Ölüme bağlı tasarruf miras bırakanın mal varlığı hakkında ölümünden sonra geçerli olmak üzere yapmış olduğu hukuki işlemdir. Miras bırakan yapacağı bir vasiyetname ile mal varlıklarının bir kısmı veya tamamı hakkında tasarrufta bulunabilir. Miras bırakanın vesiyetname ile yaptığı tasarruf yasal mirasçıların haklarını zarara uğratıyorsa bu durumda bir takım miras hukuku davaları ortaya çıkabilecektir.
Türk Medeni Kanunu 557. maddesi vasiyetnamenin iptalinin talep edilebileceği durumları belirlemiştir.
1-Miras bırakanın vasiyetname düzenlenirken tasarruf ehliyeti bulunmaması,
2-Miras bırakanın vasiyetnameyi yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapmış olması,
3. Vasiyetname içeriğinin, bağlandığı koşulların hukuka veya ahlaka aykırı olması,
4. Kanunda öngörülen şekillere uyulmadan yapılmış olması.
Vasiyetnamenin iptali davasının mirasçı tarafından vasiyetnamenin, iptal sebebinin ve dava hakkının öğrenilmesinden itibaren 1 yıl içinde açılması gerekmektedir. Her halde vasiyetnamenin iptali davasının vasiyetnamenin açılma tarihinden itibaren 10 yıllık süre içinde davanın açılması gerekmektedir. Bu sürenin vasiyetnamenin usulünce açılıp ilgililere tebliğ edilmesi ile başlayacağı kabul edilmektedir.
Saklı payları vasiyetname ile ihlal edilmiş olan mirasçılar ihlal edilen payları hesabında tenkis talep edebilirler. Saklı payı ihlal edilen mirasçılar sadece ölüme bağlı tasarruflar açısından değil, sağlararası kazandırmalarda da tenkis talep edebilmektedir. Çünkü sağlararası kazandırmalar da saklı payın ve tasarruf edilebilir payın hesaplanması için terekeye dahil edilmektedir.
Tenkiste sıra : İhlal edilen saklı paylar tamamlanıncaya kadar öncelikle ölüme bağlı tasarruflar tenkis edilir, ardından en son tarihli olandan en eskisine doğru tenkis yapılır.
Vasiyetnamenin iptali mirasçının yalnızca saklı payının değil, miras payının tamamını korumaktadır. Zira; iptal edilen vasiyetnameye konu miras mal varlığı tümü ile terekeye dönmektedir. Vasiyetnamenin iptali sebebinin ispatlanamaması ihtimalinde ise, vasiyetname ile ihlal edilmiş olan saklı payların tenkisinin talep edilmesi davanın terditli olarak açılması halinde mümkün olabilmektedir.
Vasiyetnamenin iptali ve yasal mirasçıların başvurabileceği yollar
BİLGİN HUKUK BÜROSU
ARABULUCU AVUKAT FATMA TUĞÇE BİLGİN
Tenkis davası ve vasiyetnamenin iptali davası miras avukatı tarafından takip edilmelidir. Vasiyetnamenin hazırlanması için vasiyet hukuku, vasiyetname avukatı ile beraber çalışılmalı, geçersiz vasiyetname iptal davası için vasiyetname hazırlanması için miras avukatından destek alınmalıdır. Miras hukuku davaları avukat İstanbul Vasiyetnamenin iptali davası avukat tenkis davaları hakkında hukuki destek için iletişime geçebilirsiniz.
Miras davası avukat, Vasiyetnamenin iptali davası, geçersiz vasiyetname, tenkis davası, saklı pay, miras davası
Dernekler kuruluş bildirimini yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdiği anda kurulmuş sayılır. Bu tarih itibariyle tüzel kişilik kazanır. Derneğin kuruluş bildirimi ve evrakların mevzuata uygunluğu incelenir ve 60 günlük süre içerisinde noksanlık veya kanuna aykırılık bulunmaz ise bu durum, bulunur ise de söz konusu aykırılıklar belirtilerek düzeltilmesi gereği yazılı olarak derneğe bildirilir.
İnceleme sonucunda derneğe yapılan bu yazılı bildirimin tebliğ tarihi önem taşımaktadır. Yeni kurulmuş bulunan derneğin bu tebliğ tarihi itibariyle 6 aylık süre içerisinde ilk genel kurul toplantısını yapması ve zorunlu organların oluşturulması gerekmektedir.
Türk Medeni Kanunu 87. maddesinde derneğin kendiliğinden sona erme sebepleri düzenlenmiştir. İlgili madde uyarınca ilk genel kurul toplantısının kanunda öngörülen 6 aylık süre içinde yapılmamış ve zorunlu organların oluşturulmamış olması halinde dernek tüzel kişiliği kendiliğinden sona erer. Bu durumda mahkeme tarafından verilecek karar derneğin feshi değil, sona ermenin tespitidir. Derneğin sona erdiğinin tespitini mahkemeden her ilgili talep edebilir.
İlk genel kurul toplantısının yapılacağı 6 aylık sürenin tespitinde, mülki amirlik tarafından derneğe yapılan bildirimin tebliğ tarihi önem taşımaktadır. Sona ermenin tespitinin talep edildiği yargılamalarda bu hususun araştırma konusu yapılması gerekmektedir.
Örnek karar ;
“Davacı … Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü dava dilekçesinde; davalı derneğin kuruluş bildiriminin dernekler müdürlüğüne tesliminden itibaren 6 ay içinde ilk genel kurul toplantısını yaparak zorunlu organlarını oluşturmaması nedeniyle, Türk Medeni Kanunu’nun 87/2. maddesi uyarınca derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespitini istemiş; mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.1- Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davalı derneğe ve dernek üyeleri …, …, …, …, …, …’ya “Tebliğden itibaren 30 gün içerisinde …’nin 17/08/2015 tarihinde yapılan genel kurul toplantısından sonra genel kurulun toplanıp toplanmadığına ilişkin bilgi ve belgenin mahkemeye ibrazı, aksi taktirde anılan derneğin TMK’nın 87. maddesi gereğince kendiliğinden sona ereceğinin” ihtarına ilişkin yazıyı davalı dernek başkanına 16/01/2016 tarihinde tebliğ edildiği ve UYAP ortamına 28/01/2016 tarihinde kayıtlı mahkemeye verdiği dilekçesinde, “Davalı derneğin ilk genel kurul toplantısının 11/10/2014 tarihinde yapıldığını ve zorunlu organlarının oluşturulduğunu, dernekler müdürlüğüne bildirimin sehven yapılmadığını” beyan ettiği, ilgili toplantı tutanaklarının dilekçeye eklendiği anlaşıldığı halde, mahkemece bu dilekçenin değerlendirilmeden karar verilmesi,2-Dernek kuruluş bildiriminin mülki amirliğe yapılması üzerine, ilgili kurum tarafından TMK’nın 60 ve 62. maddeleri uyarınca derneğin kuruluş talebinin kabul edildiğine ilişkin yazılı bildirimin dernek yetkililerine bildirilip bildirilmediği, bildirilmişse tarihinin belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir. “ (Yargıtay8. Hukuk Dairesi E: 2017/8492 K: 2018/2270 K.T.: 15.02.2018 )
BİLGİN HUKUK BÜROSU
Arabulucu Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN
Dernekler hukuku, Derneğin sona ermesi, İlk genel kurul toplantısı
Taşınmaz mala malikinin ve yasal zilyedinin rızası dışında müdahele ve işgal edilmiş olması durumunda Müdahalenin önlenmesi mahkemeden talep edilebilmektedir. Müdahalenin önlenmesi davasına alternatif olarak belirli şartlarda 3091 sayılı kanun uyarınca idari makamlara başvuru yolu ile de haksız işgalin ortadan kaldırılması müdahalenin önlenmesi mümkün olabilmektedir. 3091 sayılı kanunun sağlamış olduğu bu imkan sürecin çok daha kısa sürede sonuçlanması bakımından taşınmaz üzerinde hak sahibi olan kişiye avantaj sağlamaktadır. Yargılama yolunun adliyelerin yoğunluğu da dikkate alınırsa hayli uzun süreceği açıktır. Oysa 3091 sayılı kanunda yetkili makamlara yapılan başvuru üzerine, soruşturmanın 15 gün içerisinde sonuçlandırılacağı düzenlenmektedir.
Hangi sürede nereye başvurulması gerekir?
Taşınmaz mal merkez ilçe sınırları içinde ise vali veya görevlendireceği vali yardımcısı, diğer ilçelerde ise kaymakamlar tarafından tecavüz veya müdahalenin önlenmesine karar verilmektedir. Taşınmazına yapılan haksız müdahalenin önlenmesi için başvuru süresi önem taşımaktadır. Taşınmaz üzerinde hak sahibi malik veya zilyet taşınmaza yapılan tecavüzü öğrendiği tarihten itibaren 60 gün, her halde de tecavüz ve müdahalenin oluştuğu tarihten itibaren 1 yıllık süre içerisinde yetkili idari makama başvurunun yapılmış olması gerekmektedir. Söz konusu işgalci taşınmazı 1 yıldan fazla süredir işgal etmekte/tecavüz etmekte ise bu durumda 3091 sayılı kanunun sağlamış olduğu imkandan yararlanmak mümkün olmayacak adli yargıda müdahalenin men’i davası açmak gerekecektir. Süreler geçirilmemiş olsa dahi, taşınmaz üzerinde bulunan uyuşmazlık hakkında yargı yoluna başvurulmuş ise artık bu kanun kapsamında idari makamlarca müdahalenin men’ine karar verilmesi mümkün olmayacaktır.
Başvuru üzerine yetkili makam tarafından bir veya birden fazla soruşturma memuru görevlendirilir. Soruşturma memuru mahalde inceleme yapabilir, tanık dinleyebilir, gerekirse hazine, özel idare ve belediye temsilcilerini, köy muhtar ve ihtiyar kurulu üyelerini de dinleyebilir.
3091 sayılı kanun mütecaviz hakkında uygulanacak cezai düzenlemeler de içermektedir.
BİLGİN HUKUK BÜROSU
Arabulucu Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN
Haksiz işgal, Gayrimenkul hukuku, Taşınmaz mal zilyetliğine tecavüz, Müdahalenin men’i
Hekimin teşhis, tedavi veya tıbbi müdahale sırasında dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmesi hastanın mağduriyetine hasta haklarının ihlaline sebep olabilmektedir. Söz konusu hukuka aykırı veya dikkat ve özen yükümünün yerine getirilmediği teşhis, tedavi veya tıbbi müdahalenin hangi sağlık kurumunda yapıldığı yargı yolunun belirlenmesi açısından önem taşımaktadır. Devlet hastaneleri, eğitim ve araştırma hastaneleri ve vakıf hastanelerinde meydana gelen hatalı hekim uygulamaları sebebiyle açılacak tazminat davaları idare mahkemelerinde görülmektedir. Özel hastaneler veya doğrudan işlemi yapan hekime karşı yöneltilecek tazminat talepli malpraktis davaları adli yargıda görülmektedir.
Hatalı enjeksiyon yapılması nedeniyle meydana gelen sakatlıklar sıklıkla karşılaşılan bir sağlık hukuku problemleridir. Yüksek mahkeme hatalı enjeksiyon uygulaması sebebiyle açılan tazminat davalarında yüksek mahkemelerin kararları enjeksiyonun yanlış bölgeye uygulandığının ispatlanamaması halinde, ATK raporları doğrultusunda meydana gelen ‘çeşitli problemlerin’ komplikasyon olarak değerlendirildiği yönündedir. Bu sebeple hatalı enjeksiyonun söz konusu olduğu durumlarda enjeksiyonun yanlış bölgeye uygulanmış olduğunun ispatı önem taşımaktadır. “Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu tarafından, dosyada mevcut bulunan kayıtlar değerlendirilerek olaya ilişkin, “29.10.2008 tarihinde .. Devlet Hastanesinde uygulandığı belirtilen enjeksiyon sonucu gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış yere uygulandığına dair kayıt bulunmadığı, enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da, ödem, hematom, ilacın difüzyon yoluyla sinire toksik etkisi, vücut yapısı, siyatik sinirin anatomik lokalizasyon farkı gibi nedenlerle nöropatinin gelişebileceği, nöropatinin, enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olarak değerlendirildiği” yönünde görüş verilmiştir.
Dava konusu olayda idarenin hizmet kusurunun tespit edilememesinin tıbbi kayıt eksikliğinden kaynaklandığı gözetildiğinde, davacının tedavi sürecinde gelişen olaylarla ilgili maddi gerçeğe (rahatsızlığının nedenine) hiçbir zaman ulaşamayacağı ve ömür boyu şüphe duyacağı açıktır.Diğer taraftan davalı idare tarafından dosyaya sunulan belgelerin incelenmesinden, yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca, enjeksiyon öncesi enjeksiyonun komplikasyonları hakkında bilgilendirilerek rızasının alındığına ilişkin aydınlatılmış onam belgesinin olmadığı görülmekte olup, belirtilen yükümlülüğün yerine getirilmemiş olmasının da sağlık hizmetinin gerektiği gibi yürütülmediği konusunda davacıda endişe, üzüntüye yol açacağı açıktır.
Dava konusu olayda davacının sakat kalmasında davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu açıkça ortaya konulamadığından maddi tazminata hükmedilmesi koşulları oluşmamakla birlikte, tıbbi kayıtların eksik tutulması ve enjeksiyon öncesi aydınlatılmış onamının alınmamış olmasından kaynaklı uğradığı manevi zararının, manevi tazminatın zenginleşme aracı olamayacağı ilkesi de gözetilerek makul ölçüde tazmini gerekirken manevi tazminat talebinin reddinde hukuka uyarlık görülmemiştir.” (D A N I Ş T A Y 15 DAİRE E: 2014/3146 K: 2019/290 K.T.: 05.02.2019)
Söz konusu enjeksiyon işlemi doğru bölgeye yapılmış ve herhangi bir hatalı uygulama bulunmasa dahi bir takım komplikasyonlar taşımaktadır. Biyotıp sözleşmesinin 5. maddesi, Hasta Hakları Yönetmeliğinin 22. ve 31. maddeleri ve Tıp Meslek Etiği Kuralları gereğince hastanın yapılacak işlem hakkında anlayabilceği şekilde bilgilendirilmiş olması ve bu bilgilendirme kapsamında aydınlatılmış onamının alınması gerekmektedir. Hastanın aydınlatılmış onamının alınmaması yapılan işlemde her ne kadar hekime veya sağlık çalışanına kusur bulunmasa dahi hastanın yapılacak işleme komplikasyonları bilrek rıza gösterme hakkını engellediği için manevi tazminat talep etme hakkı vermektedir.
“Uyuşmazlık; davacıya yapılan iğne sonucunda sakat kaldığından bahisle iş gücü kaybından dolayı uğranıldığı öne sürülen 213.363,84-TL maddi ve 15.000-TL manevi olmak üzere toplam 228.363,84-TL zararın tahsili istemine ilişkindir. Davacıya enjekte edilen ilaçların doku içi yayılımı ile sinir hasarına neden olabileceklerinin tıbben bilindiği, bu durumun enjeksiyonların tekniğine uygun olarak yapılması durumunda da daha önceden öngörülemeyecek ve önlenemeyecek arazlara sebep olabildiği, bunun her türlü özene rağmen oluşabilecek herhangi bir kusur ve ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olarak nitelendirildiği, enjeksiyonun yapılış tekniği ve uygulanan bölgenin uyumsuzluğu yönünden tıbbi bir delil de tanımlanmadığı, enjeksiyonu uygulayan ve bu talimatı veren ilgili hekime herhangi bir kusur izafe edilemediği hususları bahse konu bilirkişi raporları ile açıkça ortaya konulduğundan bakılmakta olan davada idarenin kusurlandırılarak tazminat ödemekle yükümlü kılınmasına hukuken olanak bulunmamaktadır. 213.363,84-TL maddi tazminatın davalı idarece davacı tarafa ödenmesi yönünde kurulan İdare Mahkemesi kararında, hukuken sabet bulunmadığından bozulması gerekmektedir. ” (Danıştay 15. Daire E: 2017/750 K: 2018/2216 K.T.: 06.03.2018)
“Özet: Uyuşmazlık; hekimin hatalı uygulaması nedeniyle oluşan hizmet kusuruna dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Adi Tıp raporunda davacıda ameliyat sonrasında gelişen durumun yapılan tıbbi işlemin komplikasyonu olarak kabul edilmesi karşısında, idari eylemle zarar arasında nedensellik bağı kurulamadığından maddi tazminata hükmedilmesinin koşulları oluşmamakla birlikte, ameliyat gibi riskli ve önemli bir tıbbi uygulamadan önce, işlemin sık görülen komplikasyonlarından olduğu Adli Tıp Kurulu raporundan da anlaşılan, barsak perforasyonunun anlatılıp davacıdan yazılı onamın alınmamış olması durumunda, mevzuat hükümleri uyarınca davacının aydınlatılma ve onay verme hakkının elinden alınmış olacağı ve yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işletilmediği konusunda davacıda endişe ve üzüntüye yol açacağından, davacının manevi tazminat talebinin olayın oluş şekli ve davacı üzerinde bıraktığı kalıcı tesirleri de dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yönüyle manevi tazminat talebinin reddinde hukuka uyarlık görülmemiştir..
…Davacıya, 04.05.2009 tarihinde laparoskopik yöntemle yapılan ameliyata ilişkin aydınlatılmış onam belgesinde, barsak yaralanmasına ilişkin bir bilgilendirmenin yapılmadığı, hastanın geçmiş öyküsü dikkate alınarak bu yönde açık bir bilgilendirme yapılarak rızasının alınması yoluna gidilmediği görülmektedir.
Manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere ya da kişilerin vücut bütünlüğünde meydana gelen sakatlık haline, ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları manevi zararın varlığı ve manevi tazminatın hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır.
Adi Tıp Raporunda davacıda ameliyat sonrasında gelişen durumun, yapılan tıbbi işlemin komplikasyonu olarak kabul edilmesi karşısında, idari eylemle zarar arasında nedensellik bağı kurulamadığından maddi tazminata hükmedilmesinin koşulları oluşmamakla birlikte, ameliyat gibi riskli ve önemli bir tıbbi uygulamadan önce, işlemin sık görülen komplikasyonlarından olduğu Adli Tıp Kurulu raporundan da anlaşılan, barsak perforasyonunun anlatılıp davacıdan yazılı onamın alınmamış olması durumunda, yukarıda aktarılan mevzuat hükümleri uyarınca davacının aydınlatılma ve onay verme hakkının elinden alınmış olacağı ve yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işletilmediği konusunda davacıda endişe ve üzüntüye yol açacağından, davacının manevi tazminat talebinin, olayın oluş şekli ve davacı üzerinde bıraktığı kalıcı tesirleri de dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yönüyle manevi tazminat talebinin reddinde hukuka uyarlık görülmemiştir.”
BİLGİN HUKUK BÜROSU
Arabulucu Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN
Malpraktis davaları hakkında : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/10/11/malpraktis-davalari/
Sağlık Hukuku Tıp Hukuku Malpraktis Davaları Hasta Hakları Hatalı Enjeksiyon
İş Hukuku
17 Nisan 2020 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 7244 sayılı Yeni Koronavirüs (covid-19) Salgininin Ekonomİk ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile koronavirüs salgını kapsamında tedbir alınmak maksadı ile pek çok düzenleme yapılmıştır. Nakdi ücret desteği olarak yeni bir kavram da İşsizlik Sigortası Kanunu’na eklenen geçici maddelerle beraber iş ve sosyal güvenlik hukuku kapsamına girmiştir.
Koronavisrüs salgını sebebiyle iş hayatındaki aksaklıklar ve çalışma sürelerinin önemli derecede azalması sebebiyle işverenler tarafından kısa çalışma ödeneğine başvurulmaya başlandı. Kısa çalışma ödeneğinin yanı sıra nakdi ücret yardımı olarak tanımlanan bir ödenek imkanı daha doğmuş ve iş hukuku kapsamında çeşitli sorulara da sebep olmuştur. Kısa çalışma ödeneği ile nakdi ücret desteği arasındaki farklar nelerdir? Nakdi ücret desteğinden yararlanma şartları nelerdir? Nakdi ücret desteği ne kadardır? Kim tarafından nereye başvurulması gerekmektedir? İşverenin sorumluluğu bulunmakta mıdır?
Kanun, ücret nakit desteğinden yararlanabilecek çalışanları iki gruba ayırmış ve yararlanma koşullarını belirlemiştir. İş akdi sona erdirilmemiş olan çalışanlar bakımından işveren tarafından ücretsiz izne ayrılmış olmak ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanamıyor olma koşulları aranmaktadır. Diğer grup ise 15/03/2020 tarihinden sonra iş akdi feshedilen çalışanlardır. Bu grup için de nakdi ücret desteğinden yararlanabilmek için, İşsizlik Sigortası Kanununun 51. maddesi kapsamında iş akdinin feshedilmiş olması, işsizlik ödeneğinden ve yaşlılık aylığından yararlanmıyor olma koşulları aranmaktadır. İş akdinin 17/04/2020 tarihinden önce feshedilmiş olması gerekmektedir. Çünkü kanunun resmi gazetede yayınlandığı 17/04/2020 tarihi itibariyle fesih yasağı başlamaktadır.
Nakdi ücret desteğinden ne kadar süre yararlanılır? İş akdi feshedilmeyip, ücretsiz izne çıkarılmış olan işçiler bakımından ücretsiz izinde bulundukları süre kadar nakdi ücret desteğinden yararlanılabilmektedir. İş akdi 15/03/2020 tarihinden evvel işsizlik sigortası kanunu 51. maddesi kapsamında feshedilen işçiler bakımından ise işsiz kaldıkları süre kadar yararlanılabilmektedir. Nakdi ücret desteğinden yararlanan kişiler ayı zamanda genel sağlık sigortalısı sayılırlar.
Nakdi ücret desteği günlük 39,20 TL olarak belirlenmiştir. Ücret desteğinin günlük olarak belirlenmesi muhtemelen kısmi çalışma halinde olan çalışanlar bakımından ücretsiz izinli oldukları tarihlerin (günlerin) hesaplanması bakımından tercih edilmiştir. Nakdi ücret desteğinden yararlanmak için başvuruların e-devlet üzerinden yapılması mümkündür. Başvuruların işveren tarafından değil, doğrudan işçi tarafından yapılması gerekmektedir.
Kısa çalışma ödeneğinde ise yararlanma koşullarını taşıyan işçiler için başvuruların işveren tarafından yapılması gerekmektedir. İş yerinde çalışmanın önemli ölçüde azalması veya durması koşulunun yanında yararlanacak işçinin de son 60 gün hizmet akdine tabi olarak son 3 yıl içinde 450 gün prim ödemiş olması gerekmektedir. İşveren tarafından kısa çalışma başvuru formu ile beraber kısa çalışma uygulanacak işçi listesi de İşkur’a iletilmelidir. Kısa çalışma başvurusunun müfettişlerin yapacağı inceleme sonucunda uygun bulunması gerekmektedir. Yapılan değişiklikle beraber uygunluk tespitinin onaylanması beklenmeksizin ödeme yapılabilecektir. Kısa çalışma ödeneğinden yararlanılan süre boyunca işveren tarafından İş Kanunu 25/II de düzenlenen sebepler dışında iş akdi feshedilemeyecektir.
Kısa çalışma ödeneğinden yararlanma şartlarını taşıdığı halde işveren tarafından listeye yazılmayan işçi işverenin ihmali veya ayrımcılık yapması sonucunda mağdur olabilecektir. Kısa çalışma ödeneğinden yararlanamayan işçi, her ne kadar nakdi ücret desteğinden yararlanabilse de, aradaki farktan dolayı zarara uğraması, mağdur olması söz konusu olabilecektir. Bu durum işverenin eşit davranma yükümlülüğüne aykırılık olarak değerlendirilebilir.
Kısa çalışma ödeneği ne kadardır, nasıl hesaplanır? Kısa çalışma ödeneği günlük olarak çalışılmayan süreler için hesaplanarak aylık olarak ödenr. Günlük kısa çalışma ödeneği tutarı sigortalının son oniki aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının % 60’ı olarak hesaplanır. Ancak bu tutar aylık asgari ücretin brüt tutarının % 150’sini geçememektedir.
BİLGİN HUKUK BÜROSU
Arabulucu Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN
Çek keşide eden gerçek veya tüzel kişinin ibraz tarihinde çek bedelini çek hesabında hazır bulundurması gerekmektedir. Çekin karşılığının tamamen veya kısmen bulunmaması halinde, çek hakkında ‘karşılıksız’ işlemi uygulanır ve bu husus çekin arka yüzünde belirtilir ve çek hamiline teslim edilir. “Karşılıksızdır” işlemi, çekin karşılıksız kalan kısmı miktar ve muhatap bankanın hamile kanunen ödemekle yükümlü olduğu miktarın dışında, çek bedelinin karşılanamayan kısmıyla sınırlı olarak yapılır.
Süresinde ibraz edilen her bir karşılıksız çek için muhattap bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutar mevcuttur. Bankanın yasal olarak ödemekle yükümlü olduğu bu tutarın, hesap sahibi ile muhatap banka arasında çek defterinin teslimi sırasında yapılmış ve dönülemeyecek bir gayri nakdî kredi sözleşmesine dayandığı kabul edilmektedir. Bankaların karşılıksız çıkan her bir çek için ödemekle yükümlü olduğu tutar 2020 yılı için aşağıdaki şekilde belirlenmiştir:
Çekin karşılığının hiç bulunmaması halinde muhattap banka; çek bedeli 2.500 TL veya üzerinde ise 2.500 TL, Çek bedeli 2.500 TL’nin altında ise çek bedelini süresinde çeki ibraz eden hamile ödemekle yükümlüdür.
Çekin karşılığının kısmen bulunması halinde ise muhattap banka; çek bedeli 2.500 TL veya altında ise çek bedelini aşmamak koşuluyla, kısmi karşılığı 2.500 TL’yi tamamlayacak bir miktarı, Çek bedeli 2.500 TL’nin üzerinde ise çek bedelini aşmamak koşuluyla, kısmi karşılığa ilave olarak 2.500 TL’yi ödemekle yükümlüdür. Çekin üzerinde yazılı baskı tarihinden itibaren 5 yıl içinde ibraz edilmemesi halinde bankanın bu tutarları ödeme sorumluluğu ortadan kalkmaktadır.
Çek hesabı kapatıldıktan sonra, çekin kanuni ibraz süresi içinde ibraz edilen çekler de karşılıksızdır işlemine tabi tutulmaktadır. (Ç.K.m.2/10)
Hamilin muhatap bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutar dahil, kısmi ödemeyi kabul etmemesi halinde, Çek Kanunu 3. maddesi, 2 fıkrası uyarınca yalnızca karşılıksız kalan tutarla sınırlı olarak karşılıksızdır işlemi uygulanır. Karşılıksız işlemi uygulanan çekin ibraz tarihi ile ödememe nedeni çekin üzerine yazılır, üzerine imzası alınarak hamiline geri verilir.
Muhatap bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutar dahil kısmi ödemeyi kabul etmesi halinde, çekin ön ve arka yüzünün onaylı fotokopisi çek hamiline verilir. Çek hamili, bu fotokopiyle müracaat borçlularına veya kambiyo senetleri hakkındaki takip usullerine başvurabileceği gibi, icra mahkemesine şikayette bulunurken de bu fotokopi ile işlemlerini yapabilir, bu fotokopiyi icra müdürlükleri ile mahkemelerde ispat aracı olarak kullanabilir. Mahkeme veya icra dairesinin talebi halinde çek aslını elinde bulunduran banka çek aslını ilgili mercilere göndermek zorundadır.
Çekin üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihinden önce ibraz edilen çekin karşılığının TTK 707 maddesi uyarınca kısmen veya tamamen ödenmemesi halinde, bu çekle ilgili olarak takip işlemi yapılamaz. İleri düzenleme tarihli çekler hakkında hukuki takip işlemi yapılabilmesi için, çekin düzenleme tarihine göre kanuni ibraz süresi içinde bankaya ibraz edilmiş olması ve karşılıksızdır işlemine tabi tutulmuş olması gerekmektedir.
Çekin karşılığının hesapta bulunmasına rağmen muhattap banka çek bedeli ödemesini geciktirirse, çek hamiline her geçen gün için %0,3 oranında gecikme cezası ödemekle yükümlüdür.
Çek keşide edildiği yerde ödenecekse 10 gün içinde muhattap bankaya ibraz edilmesi gerekmektedir. Çek keşide edildiği yerden başka yerde ödenecekse bir ay içinde muhatap bankaya ibraz edilmesi gerekmektedir. Çekin nerede ödeneceği ise çek üzerinde yazmakla beraber, buna göre belirlenmektedir. 10 günlük süreyi kaçıran hamilin başka bir şehire giderek orada şansını değerlendirmesi söz konusu olamaz. Keşide yeri ile ödeme yeri farklı ülkelerde ancak aynı kıtalardaysa 1 ay, farklı kıtalardaysa 3 aylık süre içerisinde ibraz edilmesi gerekmektedir. İbraz süreleri teknik olarak hak düşürücü sürelerdendir. Bu sürenin geçirilmesi halinde çek kambiyo vasfını yitirecek ve kambiyo senetlerine özgü takip yolu ile takip yapılması mümkün olmayacaktır.
Karşılıksız çek düzenleme suçu ve cezai sorumluluğu Çek Kanunu 5. maddesinde düzenlenmiştir. Kanuni ibraz süresi içinde ibraz edilen çeke ‘karşılıksızdır’ işlemi uygulanmasına sebebiyet veren kişi karşılıksız çek düzenleme suçunu işleyen kişidir. Bu tanıma göre karşılıksızdır işlemi uygulanmasına sebebiyet veren kişi, çekin karşılığını banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişidir, yani çek hesabı sahibidir. Çekin tüzel kişi adına düzenlenmesi, çek hesabının tüzel kişiye ait olması halinde, çek bedelini bulundurmakla yükümlü olan ve karşılıksızdır işlemi uygulanmasına sebebiyet veren kişi kimdir? Çek hesabının tüzel kişiye ait olması halinde; çek bedelini bulundurmakla yükümlü olan kişi tüzel kişinin mali işlerini yürütmekle görevlendirilen yönetim organının üyesi, böyle bir belirleme yapılmamışsa yönetim organını oluşturan gerçek kişi veya kişilerdir. Bu kişiler karşılıksız çek sebebiyle İcra Ceza Mahkemelerinde, karşılıksız çek şikayetinde bulunulması halinde ‘karşılıksız’ işlemi uygulanmasına sebebiyet vermekten cezalandırılmakta ve haklarında tedbirlere karar verilmektedir. Karşılıksız çek şikayeti avukat vasıtası ile yapılıp, takip edilebilmektedir.
Düzenlenen çek hakkında “karşılıksızdır” işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikayeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, karşılıksız kalan çek bedelinden az olmamak üzere 1500 güne kadar adli para cezasına hükmedilmektedir. İcra Ceza Mahkemesi tarafından yapılan karşılıksız çek yargılaması neticesinde verilen adli para cezalarının ödenmemesi halinde, adli para cezası Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106/3 fıkrası uyarınca kamuya yararlı bir işte çalıştırma kararı verilmeksizin doğrudan hapis cezasına çevrilmektedir.
İcra ceza mahkemelerinde yapılan karşılıksız çek yargılamalarında sanık hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına da karar verilmektedir. Bu tür kararlar tedbir mahiyetinde olmakla, yargılama sonucu beklenmeksizin karar verilebilmektedir. Yargılama sonucunda davanın düşmesine, reddine, ceza verilmesine yer olmadığına yahut da beraate karar verilmesi halinde bu tedbir kararının da kaldırılmasına karar verilir; ancak mahkumiyet kararı verilmesi halinde de evvelden verilmiş yasağa ilişkin bir tedbir kararının bulunması halinde bu kararın da devamına karar verilir. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına ilişkin veya yasağın kaldırılmasına ilişkin kararlar gecikmeksizin Mersis ile Risk Merkezine bildirilir. Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilenler, çek kanunu düzenlemesine göre yasaklılıkları süresince sermaye şirketlerinin yönetim organlarında görev alamazlar ve elindeki bütün çek yapraklarını ait olduğu bankalara iade etmekle yükümlüdür. Bu kişiler adına yeni bir çek hesabı açılamamaktadır.
“Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı, çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişi, bu tüzel kişi adına çek keşide edenler ve karşılıksız çekin bir sermaye şirketi adına düzenlenmesi durumunda ayrıca yönetim organı ile ticaret siciline tescil edilen şirket yetkilileri hakkında uygulanır.” Çek K. m.5.
Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı bulunan gerçek kişinin, yönetim organında görev yaptığı veya ticaret siciline tescil edilen yetkilisi olduğu tüzel kişiye çek defteri verilmez. (m2/4)
Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilen kişi veya avukatı, mahkum olduğu cezanın tamamen infaz edildiği tarihten itibaren 3 yıl ve her halde yasağın konulduğu tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra, hükmü veren mahkemeden çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının kaldırılmasını isteyebilmektedir.
25/03/2020 tarih 7226 sayılı kanunun 49. maddesi ile Çek Kanununa Geçici 5. madde eklenmiştir. Bu geçici madde hükmü 24/03/2020 tarihine kadar ‘karşılıksız’ işlemi yapılmasına sebebiyet verme suçu sebebiyle mahkumiyetine karar verilmiş olanların oldukça lehine bir düzenleme içermektedir. Öncelikle bu tarihe kadar işlenen suç sebebiyle mahkum edilmiş olanların cezalarının infazı maddenin yürürlüğe girmesiyle birlikte durmaktadır. Hükümlünün tahliye tarihinden itibaren 3 ay içinde çek bedelinin ödenmeyen kısmının onda birini ödeyerek ve bu 3 aylık sürenin bitimini takiben de kalan borcunu ay ara ile 15 eşit taksitle ödemesi durumunda ceza mahkumiyetinin tüm sonuçlarının ortadan kalkacağına ilişkin düzenleme 26.03.2020 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.Çek Kanununa geçici 5. madde ile eklenen bu yeni düzenleme, ekonomik krizin yükünü hafifletme amacını taşımaktaysa da alacaklılarn mağduriyetine yol açacaktır.
Çek borçlusunun tahliye edildiği tarihten itibaren 3 aylık süre içerisinde borcun onda birlik kısmını ödememesi ve diğer 15 taksitten 2 tanesini ödememesi halinde alacaklının şikayeti üzerine mahkeme tarafından hükmün infazının devamına karar verileceği düzenlenmiştir.
BİLGİN HUKUK BÜROSU
Arabulucu Avukat Fatma Tuğçe BİLGİN
Karşılıksız çek düzenleme Çek borçlusu Üsküdarda avukat Çek senet avukatı