Ergin olmayan çocuk anne ve babasının velayeti altındadır. Anne ve babanın evli olduğu hallerde velayet eşler tarafından birlikte kullanılır, çocuk anne ve babanın birlikte velayeti altındadır. Eğer anne ve baba evli değilse velayet anneye aittir. Anne veya babanın ölümü halinde ise velayet sağ kalan diğer eşe kalır.
Eşler yani anne ve baba ortak hayatı devam ettirmiyorlarsa, ayrılık veya boşanma davası söz konusu ise hakim velayeti eşlerden birine verebilmektedir. Bu durumlarda velayet kendisine verilmeyen eş lehine de çocukla belirli gün ve saatlerde kişisel ilişki kurulmasına karar verilmektedir.
Velayet davası nedir?
Velayet davası, çocuğun velayeti kendisinde olmayan eş tarafından, velayetin kendisine verilmesi istemi ile aile mahkemelerinde açılan bir aile hukuku davasıdır.
Velayetin değiştirilmesi davası ve velayetin değiştirilmesi nedenleri :
Velayetin değiştirilmesi durumu Türk Medeni Kanunu m183’te düzenelenmiştir.
Durumun değişmesi Madde 183- “Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması hâlinde hâkim, re’sen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır”
Velayetin mahkeme kararı ile anne veya babadan birine verilmesinden sonra, koşullarda değişiklik olursa TMK 183 hükmü uyarınca velayetin değiştirilmesi talep edilebilecektir.
Velayet kendisinde olan anne veya babanın başkası ile evlenmesi, velayet görevinin aksatılması, kişisel ilişki tesisinin engellenmesi, çocuğun velayet sahibinden başka bir 3. kişiye bırakılmış olması, çocuğa iyi bakılmaması, hastalık ahlak vs. gibi çocuğun menfaatinin gerektirdiği durumlarda eşlerden birinin istemi üzerine mahkeme tarafından velayetin değiştirilmesine karar verilebilmektedir.
Velayetin değiştirilmesi ve boşanma davalarında velayetin tesisine ilişkin kararlarda idrak çağında bulunan çocuğun da görüşünün dinlenmesi, menfaatine aykırı olmadıkça çocuğun isteğinin de dikkate alınması gerekir.
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 12. maddesi:
“Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar. Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.”
“Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: 26.01.2006 doğumlu müşterek çocuğun velayeti konusunda mahkeme huzurunda bizzat görüşüne başvurulmasının gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre uzman tarafından alınan beyanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. ..
..Somut olayda, velayetinin değiştirilmesi talep edilen müşterek çocuk Efe, dava tarihinde 8, karar tarihinde 10, bozma kararının verildiği tarihte ise 12 yaşında olup, müşterek çocuk davanın tüm aşamalarında idrak çağındadır. İdrak çağında olan müşterek çocuğun uzmanlar tarafından alınan beyanında hem annesi hem de babası ile olmak istediğini ifade ettiği, herhangi bir tercihte bulunmadığı belirtilmiştir. 17.06.2015 tarihli raporun sonuç kısmında da küçüğün kendi arzu ve isteklerini belirleyebilecek, bunları ifade edebilecek olgunlukta olduğu, bu nedenle çocuğun beyanlarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca dosya içerisinde bulunan ve çocuğun devam ettiği okulda görevli olan rehber öğretmen tarafından tutulan 01.06.2015 tarihli raporda da, küçüğün içe dönük ve dalgın olduğu, konuşurken bacaklarını salladığı, sorulan sorulara “hı hı” gibi net olmayan, kolayca değiştirilebilen çelişkili cevaplar verdiği hususları dile getirilmiştir. Kaldı ki, dava tarihinden itibaren küçüğün yaşadığı veya yaşamak istediği ortamı değerlendirmesine imkân verecek, dolayısıyla velayeti konusunda görüşünün alınmasını gerektirecek ölçüde uzun süre geçtiği de görülmektedir…
..
Açıklanan nedenlerle mahkemece yapılacak iş; yeterli idrak gücüne sahip olduğu kabul edilen çocuğa, kendisini doğrudan ilgilendiren velayet konusunda danışılarak, görüşünü gerekçeleriyle birlikte ifade etme olanağınınx sağlanması; ifade edeceği bu görüşün, çocuğun kendi çıkarına ters düşmediği takdirde, buna önem verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi olmalıdır.
O hâlde, aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
Aile konutu nedir? Ailenin, yani evli çift ve varsa çocuklarının birlikte yaşadığı konuttur. Aile konutu şerhi ise; eşlerden birinin, diğerinin rızası olmaksızın konut üzerinde kısıtlayıcı herhangi bir işlem yapmasını engelleyen aile hukukuna özgü bir tedbir türüdür. Aile konutuna ilişkin kanun hükümleri, ailenin kullandığı ev eşyalarını da kapsamaktadır.
Aile konutu şerhi nasıl tesis edilir? Eşlerden biri oturdukları mahallenin muhtarından alacağı ikametgah belgesi ve evlilik cüzdanı ile Tapu Sicil Müdürlüğü’ne yapacağı bir başvuru ile aile konutu şerhini tesis ettirebilir. Oturulan konutun aile konutu olduğuna ilişkin tapuya işlenen şerh, eşlerden birinin, diğerinin rızasını almaksızın yapacağı kısıtlayıcı işlemleri geçersiz kılacaktır. Bu sebeple şerh işleminin tesisi önem taşımaktadır.
Zira; tapuya aile konutu şerhi işlenmeden evvel, malik olan diğer eşin yaptığı satış veya ipotek tesisi gibi işlemler geçerli olacaktır. İyi niyetli olan 3. şahısın tapuya güvenerek yaptığı işlem hukuk tarafından korunacak, geçerli kabul edilecektir. Bunun tek istisnası ise satış, ipotek vs. işleminin diğer tarafının konutun aile konutu olduğunu bildiğinin ispatlanmasıdır. Bu durumda işlem yine geçersiz olabilecektir. Rızası olmayan eş TMK`nın 194. maddesine göre tapu iptal ve tescil davası açarak satış, ipotek vs. yapılan işlemi iptal ettirebilecektir. Rızası alınmayan eş, yapılan işleme sonradan icazet verirse işlem geçerli hale gelecektir.
Eğer aile konutu kira ise; kira sözleşmesini imzalamamış olan diğer eş, konutun aile konutu olduğunu kiralayana ihbar ederek kira sözleşmesinin tarafı haline gelebilir. Bu durumda ihbar eden eş kira sözleşmesinin tarafı olduğu gibi, kira borçlarından da eşiyle birlikte müteselsilen sorumluğu doğacaktır. Eşlerden diğerinin rızası olmadan kira kontratı feshedilemeyecek, feshedilse bile fesih geçersiz olacaktır.
Türk Medeni Kanunu aile konutu şerhi ile, eşlerin birlikte karar vermesini ve aile birlikteliği korunmayı amaçlamıştır. Fakat bazen; eşin rıza göstermemekte hiçbir haklı sebebi olmamakta ve yine eşlerden birinin mağduriyeti doğmaktadır. Kanun bu durumların önüne geçmek için gerekli düzenlemeyi de yapmıştır. Hiçbir haklı sebebi olmaksızın, satış, ipotek, kira sözleşmesinin feshi vs. gibi yapılmak istenen işleme eşlerden birinin rıza göstermemesi halinde hakimden izin alınması imkanı tanınmıştır. Hakimin izni yapılmak istenen işlem ne ise ona ilişkindir ve diğer eşin rızası olmasa da işlem geçerli olarak yapılabilecektir.