Rekabet yasağı sözleşmesi, hizmet sözleşmesi sona erdiğinde kişinin aynı sektörde başka bir firmada çalışılmasını engellediği için, çalışanlar üzerinde işsiz kalma kaygısı ve bir çeşit baskı oluşturmakta. Peki nedir rekabet yasağı sözleşmesi? Geçerlililk koşulları ve sonuçları nelerdir?
Rekabet yaşağı 6098 Sayılı TBK. 444. maddesinde tanımlanmıştır. İşçinin, işverene karşı, sözleşmesinin sona ermesinden sonra herhangi bir biçimde onunla rekabet etmekten, özellikle kendi hesabına rakip bir işletme açmaktan, başka bir rakp işletmede çalışmaktan veya rakip işletmeyle başka türden bir menfaat ilişkisine girmekten kaçınmayı yazılı şekilde taahhüt etmesine rekabet yasağı sözleşmesi denmektedir.
Kanun rekabet yasağı sözleşmesini bir takım geçerlilik koşullarına bağlamıştır. Tanımından da anlaşılacağı üzere; bu sözleşmenin öncelikle yazılı olarak yapılması gerekmektedir. Sözlü olarak yapılan bir rekabet yasağı sözleşmesinin geçerliliği yoktur. Rekabet yasağı sözleşmesi ancak; iş ilişkisinin işçiye müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı iş hakkında bilgi edinmesine imkan sağlıyorsa ve edinilen bu bilgilerin kullanılmış olması işverenin önemli bir zararına yol açıyorsa geçerli olacaktır. Yani işçi işverenden kendisine ait müşteri çevresi ve üretim sırları hakkında bilgiler edinmiş olmalı ve bu bilgilerin kullanılması işverene önemli derecede zarar verecek nitelikte olmalıdır. Aksi halde; rekabet yasağı sözleşmesi geçerli olmayacaktır.
Rekabet yasağı sözleşmesi işçinin ekonomik geleceğini tehlikeye düşürecek ve iş görmekten men edecek kadar ağır olamaz. Bu sebeple rekabet yasağının sınırları önemlidir. Sözleşmede yasağın uygulanacağı yer ve zaman belirtilmiş olmalıdır. Örneğin; yalnızca İstanbul’da faaliyet gösteren işveren, işin yapımına ilişkin özel sırlar sözkonusu değilse o işçinin Antalya’da aynı faaliyeti yapmasını engelleyemez. Özel durumlar gerektirmedikçe rekabet yasağı sözleşmeleri en fazla 2 yıl için yapılabilir. Eğer sözleşmeye hakkaniyete uygun olmayacak ölçüde, bu tür ağır rekabet yasağı koşulları konulmuşsa, hakim bu sözleşmeyi hakkaniyete uygun biçimde sınırlayabilir.
Geçerli olarak yapılmış bir rekabet yasağı sözleşmesinin sonuçları nelerdir? Rekabet yasağına aykırı davranan işçi, bunun sonucunda işverenin uğradığı tüm zararları ödemekle yükümlü olur. Tüm zararlarının kapsamı burada oldukça geniş tutulmakta, işverenin kazanç kaybını da kapsamaktadır. Uygulamada genellikle rekabet yasağı sözleşmelerine cezai şart konulmakta ve aykırı davranan işçi işverenin zarara uğradığnı ispat etmesine gerek olmaksızın bu cezai bedeli ödemek durumunda kalmaktadır. Eğer ki işveren bu cezai şart bedelini de aşan miktarda bir zarar uğramışsa, ispatlanması halinde yasağı ihlal eden çalışan bu aşan kısmı da ödemek zorundadır.
İş sözleşmesinin işveren tarafından haklı bir sebep olmaksızın feshedilmesi halinde veya işçi tarafından haklı sebeple feshedilmesi halinde, rekabet yasağı sözleşmesi sona erer. Bu durumda işçi rekabet yasağı sözleşmesinin getirdiği yükümlülüklere katlanmak zorunda kalmaksızın faaliyette bulunabilecek, aynı iş kolunda çalışabilecektir.
Aile konutu nedir? Ailenin, yani evli çift ve varsa çocuklarının birlikte yaşadığı konuttur. Aile konutu şerhi ise; eşlerden birinin, diğerinin rızası olmaksızın konut üzerinde kısıtlayıcı herhangi bir işlem yapmasını engelleyen aile hukukuna özgü bir tedbir türüdür. Aile konutuna ilişkin kanun hükümleri, ailenin kullandığı ev eşyalarını da kapsamaktadır.
Aile konutu şerhi nasıl tesis edilir? Eşlerden biri oturdukları mahallenin muhtarından alacağı ikametgah belgesi ve evlilik cüzdanı ile Tapu Sicil Müdürlüğü’ne yapacağı bir başvuru ile aile konutu şerhini tesis ettirebilir. Oturulan konutun aile konutu olduğuna ilişkin tapuya işlenen şerh, eşlerden birinin, diğerinin rızasını almaksızın yapacağı kısıtlayıcı işlemleri geçersiz kılacaktır. Bu sebeple şerh işleminin tesisi önem taşımaktadır.
Zira; tapuya aile konutu şerhi işlenmeden evvel, malik olan diğer eşin yaptığı satış veya ipotek tesisi gibi işlemler geçerli olacaktır. İyi niyetli olan 3. şahısın tapuya güvenerek yaptığı işlem hukuk tarafından korunacak, geçerli kabul edilecektir. Bunun tek istisnası ise satış, ipotek vs. işleminin diğer tarafının konutun aile konutu olduğunu bildiğinin ispatlanmasıdır. Bu durumda işlem yine geçersiz olabilecektir. Rızası olmayan eş TMK`nın 194. maddesine göre tapu iptal ve tescil davası açarak satış, ipotek vs. yapılan işlemi iptal ettirebilecektir. Rızası alınmayan eş, yapılan işleme sonradan icazet verirse işlem geçerli hale gelecektir.
Eğer aile konutu kira ise; kira sözleşmesini imzalamamış olan diğer eş, konutun aile konutu olduğunu kiralayana ihbar ederek kira sözleşmesinin tarafı haline gelebilir. Bu durumda ihbar eden eş kira sözleşmesinin tarafı olduğu gibi, kira borçlarından da eşiyle birlikte müteselsilen sorumluğu doğacaktır. Eşlerden diğerinin rızası olmadan kira kontratı feshedilemeyecek, feshedilse bile fesih geçersiz olacaktır.
Türk Medeni Kanunu aile konutu şerhi ile, eşlerin birlikte karar vermesini ve aile birlikteliği korunmayı amaçlamıştır. Fakat bazen; eşin rıza göstermemekte hiçbir haklı sebebi olmamakta ve yine eşlerden birinin mağduriyeti doğmaktadır. Kanun bu durumların önüne geçmek için gerekli düzenlemeyi de yapmıştır. Hiçbir haklı sebebi olmaksızın, satış, ipotek, kira sözleşmesinin feshi vs. gibi yapılmak istenen işleme eşlerden birinin rıza göstermemesi halinde hakimden izin alınması imkanı tanınmıştır. Hakimin izni yapılmak istenen işlem ne ise ona ilişkindir ve diğer eşin rızası olmasa da işlem geçerli olarak yapılabilecektir.
Evliliğin son bulması halinde evlilik içinde edinilen malların, paraların kimin olacağı, nasıl paylaşılacağı gündeme gelir? Bilhassa da düğünde takılan altınların nasıl paylaşılacağı, veya takıların parası ile bir eşya alınmışsa bu eşyanın kime ait olacağı sorunu ortaya çıkmaktadır. Düğünde takılan altınlar boşanma davası ile beraber ziynet alacağı davasına konu olabilmektedir.
Medeni Kanunumuz evlilikte herhangi bir mal rejiminin seçilmemiş olması halinde, edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğunu kabul etmektedir. Yani evlilik birliği içinde tarafların edinmiş oldukları tüm mallar ortaktır, paylaşıma dahildir.
Evlilik öncesinde edinilmiş olan mallar, miras kalmış olan mallar kişisel eşya sayılır. Bu sebeple edinilmiş mal rejimine dahil değildir. Yani bu tür mallar boşanma halinde eş ile paylaşılmayacaktır. Bu kişisel eşya, evlilik içindeyken satılmış ve bedeli ile başka bir eşya alınmış ise yine bu eşya da kişisel eşya sayılacaktır.
Satılan kişisel eşyanın bedeli ile müşterek olarak alınan edinilen bir eşyaya katkıda bulunulmuş ise, boşanma halinde mal rejiminin tasfiyesinde bu bedel talep edebilecektir.
Medeni kanunda aile hukuku kapsamında düğünde takılan altınların kime ait olacağı konusundaki boşluklar yargıtay içtihatları ile doldurulmaktadır.
Yargıtay uygulaması düğünde kadının veya erkeğin üstüne takılmış olması farketmeksizin, tüm ziynet eşyalarının kadına ait olduğunu kabul etmektedir. Erkeğe özgü olup erkeğe takılan takıların erkeğe ait olduğu kabul edilmektedir.
Düğünde takılan altınların boşanma halinde kimde kalacağı sorunu boşanma davasıyla beraber boşanma avukatlarının sıkça karşılaştığı bir sorundur. Emsal kararlara göre damat üzerine takılan ve erkeğe özgü olan takılar dışında. Düğünde takılan ziynet eşyalarının tümünün kadına ait olduğu kabul edilmektedir.
Kural olarak düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından, kime takılırsa takılsın, kadına bağışlanmış sayılır. Ve artık kadının kişisel malı sayılır. (Y.3.H.D. 2014/21125 E.- 2015/17417 K.) http://karararama.yargitay.gov.tr/YargitayBilgiBankasiIstemciWeb/ sayfasından kararlara ulaşabilirsiniz.
Yargıtay kararlarına göre düğünde takılan tüm altınlar kadının kişisel eşyasıdır. Bu sebeple boşanma halinde kadın, eğer altınlar aynen duruyorsa aynen iadesini talep edebilir. Bozdurulup bedeli ile bir eşya alınmışsa veya koca tarafından başka bir iş için kullanılmışsa bedelinin iadesini talep edebilmektedir.
Boşanma davaları ve boşanma avukatının boşanma davasına etkisi hakkında yazımız : http://fatmatugcebilgin.av.tr/2019/08/06/bosanma-avukati/
ümraniyede boşanma avukatı aile hukuku avukatı arayanlar iletişime geçebilirler.
Sendikal tazminat, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda sendika özgürlüğünün güvencesi olarak düzenlenen bir tazminat türüdür.
İşçiler, çalıştıkları iş kolunda faaliyet gösteren diledikleri sendikaya üye olabilir, üyelikten çıkabilir ve sendikal faaliyetlere katılabilirler. İşveren, işçinin herhangi bir sendikal faaliyeti sebebiyle işçiyi işten çıkaramaz, yahut da ayrımcalığa tabi tutamaz. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, bu sendikal güvenceyi sendikal tazminat hakkı ile sağlamaya çalışmıştır.
“İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz.
İşverenin yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi hâlinde işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir.”
İşçinin sendikal faaliyeti sebebiyle iş sözleşmesinin feshi halinde işçi işe iade davası açarak, işe iade talebi ile beraber sendikal tazminat da talep edebilir. Ancak; sendikal tazminata hükmedilmesi halinde, aynı zamanda işe başlatmama tazminatına hükmedilememektedir. Bu sebeple; sendikal sebeple işten ayrılan işçi sendikal tazminat ya da işe başlatmama tazminatı taleplerinden birini tercih etmesi daha makul görünmektedir. İşçinin işe iade ve sendikal tazminat talebiyle açtığı davada, işçinin işe iadesine karar verilmesi ve hatta işveren tarafndan aynı işyerinde işe başlatılması dahi sendikal tazminata engel olmaz.
Ancak; sendikal tazminat talebiyle açılacak davada unutılmaması gereken önemli bir husus vardır. İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği iddiası ile açılacak davada, feshin nedenini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Feshin işverenin ileri sürdüğü nedene dayanmadığını iddia eden işçi, feshin sendikal nedene dayandığını ispatla yükümlüdür. İspat külfetlerinin yerine getirilmesi ve ispat vasıtalarının önemli bir yeri vardır.
İş akdinin sendikal faaliyet sebebiyle sona erdiğinin ispatı halinde işçinin 1 yıldan az olmamak üzere ücreti tutarında tazminata hükmedilir. İşçinin ayrıca sendikal tazminatı haricinde kıdem tazminatı ayrı bir alacak kalemi olarak değerlendirilecektir. Kıdem tazminatına almaya hak kazanan işçinin sendikal tazminat dışında kıdem tazminatı alacağı da doğacaktır.
Sendikal tazminat hakkı 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir.
Ümraniye’de işçi avukatı avukatlık hizmetleri için tarafımızla iletişime geçebilirsiniz.
Hukuk sistemimizde boşanma davası ile birlikte gündeme gelebilecek 3 nafaka türü bulunmaktadır. Bunlar; tedbir nafakası, yoksulluk nafakası ve iştirak nafakasıdır. Boşanma sürecindeki kişilerin bu kapsamda hangi nafaka türünü talep edebileceğini bilmesinde fayda bulunmaktadır.
Tedbir nafakası : Boşanma davası devam ettiği süre boyunca geçerli olmak üzere, eşlerden hangisinin kusurlu olduğu veya davanın hangi eş tarafından açılmış olduğuna bakılmaksızın sadece tarafların mali durumları gözetilerek hükmedilen geçici nafakadır. Çocuk ve eş için hükmedilen nafaka ayrı ayrıdır. Bu süreçte; geçici olarak velayeti alan eş, diğer eşten mali durumuna göre çocuğun bakımı için tedbir nafakası alabilecektir. Tedbir nafakası boşanma veya ayrılık davasının açılışından, dava sonucunun kesinleşmesine kadar devam eder.
İcra İflas Kanunu’nda yapılan değişiklik sebebiyle tedbir nafakasının ödenmemesi suç kapsamından çıkarılmıştır. Bu sebeple; her ne kadar istisnaen farklı kararlar verilse de, genel olarak tedbir nafakasını ödemeyen eş hapis cezası yaptırımıyla karşılaşmamaktadır.
Yoksulluk Nafakası : Boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek olan eş lehine hükmedilen nafaka türüdür. Yoksulluk nafakası ödemesine karar verilen eşin kusurlu olması gerekmez. Lehine yoksulluk nafakasına hükmedilen eşin, diğer eşten daha az kusurlu olması yeterlidir. Yoksulluk nafakasına ilişkin mevzuatta kadın-erkek ayrımı yapılmamıştır. Eğer; boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek taraf erkek ise, erkek lehine de yoksulluk nafakasına hükmedilebilmektedir. Ancak; geleneksel Türk toplum yapısında genel olarak kadının çalışmaması veya ekonomik gücünün erkeğe göre daha az olması sebebiyle istatiksel olarak çoğunlukla kadın eş lehine hükmedilmektedir. Bu durum, erkeğin yoksulluk nafakası alamayacağı şeklinde yanlış bir kanaat oluşmasına sebep verebilmektedir.
Yoksulluk nafakası boşanma davası ile birlikte talep edilebileceği gibi, boşanma davasından sonra ayrı bir dava ile de talep edilebilir. Ancak; yoksulluk nafası en geç boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde talep edilmelidir.
İştirak Nafakası : Boşanma veya ayrılık kararı verilmesi halinde velayet kendisine verilmeyen eşin, velayet hakkı kendisine bırakılan eşe müşterek çocuğun giderleri için ödeyeceği nafaka türüdür. İştirak nafakasının belirlenmesinde eşlerin kusur durumu değil, ekonomik gücü dikkate alınır. Boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren ödenmeye başlanır, çünkü boşanma kesinleşinceye kadar zaten tedbir nafakasının ödenemesi gerekmektedir. Mahkemenin hükmettiği iştirak nafası, çocuğun ergin olması ile kendiliğinden sona erer.
Ergin olan çocuğun üniverste masraflarının olması halinde ise, artık ergin olan çocuğun kendisinin açacağı dava ile anne-babadan yardım nafakası talep etme imkanı bulunmaktadır.
#boşanmadavası #nafakatürleri #nafakadavası
Boşanma avukatı
İstanbulda boşanma avukatı
Üsküdarda boşanma avukatı
Ümraniyede boşanma avukatı
Anonim şirketlerde avukat bulundurma zorunluluğunun hukuki dayanağı Avukatlık kanunu’nun 35 maddesinin 3. fıkrasıdır. 08/02/2008 tarihinde yürürlüğe giren fıkra hükmü, esas sermayesinin belli bir miktar üzerinde bulunan anonim şirketler ve üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleri bakımından sözleşmeli avukat bulundurma zorunluluğu getirmiştir.
Anonim şirketler bakımından avukat bulundurma zorunluluğu belli bir esas sermaye miktarını aşan şirketler için geçerlidir. Bu miktar, zorunululuğu getiren fıkra hükmünde; ‘ Türk Ticaret Kanununun 272 nci maddesinde ön görülen esas sermaye miktarının beş katı veya daha fazla esas sermayesi bulunan anonim şirketler’ olarak ifade edilmiş, tutarı belirtilmemiştir.
Avukatlık kanununun 272. maddesine atıf yaptığı Türk Ticaret Kanunu tamamen değişmiş, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu yürürlüğe girmiştir. Atıfta bulunulan aynı madde içeriği 6102 sayılı TTK.’da da 332. madde olarak yer almıştır.
Avukatlık kanununun atıfta bulunduğu 272. madde yürürlükte bulunmadığı için, karşılık gelen TTK. 332. maddeye bakmamaız gerekmektedir. TTK.332. maddesi Anonim şirketlerde öngörülen esas sermaye miktarının 50 bin TL’dan az olamayacağını düzenlemiştir. TTK. 332 ile Avukatlık kanunu 35/3 birlikte yorumlandığında avukat bulundurma zorunluluğunun esas sermayesi en az 250 bin TL olan şirketler bakımından geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Bu zorunluluk, kuruluş esas sermayesi en az 250 bin TL olan şirketler bakımından kuruluş ile, sermaye artrımına giderek esas sermaye tutarını en az 250 bin TL ve üzerine çıkaran anonim şirketler bakımından ise sermaye artırımına ilişkin genel kurul kararının ticaret siciline tescil ettirilmesi ile başlamaktadır.
Avukat bulundurma zorunluluğuna aykırılığın yaptımı da yine kanununun 35/3 maddesinde düzenlenmiştir. Cumhuriyet Savcısı tarafından, sözleşmeli avukat tayin etmedikleri her ay için, sanayi sektöründe çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için suç tarihinde yürürlükte bulunan, asgari ücretin iki aylık brüt tutarı kadar idari para cezası verileceği belirtilmiştir.