davası ve velayetin değiştirilmesi nedenleri :
Velayetin değiştirilmesi durumu Türk Medeni Kanunu m183’te düzenelenmiştir.
Durumun değişmesi Madde 183- “Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması hâlinde hâkim, re’sen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır”
Velayetin mahkeme kararı ile anne veya babadan birine verilmesinden sonra, koşullarda değişiklik olursa TMK 183 hükmü uyarınca velayetin değiştirilmesi talep edilebilecektir.
Velayet kendisinde olan anne veya babanın başkası ile evlenmesi, velayet görevinin aksatılması, kişisel ilişki tesisinin engellenmesi, çocuğun velayet sahibinden başka bir 3. kişiye bırakılmış olması, çocuğa iyi bakılmaması, hastalık ahlak vs. gibi çocuğun menfaatinin gerektirdiği durumlarda eşlerden birinin istemi üzerine mahkeme tarafından velayetin değiştirilmesine karar verilebilmektedir.
Velayetin değiştirilmesi ve boşanma davalarında velayetin tesisine ilişkin kararlarda idrak çağında bulunan çocuğun da görüşünün dinlenmesi, menfaatine aykırı olmadıkça çocuğun isteğinin de dikkate alınması gerekir.
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 12. maddesi:
“Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar. Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.”
“Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: 26.01.2006 doğumlu müşterek çocuğun velayeti konusunda mahkeme huzurunda bizzat görüşüne başvurulmasının gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre uzman tarafından alınan beyanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. ..
..Somut olayda, velayetinin değiştirilmesi talep edilen müşterek çocuk Efe, dava tarihinde 8, karar tarihinde 10, bozma kararının verildiği tarihte ise 12 yaşında olup, müşterek çocuk davanın tüm aşamalarında idrak çağındadır. İdrak çağında olan müşterek çocuğun uzmanlar tarafından alınan beyanında hem annesi hem de babası ile olmak istediğini ifade ettiği, herhangi bir tercihte bulunmadığı belirtilmiştir. 17.06.2015 tarihli raporun sonuç kısmında da küçüğün kendi arzu ve isteklerini belirleyebilecek, bunları ifade edebilecek olgunlukta olduğu, bu nedenle çocuğun beyanlarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca dosya içerisinde bulunan ve çocuğun devam ettiği okulda görevli olan rehber öğretmen tarafından tutulan 01.06.2015 tarihli raporda da, küçüğün içe dönük ve dalgın olduğu, konuşurken bacaklarını salladığı, sorulan sorulara “hı hı” gibi net olmayan, kolayca değiştirilebilen çelişkili cevaplar verdiği hususları dile getirilmiştir. Kaldı ki, dava tarihinden itibaren küçüğün yaşadığı veya yaşamak istediği ortamı değerlendirmesine imkân verecek, dolayısıyla velayeti konusunda görüşünün alınmasını gerektirecek ölçüde uzun süre geçtiği de görülmektedir…
..
Açıklanan nedenlerle mahkemece yapılacak iş; yeterli idrak gücüne sahip olduğu kabul edilen çocuğa, kendisini doğrudan ilgilendiren velayet konusunda danışılarak, görüşünü gerekçeleriyle birlikte ifade etme olanağınınx sağlanması; ifade edeceği bu görüşün, çocuğun kendi çıkarına ters düşmediği takdirde, buna önem verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi olmalıdır.
O hâlde, aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
Aile hukuku 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunumuzun ikinci kitabı olarak düzenlenen bir alandır. Nişanlanma, evlenme, boşanma, velayet, nafaka, mal rejimleri, soy bağı, evlat edinme, vasi atama vs. aile hukuku kapsamına giren önemli konular bu başlık altında aile hukuku olarak Medeni Kanun’da düzenlenmiştir.
Boşanma davaları Medeni Kanunun 161 ile 184. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Boşanma sebepleri özel ve genel boşanma sebepleri olarak ikiye ayrılmaktadır.
Özel boşanma sebepleri; zina(TMK 161), Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış (TMK 162), Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme (TMK163), Terk (TMK 164), Akıl Hastalığı (TMK 165) olarak sayılmıştır.
Genel boşanma sebebi ise TMK’nun 166. maddesinde Evlilik birliğinin temelinden sarsılması olarak düzenlenmiştir. Bu hüküm halk arasında şiddetli geçimsizlik olarak da bilinmekte ve TMK 166. maddesine istinaden boşanma davası açılabilmektedir.
Boşanma davaları çekişmeli boşanma ve anlaşmalı boşanma olarak ikiye ayrılabilir. Anlaşmalı boşanma eşlerin boşanmaya bağlı bütün hususlarda (nafaka, tazminat, velayet, mal paylaşımı) anlaşmaya varması halinde mümkündür. Anlaşmalı olarak boşanma için evliliğin en az 1 yıl sürmüş olması gerekmektedir.
Çekişmeli boşanma tarafların boşanmaya bağlı tüm hususlarda anlaşmaya varamadığı hallerde söz konusu olur. Bir boşanma davasının çekişmeli olarak açıldıktan sonra da anlaşmaya varılması halinde anlaşmalı boşanma olarak kısa sürede sonuçlandırılması mümkündür.
http://fatmatugcebilgin.av.tr/2020/06/26/anlasmali-bosanmanin-cekismeli-hale-gelmesi/
Çekişmeli boşanmanın Türk Medeni Kanununda düzenlenen hangi boşanma sebebine dayandığı önemlidir. Zira; her boşanma sebebi farklı prosedür ve koşullara tabidir.
Boşanma sebepleri ;
Boşanma davaları yukarıda belirtmiş olduğumuz boşanma sebeplerinden birine dayanmak zorundadır. Özel boşanma sebeplerinden birinin gerçekleşmemesi halinde genel boşanma sebebine dayanılarak boşanma davası açılabilmektedir. Birden fazla özel sebebin gerçekleşmiş olması halinde birden fazla hukuki sebebe dayanılarak boşanma davası açılması mümkündür.
En iyi seçenek ise gerçekleşmiş olan özel boşanma sebebinin yanında genel boşanma sebebi olan evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine de dayanılmasıdır. Zira özel boşanma sebebinin ispatlanamaması yahut da özel şartlarının tamamıyla gerçekleşmemiş olması halinde mahkeme boşanma davasının reddine karar vermektedir. Oysa aynı zamanda TMK 166. maddesine istinaden de boşanma talep edilmişse ve mahkemede bu hususta bir kanaat oluşmuş ise, özel sebebin ispatlanamaması halinde de boşanmaya karar verilebilmektedir. Boşanma avukatı boşanma davasının hangi hukuki sebebe dayanılacağını belirler.
Aile konutu nedir? Ailenin, yani evli çift ve varsa çocuklarının birlikte yaşadığı konuttur. Aile konutu şerhi ise; eşlerden birinin, diğerinin rızası olmaksızın konut üzerinde kısıtlayıcı herhangi bir işlem yapmasını engelleyen aile hukukuna özgü bir tedbir türüdür. Aile konutuna ilişkin kanun hükümleri, ailenin kullandığı ev eşyalarını da kapsamaktadır.
Aile konutu şerhi nasıl tesis edilir? Eşlerden biri oturdukları mahallenin muhtarından alacağı ikametgah belgesi ve evlilik cüzdanı ile Tapu Sicil Müdürlüğü’ne yapacağı bir başvuru ile aile konutu şerhini tesis ettirebilir. Oturulan konutun aile konutu olduğuna ilişkin tapuya işlenen şerh, eşlerden birinin, diğerinin rızasını almaksızın yapacağı kısıtlayıcı işlemleri geçersiz kılacaktır. Bu sebeple şerh işleminin tesisi önem taşımaktadır.
Zira; tapuya aile konutu şerhi işlenmeden evvel, malik olan diğer eşin yaptığı satış veya ipotek tesisi gibi işlemler geçerli olacaktır. İyi niyetli olan 3. şahısın tapuya güvenerek yaptığı işlem hukuk tarafından korunacak, geçerli kabul edilecektir. Bunun tek istisnası ise satış, ipotek vs. işleminin diğer tarafının konutun aile konutu olduğunu bildiğinin ispatlanmasıdır. Bu durumda işlem yine geçersiz olabilecektir. Rızası olmayan eş TMK`nın 194. maddesine göre tapu iptal ve tescil davası açarak satış, ipotek vs. yapılan işlemi iptal ettirebilecektir. Rızası alınmayan eş, yapılan işleme sonradan icazet verirse işlem geçerli hale gelecektir.
Eğer aile konutu kira ise; kira sözleşmesini imzalamamış olan diğer eş, konutun aile konutu olduğunu kiralayana ihbar ederek kira sözleşmesinin tarafı haline gelebilir. Bu durumda ihbar eden eş kira sözleşmesinin tarafı olduğu gibi, kira borçlarından da eşiyle birlikte müteselsilen sorumluğu doğacaktır. Eşlerden diğerinin rızası olmadan kira kontratı feshedilemeyecek, feshedilse bile fesih geçersiz olacaktır.
Türk Medeni Kanunu aile konutu şerhi ile, eşlerin birlikte karar vermesini ve aile birlikteliği korunmayı amaçlamıştır. Fakat bazen; eşin rıza göstermemekte hiçbir haklı sebebi olmamakta ve yine eşlerden birinin mağduriyeti doğmaktadır. Kanun bu durumların önüne geçmek için gerekli düzenlemeyi de yapmıştır. Hiçbir haklı sebebi olmaksızın, satış, ipotek, kira sözleşmesinin feshi vs. gibi yapılmak istenen işleme eşlerden birinin rıza göstermemesi halinde hakimden izin alınması imkanı tanınmıştır. Hakimin izni yapılmak istenen işlem ne ise ona ilişkindir ve diğer eşin rızası olmasa da işlem geçerli olarak yapılabilecektir.
Evliliğin son bulması halinde evlilik içinde edinilen malların, paraların kimin olacağı, nasıl paylaşılacağı gündeme gelir? Bilhassa da düğünde takılan altınların nasıl paylaşılacağı, veya takıların parası ile bir eşya alınmışsa bu eşyanın kime ait olacağı sorunu ortaya çıkmaktadır. Düğünde takılan altınlar boşanma davası ile beraber ziynet alacağı davasına konu olabilmektedir.
Medeni Kanunumuz evlilikte herhangi bir mal rejiminin seçilmemiş olması halinde, edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğunu kabul etmektedir. Yani evlilik birliği içinde tarafların edinmiş oldukları tüm mallar ortaktır, paylaşıma dahildir.
Evlilik öncesinde edinilmiş olan mallar, miras kalmış olan mallar kişisel eşya sayılır. Bu sebeple edinilmiş mal rejimine dahil değildir. Yani bu tür mallar boşanma halinde eş ile paylaşılmayacaktır. Bu kişisel eşya, evlilik içindeyken satılmış ve bedeli ile başka bir eşya alınmış ise yine bu eşya da kişisel eşya sayılacaktır.
Satılan kişisel eşyanın bedeli ile müşterek olarak alınan edinilen bir eşyaya katkıda bulunulmuş ise, boşanma halinde mal rejiminin tasfiyesinde bu bedel talep edebilecektir.
Medeni kanunda aile hukuku kapsamında düğünde takılan altınların kime ait olacağı konusundaki boşluklar yargıtay içtihatları ile doldurulmaktadır.
Yargıtay uygulaması düğünde kadının veya erkeğin üstüne takılmış olması farketmeksizin, tüm ziynet eşyalarının kadına ait olduğunu kabul etmektedir. Erkeğe özgü olup erkeğe takılan takıların erkeğe ait olduğu kabul edilmektedir.
Düğünde takılan altınların boşanma halinde kimde kalacağı sorunu boşanma davasıyla beraber boşanma avukatlarının sıkça karşılaştığı bir sorundur. Emsal kararlara göre damat üzerine takılan ve erkeğe özgü olan takılar dışında. Düğünde takılan ziynet eşyalarının tümünün kadına ait olduğu kabul edilmektedir.
Kural olarak düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından, kime takılırsa takılsın, kadına bağışlanmış sayılır. Ve artık kadının kişisel malı sayılır. (Y.3.H.D. 2014/21125 E.- 2015/17417 K.) http://karararama.yargitay.gov.tr/YargitayBilgiBankasiIstemciWeb/ sayfasından kararlara ulaşabilirsiniz.
Yargıtay kararlarına göre düğünde takılan tüm altınlar kadının kişisel eşyasıdır. Bu sebeple boşanma halinde kadın, eğer altınlar aynen duruyorsa aynen iadesini talep edebilir. Bozdurulup bedeli ile bir eşya alınmışsa veya koca tarafından başka bir iş için kullanılmışsa bedelinin iadesini talep edebilmektedir.
Boşanma davaları ve boşanma avukatının boşanma davasına etkisi hakkında yazımız : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/08/06/bosanma-avukati/
ümraniyede boşanma avukatı aile hukuku avukatı arayanlar iletişime geçebilirler.
Hukuk sistemimizde boşanma davası ile birlikte gündeme gelebilecek 3 nafaka türü bulunmaktadır. Bunlar; tedbir nafakası, yoksulluk nafakası ve iştirak nafakasıdır. Boşanma sürecindeki kişilerin bu kapsamda hangi nafaka türünü talep edebileceğini bilmesinde fayda bulunmaktadır.
Tedbir nafakası : Boşanma davası devam ettiği süre boyunca geçerli olmak üzere, eşlerden hangisinin kusurlu olduğu veya davanın hangi eş tarafından açılmış olduğuna bakılmaksızın sadece tarafların mali durumları gözetilerek hükmedilen geçici nafakadır. Çocuk ve eş için hükmedilen nafaka ayrı ayrıdır. Bu süreçte; geçici olarak velayeti alan eş, diğer eşten mali durumuna göre çocuğun bakımı için tedbir nafakası alabilecektir. Tedbir nafakası boşanma veya ayrılık davasının açılışından, dava sonucunun kesinleşmesine kadar devam eder.
İcra İflas Kanunu’nda yapılan değişiklik sebebiyle tedbir nafakasının ödenmemesi suç kapsamından çıkarılmıştır. Bu sebeple; her ne kadar istisnaen farklı kararlar verilse de, genel olarak tedbir nafakasını ödemeyen eş hapis cezası yaptırımıyla karşılaşmamaktadır.
Yoksulluk Nafakası : Boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek olan eş lehine hükmedilen nafaka türüdür. Yoksulluk nafakası ödemesine karar verilen eşin kusurlu olması gerekmez. Lehine yoksulluk nafakasına hükmedilen eşin, diğer eşten daha az kusurlu olması yeterlidir. Yoksulluk nafakasına ilişkin mevzuatta kadın-erkek ayrımı yapılmamıştır. Eğer; boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek taraf erkek ise, erkek lehine de yoksulluk nafakasına hükmedilebilmektedir. Ancak; geleneksel Türk toplum yapısında genel olarak kadının çalışmaması veya ekonomik gücünün erkeğe göre daha az olması sebebiyle istatiksel olarak çoğunlukla kadın eş lehine hükmedilmektedir. Bu durum, erkeğin yoksulluk nafakası alamayacağı şeklinde yanlış bir kanaat oluşmasına sebep verebilmektedir.
Yoksulluk nafakası boşanma davası ile birlikte talep edilebileceği gibi, boşanma davasından sonra ayrı bir dava ile de talep edilebilir. Ancak; yoksulluk nafası en geç boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde talep edilmelidir.
İştirak Nafakası : Boşanma veya ayrılık kararı verilmesi halinde velayet kendisine verilmeyen eşin, velayet hakkı kendisine bırakılan eşe müşterek çocuğun giderleri için ödeyeceği nafaka türüdür. İştirak nafakasının belirlenmesinde eşlerin kusur durumu değil, ekonomik gücü dikkate alınır. Boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren ödenmeye başlanır, çünkü boşanma kesinleşinceye kadar zaten tedbir nafakasının ödenemesi gerekmektedir. Mahkemenin hükmettiği iştirak nafası, çocuğun ergin olması ile kendiliğinden sona erer.
Ergin olan çocuğun üniverste masraflarının olması halinde ise, artık ergin olan çocuğun kendisinin açacağı dava ile anne-babadan yardım nafakası talep etme imkanı bulunmaktadır.
#boşanmadavası #nafakatürleri #nafakadavası
Boşanma avukatı
İstanbulda boşanma avukatı
Üsküdarda boşanma avukatı
Ümraniyede boşanma avukatı